Site İçi Arama

kultur-sanat

Kabadayılığın Kitabı Bir Dönem Karagümrük'te Yazılmıştı

Eski zamanlarda kabadayılığın bir raconu vardı. Bu yeni yetmeler bu raconu da yok ettiler. Delikanlı adam racona uyardı. Temel kural efendi olmaktı. Sağa sola bıçak çekmek, küfretmek, hele ki kadın dövmek racona uymazdı.

Karagümrük, ailemin ve ondan önceki ebeveynlerimin doğup büyüdükleri semtin adıdır. Tahmini 400 yıllık bir geçmişi olan bir aileden geliyorum. Ailem kuşaklar boyunca Karagümrük’te yaşamış. Ben de Karagümrük'te doğdum, o büyük ailenin bir parçası oldum. Hep bu büyük ailenin bir üyesi olmanın onurunu yüreğimde hissetim.

Hırka-i Şerif camisinin üst kapısının karşısında bulunan büyükçe bir konakta dünyaya gelmişim. Ben çocukken surların dışarısı İstanbul sayılmadığından, o dönemde bizim bildiğimiz İstanbul’un yarısı Fatih, diğer yarısı da Beyoğlu idi. Beşiktaş’tan ötesi ise İstanbul'un yazlık bölgesi sayılırdı. Sadece vapurla geçilebilen boğazın ötesi de İstanbullular için karşıydı. Yani kısaca karşı sahil İstanbul’dan sayılmazdı. Ağır abilere göre Haliç’in bu tarafında, Karagümrük semtinin kabadayıları meşhurdu. Diğer yanda ise kontrol Tophanelilerin elindeydi. Civar semtlerin çakma kabadayıların da adı ara sıra duyulurdu ama onların namı fazla yürümez, zaman içinde pis işlere karıştıklarından yok olup giderlerdi. 

O dönemlerde kabadayılar mahallede olup bitenden sorumluydu. O zamanlar kabadayı deyince akla öyle suç çetesi filan değil, haklının hakkını haksıza yedirmeyen, gözü pek insanlar gelirdi. Mahallenin büyüklerine saygısızlık yapmayan, konuşurken ağdalı İstanbul şivesiyle düzgün konuşan, kadınları ve çocukları koruyan sağlam insanlardı onlar. Bir yamuk, yanlış gördüklerinde sadece bir kere uyarırlardı. Önce yüz yüze gelmezler, "uç bakalım" söyle, düzelsin diye veletleri gönderirlerdi. "Façasını bozdurmasın bana" kullandıkları racon cümlelerinden sadece birisiydi. Bu tür ifadelerin içinde büyük manalar olduğunu muhatabı olanlar çok iyi bilirler, ona göre kendilerine çeki düzen verirlerdi. 

Kabadayılar kendi aralarındaki adaleti de daha çok ustura, bıçak gibi kesici aletlerle sağlarlar, ateşli silahları pek kullanmazlardı. Sonraki zaman içinde, ateşli silah işin içine girdi, zaman ve söylem değişti. Bizim mahalleden birisi çıkıp, bu aleme yeni bir söylem getirdi. "Mermi manyağı yaparım" sözünü dillere pelesenk etti. Bu söylem, bizim zamanımızın kabadayılarına özgü bir şey değildi. Nihayetinde silah çıktı, mertlik bozuldu gibi bir durum ortaya çıktı. Karagümrük’ün hakiki kabadayılarının görseler utanacakları bir tablo, bir manyak sayesinde Karagümrük’e maalesef mal edildi.

Eski zamanlarda kabadayılığın bir raconu vardı. Bu yeni yetmeler bu raconu da yok ettiler. Oysa racon, kabadayı kültürünün özüydü. Biz bu kelimenin ne anlama geldiğini ağır abilerimizden zamanında öğrenmiştik. Siz bakmayın şimdi kendilerince racon kesen siyasilere ve sahte kabadayı müsveddelerine. Delikanlı adam racona uyardı. Temel kural efendi olmaktı. Sağa sola bıçak çekmek, küfretmek, hele ki kadın dövmek racona uymazdı. Korkmayan insan yoktur, herkes bir şeylerden korkar. Önemli olan kaçmamaktır. Kabadayı adam korkularının üstüne giden adamdı. Nezaket ve saygılı olmak kötü bir şey değildir. Teşekkür etmek rica etmek efendi adama çok yakışır. ‘Öküzlük’ raconda yoktu. 

Kadına el kalkmaz, kötü söz söylenmezdi. Eğer birisi karısını dövüyorsa aile içi kavga, aile arasında olur denmez, buna müdahale edilirdi. Gerekirse adam adabınca ve usulünce mahallenin kabadayıları tarafından bir posta dövülür, hizaya gelmesi sağlanırdı. Kız kardeş ahlaksızlık yapıyorsa çekilir bir köşeye kendisiyle konuşulur, ufaktan ikaz yapılır, dinlemezse onun ‘ahlaksızlığına’ ortak olan erkeklere gereken ceza racona göre kesilirdi. 

