İnsan veya Ülke Olarak Tutumlu Olmayı Neden Beceremiyoruz?
Tutumlu olmayı unuttuk, daha çok tüketime yoğunlaştık. Kaynaklarımızı bilinçsizce tüketen bir toplum olduk. Çoğu şeyi dışarıdan ithal eden bir ülke olmaya başladık. Belki toplumca dünyaya entegre olduk ama dünya kadar derdi de ülkemize taşıdık. Amerikan toplumuyla yarış eder hale geldik. Amerika’da piyasaya sürülen en son Iphone telefonu ertesi gün biz de satın alma telaşına düştük.
Bizlere çocukluğumuzda en önce öğretilen iki şey; elimizdekinin kıymetini bilmek ve tutumlu olmaktı. Bu kültürün paralelinde okullarımızda da öğretmenlerimizin "Yerli malı Türkün malı, her Türk onu kullanmalı" sözü eşliğinde yetiştik. O güzel deyiş sanki ilk günkü gibi kulaklarımda çınlıyor.
O yıllarda, ülkemizin geneli gibi, çoğu ailenin durumu da pek iyi sayılmazdı! Bir pantolonunuz yıprandığında ya terziye verirdik ya da çoğunlukla evde onarıp kullanmaya devam ederdik. Yamalı gezmekten gocunmaz, utanmazdık. Zaten hepimiz öyleydik. Hiç olmuyorsa, pantolonun yıpranın diz altı bölümü kesilir ve sonra aynı pantolon kısa pantolon olarak giyilmeye devam edilirdi. Herkes böyle yaptığı için de kimse kimseyi garipsemezdi. Ayakkabılar da eskiyince atılmaz, ayakkabı tamircisine, kunduracıya götürülüp ayakkabının altına pençe çaktırılır ve kullanılmaya devam edilirdi. Elimizde ne varsa, son kullanım ömrüne kadar tepe tepe ama özenle kullanmaya ailece gayret ederdik.
En mutlu günlerimiz, dini bayramlarımızın arife günleriydi, çünkü o gün çarşıdan bayramlık yeni giysilerimiz ve potinlerimiz alınırdı. Bir çift ayakkabı, bizi sanki dünyanın en mutlu insanı yapardı. Bu arada bizler büyüdükçe küçük gelen kıyafetlerimiz, ayakkabılarımız atılmaz, bizden sonra gelen ve bazen henüz doğmamış kardeşlerimize bırakılmak üzere naftalinlenerek bir dolapta özenle saklanırdı.
O dönemde Türkiye’nin pür meali de bundan pek farklı değildi. Şimdiki gibi nerdeyse her sokakta bulunan AVM’ler yoktu. Onların yerine Beyazıt’ta Kapalı Çarşımız, Eminönü’nde ise Mısır Çarşımız ve Mahmut Paşamız vardı. Hoş bu çarşılar bugün de var olmaya da devam ediyorlar ama bu çarşılar şimdilerde daha ziyade kuyumculara, turistlere ve bazen de ucuz kıyafet arayanlara hizmet eden yerler haline dönüştüler. Biraz hüzünlü biraz gönlü kırık buralardaki her dükkânın, köşe başına bekleyen esnafın. Her türlü alışveriş burada yapılır, büyük bir sevinçle evlere dönülürdü.
Alışveriş dediğime bakıp, bizleri marka peşinde koşan, marka özentisi olan tipler sanmayasınız sakın. Öyle marka nedir aramazdık. Şimdikilerdeki gibi, bilakis marka meraklısı olanlar, bununla hava atmaya çalışanlar, markalı giyinenler görgüsüzlükle de suçlanırdı. Zaten marka takıntısı olanların mekanları bu saydığım tarihi çarşılar değildi. Onlar İstiklal caddesi, Harbiye, Osmanbey, Şişli ve Nişantaşı gibi yerlere alışveriş yapmaya giderlerdi.
Her ne alacaksak, bize yakışan ve hesaplı olması yetiyordu. Alışveriş anlayışımız, çarşıdan en iyiyi en ucuza almaktı o zamanlar. Çünkü, paraya sahip olmak kadar, parayı harcamak da her zaman olduğu gibi bir kültür olarak görülürdü. Yani kısaca annelerimiz, babalarımız ayaklarını yorganlarına göre hep uzatmayı tercih ettiler. Bu kültürü bize yaşayarak aşıladılar.
Bu güzelim kültür, klişe tabirle, 1980’lerde ülkemizde neoliberal rüzgarlar ülkemizde esmeye başladığında, değişmeye yüz tuttu. Daha çok tüketime yoğunlaştık. Kaynaklarımızı bilinçsizce tüketen bir toplum olduk. Çoğu şeyi dışarıdan ithal eden bir ülke olmaya başladık. Belki toplumca dünyaya entegre olduk ama dünya kadar derdi de ülkemize taşıdık. Amerikan toplumuyla yarış eder hale geldik. Amerika’da piyasaya sürülen en son Iphone telefonu ertesi gün biz de satın alma telaşına düştük. Kıyafetlerimiz değişti. Kenar mahallede, yoksul semtlerde yaşayanlarımız bile markalı giyinmek, giydikleriyle adam olmak için zengin çocuklarını aratmayacak şekilde, çılgınca para harcamaya başladı. Parası olmayan kredi kartına yüklendi. Sahip olduğumuz imkanların ötesinde bir hayat talep etmeye, filmlerde gördüğümüz zengin hayatları sürmeye kendimizi adadık. Şüphesiz “borç yiğidin kamçısıdır!” sözünü eskiler de kullanırdı ama günümüzde bankaya borcu olmayan yiğidimiz kalmadı. Kimse de bundan rahatsız olmuyor. Oysa az tutumlu olsa, elinde avucunda olanla bir süre yetinse, kolaylıkla düzlüğe çıkacak. Ama düzlük isteyen kim? Bir yolu bulunur deniyor, kredi kartına olabildiğince çok sayıda taksit yaptırılarak, taksitli alışverişlerle gün kurtarılmak isteniyor. Har vurup harman savurmaya devam ediliyor.
