Site İçi Arama

kultur-sanat

Kelimelerin Gücü

Ruslar mangal yapmaya "şaşlık" diyorlar, hem de bunun Türkçe sözcük olduğunu bilmeden. Türkçe olduğunu söylediğimde şaşırıyorlar. Bildiğimiz şişlik et. Sadece et kısmını atmışlar, "şişlik" de ses değişimi ile "şaşlık" olmuş.

Eskiden beri ilgiliyimdir aslında. Ama özellikle son zamanlarda sözlükte sözcük incelemek hoşuma gidiyor.

Geçenlerde bakınırken "söğüt" sözcüğünün öz Türkçe olduğunu öğrendim. Tam kesin değil, ama "Söğüş"de aynı kökten geliyor olabilirmiş, karşılığı olarak "kızartmak", "kebap etmek" yazıyor sözlükte.

"Söğüt" için de "her türlü yakacak odun" diyor etimolojik sözlük. Muhtemelen ilgili sözcükler. Hadi mangal yapalım deriz biz, mangalda kebap yaptık deriz.

Bunun yerine söğüş yapmaya gidelim desek keşke hem mangal hem kebap Arapça sözcükler.

Ruslar mangal yapmaya "şaşlık" diyorlar, hem de bunun Türkçe sözcük olduğunu bilmeden. Türkçe olduğunu söylediğimde şaşırıyorlar. Bildiğimiz şişlik et. Sadece et kısmını atmışlar, "şişlik" de ses değişimi ile "şaşlık" olmuş.

Sözcüklerle konuşuyoruz, aklımızdan geçen konuları, fikirlerimizi sözcüklere döküyor, karşımızdaki kişiye beynimizdeki düşünceleri sözcüklerle aktarıyoruz.

Bazen kimsenin duymasını istemesek de, bir yerlerde yazıya döküyor, bazen kendimize, gelecekteki bize sözcüklerle notlar bırakıyoruz. En azından bazen ben öyle yapıyorum. O anki hislerimi, aklıma gelen bir fikri, daha sonra yapmayı planladığım bazı şeyleri unutmayayım diye not alıyorum.

Bazen de kimle olursa olsun, paylaşayım istiyorum aklımdakileri, yazıya döküyorum, benim için sanki bir arkadaşımla dertleşmek gibi. İçimi döküyorum o an bir anlamda.

Sözcükler bazen kendimizi kendimize, ama çoğunlukla bizi çevremizdekilere, çevremizdekileri bize bağlayan sihirli peri çubukları gibi.

İşte bu yüzden seçtiğimiz sözcüklerin ağzımızdan çıkarken, ya da yazıya dökülürken, aktarmak istediğimiz konuyu karşımızdakinin en iyi şekilde algılamasını sağlayacak özenle seçilmiş olması önemli. Yoksa gerçekte söylemek istediğimizi anlayamaz karşımızdaki.

Bazen içimizde fırtınalar kopuyor olabilir, bir şeye kızmış olabiliyoruz veya o an konu şiddetle karşı çıktığımız bir konu olabiliyor. Böyle zamanlarda yine de ağzımızdan çıkan sözlere çok dikkat etmeliyiz, patladığımız anda bile, bağırıp çığırdığımız anda bile, o anın heyecanına kapılıp yanlış anlaşılabilecek sözcükler kullanırsak, karşımızdaki kişinin algısına ve anlayışına bağlı olarak yanlış anlaşılmamak mümkün değil. Çünkü dilimizden dökülen sözcükler her ne kadar bizim sözcüklerimiz olsa da, karşımızdaki kişiye ulaştığı anda artık onun algısına bağlı olarak ona anlaşılır oluyorlar. Bir bakıma düşünce ve fikirlerimizi aktarmanın bir aracısı diyebiliriz sözcüklere.

Tabii sadece sözcükler değil karşımızdakiyle iletişim için kullandıklarımız, iletişim aracı olarak kullandığımız daha birçok şey var.