Bir kabadayı için kavga etmek en son çareydi. Efendi insanlara saygı ve sevgi de sınır yoktur. Gerçek bir kabadayı, yürekli adam olarak nahoş olayları efendilikle çözmeyi denerdi. Eğer bir şekilde kavgaya tutuşulacaksa, vuracaksa, işi uzatmadan dalardı. Mugalataya (gevezeliğe) yer vermezdi. Sopa, bıçak, silah karşı taraf çekmedikçe çekilmezdi. Güçsüz ufak tefek adam ağır hakaret etmediği sürece dövülmezdi. Sarhoşa el kalkmaz, akıllı olmaya davet edilirdi. "Akıllı ol, aklını alırım" diye son bir kez ikaz edilirdi. 

Delikanlı adam temiz olur. Leş gibi kokanlar adam yerine konmazdı. Emek harcamadan başkasının malına el koyanların yaptıkları kabadayılık sayılmaz, eşkıyalık, basitlik olarak görülürdü. Düstur buydu. Delikanlı adam haraç kesmez, hava parası almazdı. İster amele olur ister doktor. Delikanlı adam çalışır kazandığını yerdi. Kimseye de hesap vermezdi. Delikanlı adam başkasına yapılan haksızlığa sesini çıkarırdı. Susarsa kendisini "kahpelik" yapmış sayardı. Delikanlı adam kimseye sırtını yaslamazdı. Takdiri hak edeni, sevmediği biri bile olsa takdir ederdi. Kabadayıların dünyasında düşmanlık vardı ancak kahpelik yoktu. Pusu atılmaz, linç edilmez yani tek kişiye sürü halinde saldırılmaz, yere düşene vurulmazdı. 

Delikanlı adam sadece bir şey için ağlama hakkına sahipti. Ağlaması sesli değildi. Göz yaşları dışına değil, içine akıtırdı. O da yetim ve öksüz gördüğünde ya da bir çocuk kötü durumdaysa örneğin hasta ve iyileşemeyecek durumda ise o zaman duyduğu acıdan kabadayının gözyaşı dökmesi normal karşılanırdı. Geri kalan zamanlarda ağlamak racona sığmazdı. Delikanlı adamın işini iyi yapması beklenirdi. Öğrenciyse dersine çalışması, mühendisse kaliteli malzeme kullanması, öğretmense çocukları başından savmadan öğretmesi istenirdi. 

Nihayetinde Karagümrük’te oturmak, bir kabadayı hayatı yaşamak efsane bir şeydi. Hatta öyle ki Karagümrüklü olmasalar da Karagümrük’ten yolu bir şekilde geçenler bile bu mahallenin havasından suyunu sever, bir daha gelmek isterlerdi. Öyle korkulan bir yer olsa, bir daha gelmek isterler miydi?

Bizim semtin eskilerinin dediği gibi, “Karagümrüklü olunmaz, Karagümrüklü doğulurdu!” Zira Karagümrüklülerin nazarında kabadayılık, efendilikle eşdeğer görülürdü. Bu semtte öyle herkes de kabadayı lakabını alamazdı. Çünkü kabadayı olabilmek, mahalle sakinlerinin kendisine değer vermesi anlamına geliyordu. Toplum kabadayısına değer gösterirdi. Değer vermediğini kabadayı yerine koymaz, çapulcu takımından görürdü. Keşke bugün bizler Karagümrük’ün o eski hakiki kabadayıları gibi hakiki insanlar olabilmeyi becerebilsek. Bugünün dejenere kabadayı geçinen tayfası, onların tırnağı bile olamaz. 

Karagümrük’te oturma fırsatım kalmasa da doğup büyüdüğüm konak yerli yerinde duruyor. Kapak resmindeki konakta doğmuşum. O ev hâlâ dimdik ayakta. Ailecek bir vakfın geçici kullanımına bu konağı verdik. Şimdi başka yerlerde oturuyor olsak da, bu konağın manevi değeri ailem için çok büyük. Bize Karagümrüklü olduğumuzu hatırlatıyor, bizim ailecek Karagümrük’le bağımızı koruyor ve bir dönem birlikte yaşadığımız bu semtin sakinleriyle olan bağımızın abidesi olarak yıllara meydan okumaya devam ediyor. O da Karagümrük’ün efsane kabadayıları gibi şehir hayatına, yanında yükselen apartmanlara kabadayılık yapıyor, iyi ki de yapıyor.

Saygı dolu sevgiyle.

Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Tüm Makaleler

  • 26.01.2024
  • Süre : 4 dk
  • 1812 kez okundu

Google Ads