Tutumluluk, gıda, zaman veya para gibi tüketilebilir kaynakların tüketiminde tutumlu, idareli, ihtiyatlı veya ekonomik olma ve israf, savurganlık veya savurganlıktan kaçınma niteliğidir. “Ayağını yorganına göre uzat” sözünü herhalde pek bilen de kalmadı. Ölçüsüz harcamalara karşı uyarı niteliğindeki bu söz, aslında yukarıda anlattığım her şeyin bir özeti gibidir. Hayatı anlamış, olgun insan, ölçüsüz harcama yaparsa ileride zor duruma düşeceğini bilir. Harcamalarında maddi durumuna göre yapar. Varsa harcar, yoksa elindekilerle yetinir. Borç yapıp, telefon, saat, kıyafet, ayakkabı vb. almak için etrafındakilerle yarışmaz. Buna ihtiyaç da hissetmez.
Geliriyle-giderini ayarlayabilen bir kimse ölçüsüz harcamalarının kurbanı olmaktan kendini rahatlıkla korumasını bilir. Kazancının hepsini harcamayarak, bir kısmını biriktiren, eşyasını iyi kullanan, zamanını değerlendiren ve sağlığını koruyan insanlara “tutumlu insan” denir. Sahip olunan imkânları ihtiyacı kadar harcama, aşırı harcamadan kaçınma, idareli kullanma gibi tutum ve davranışlar, tutumlu olmakla ilgilidir. Tutumlu insan yarınını düşünür ve geleceğe yatırım yapar. Her şeyini bugün harcayıp, yarınlarını düşünmemezlik etmez, edemez. Müsriflik yapamaz. Elinde bulunan herhangi bir şeyin kıymetini bilmeyenler gibi, ölçüsüz bir şekilde harcama yapmak istemez. Elindekinin kıymetini bilir, ziyan etmez. Elinde varken, aynısından bir daha almaz. Bu nedenle de tutumlu insanlar kimseye muhtaç olmadan geçinmesini, ailelerine bakmayı bilirler. “Sakla samanı gelir zamanı.” anlayışıyla hareket eder. “Bol bol yiyen, bel bel bakar.” misali ortada koca göbeğiyle dolaşmaz. Yediklerinde de ölçülü olduğundan, yiyeceği kadar yemek yapar, hiçbir şeyi ziyan etmeden tüketmeye bakar.
İnsanlar gibi ülkeler de tutumlu olmak durumundadır. Ülkeler de gelirlerinin tamamını harcamayarak, bir kısmını gelecek nesiller için yatırımlara dönüştürmelidir. Ülke geleceği, ihtiyaçları için yatırım yapmak gerekir. Bunun için ülke kaynakları tek başına yeterli olamayabilir. Bazı durumlarda dışarıdan borç alınarak yatırım yapılması, bu yatırımların ülkeye gelir getiren fabrikalara dönüşmesi beklenir. Bu durumda alınan borçlar fayda getirir. Ancak sadece gelişigüzel harcamak, başkasının parasıyla fabrika yatırımları yapmak yerine sadece bayındırlık hizmetlerinde bu parayı kullanmak, ülkeyi borç bataklığına sürükler. Tutumlu olmayan ülkeler, ekonomik olarak dışa bağımlı hale gelir. Bugünlerde hükümetin dış borç arayışında olduğunu hepimiz biliyoruz. Özellikle de Körfez sermayesi ülkeye çekilmeye çalışılıyor. Birleşik Arap Emirliklerinden 51 milyar dolar bulunmuş ama bu paranın nereye ve nasıl harcanacağı bile bilinmiyor. Şimdi Emirlik lütfederse, bu parayı bizde hangi yatırımlar için kullanacağını öğreneceğiz. Yatırım dediğime de bakmayın sakın. Bizim malları yok pahasına satın almak, çalışan birkaç kurumumuzdan nemalanmak tek hedefleri. Zaten başka türlüsünü beklemek de olmaz. Parayı verenin, senin ülkenin geleceğini düşünecek hali yok ya.
1882’de Duyunu umumiye oldu. Borçlarımızı ödeyemez duruma düşmüştük. Tuzdan bile alınan vergiler bu borçlar için yabancılara ödenmeye başlanmıştı. Şimdilerde tekrar o yolda gidiyor gibiyiz. Boşuna dememişler, "tarih tekerrürden ibarettir" diye. Bozulan ülke şartlarında, ekonominin yerlerde süründüğü bugünlerde her birimiz artık “ayaklarımızı yorganımıza göre uzatmalıyız!” Fakir fukaraya verecek devletin pek parası kalmadı. Düştüğünüzde etrafınızda kimse olmayabilir. Ona göre adam gibi harcamayı, tutumlu olmayı, elde varken bir ikincisini almamayı öğrenmemiz gerekir. Ya da hayatın akışı ülkemizde bunu hepimize önümüzdeki günlerde öğretecek gibi gözüküyor. Umut edelim ki bu kötü duruma düşmeden düzlüğe çıkarız, bir yerlerden bulunacak paralarla akıllı yatırımlar yaparız. Böylece umarım gelecek nesillerimiz bizim bugün zorlandığımız bozuk ekonomik şartlarda yaşamak zorunda kalmadan güzel hayatlar sürme fırsatını yakalarlar.
Sevgi ve saygıyla kalın