Bazen susmak bile bir mesaj veriyor karşımızdakine. Bazen tatlı bir bakış, bazen yüzümüzdeki bir gülümseme, tersine bazen de sinirli bir bakış. Önemli olan aktarım yolu değil, aktarmak istediğimiz duygu, fikir, düşünce.

Geçenlerde bir yerde okumuştum, doğru mudur pek emin olamadım, burnumuz bir milyonun üzerinde koku hissedebiliyormuş, her şeyin bir kokusu var diyordu yazıda, canı sıkkın bir kişinin yanına otursak, mesela bir sinemada, bir parkta, tanımadığımız birinin yanına, bir banka. Can sıkıntısının bile bir kokusu olurmuş, hemen bilinçaltında hissederiz diyordu yazıda ortamdaki gerginliği. Aslında gerginliği hissettiren gerginliğin kokusudur diyordu yazıda. Yüzünü görmesek bile yanına oturduğumuz kişinin gerginliği, bizde de bir gerilim hissi oluşturur diyordu. Kimileri altıncı his diyor böyle durumlar için, ama kimyasal bir tepki demek ki aslında.

Sonuçta diğer duygularımız önemli olsa da, asıl iletişim yöntemimiz bence sözcükler.

Sözcükler anlaşabilmeleri için ortak olmalı, herkes için aynı anlamı ifade etmeli, daha geniş tanımıyla birlikte ortak dil kullanmalıyız, dilimiz ortak olmalı.

Dil doğal olarak durduğu yerde durmuyor, günün şartlarına göre değişiyor, gelişiyor. Aklımızdan geçen kavramları en iyi nasıl ifade edeceğimizi düşünüyoruz ve ona uygun sözcüğü hafızamızda bir yerlerden bulup çıkartıyoruz, sonra da dilimizden o sözcük dökülüveriyor. Bunu öyle hızlı yapıyoruz ki, aslında kendimiz de farkında olmuyoruz bu fiziksel aşamaların.

Bunu en iyi yeni bir dil öğrenenler bilir, doğru sözcüğü aklında bulmak için, söylemek istedikleri konuya uygun sözcüğü hatırlamak için önceleri epey zorlanırlar. Zaman içinde, yeni dili öğrendikçe, o dile alıştıkça diyelim, düşünmeye de başlıyorsunuz yeni öğrendiğiniz dilde, sözcükler dökülmeye başlıyor dilinizden kendiliğinden.

Tabii içinde yaşadığımız toplumun kendince, kendine has sözcükleri oluyor, içinde büyüdüğümüz ortama biz de uyum sağlıyoruz. Bazıları için ise bu genetik özellik halini almış oluyor.

Küçükken Erzurum'da yaşamıştık bir ara, iki üç yıl kaldık orada, ilkokula orada başlamıştım, yazları ablamlara, Kandıra'ya gittiğimizde annemle, sen Erzurumlu olmuşsun derlerdi, dalga geçerlerdi, konuşurken sözlerin sonuna "da" eki ekliyormuşum, bizimkiler halen daha konusu geçtiğinde dalga geçerek hatırlatırlar o günleri. Belki de o yüzden "dadaş" diyoruz Erzurumlulara.

Bazı yörelerin kendine has lehçesi oluyor, bazı şehirler farklı bir aksanda konuşuyorlar, okuduğumuz okulların bile kendince bir dili, hitap tarzı oluyor. Kuleli'den dönem arkadaşlarımın hepsi kardeşimdir mesela, ODTÜ'de herkese hocam deriz. Dolmuşçusu bile hocam diye hitap eder.

İzmir'de çiğdem, gevrek, Adana'da gevşek, İzmit'te asyap booolum, façan yansın, Kastamonu'da mırt mırt, tiride dönmek, Urfa'da aspap, Gaziantep'te topak.

Trakya'nın, Ege'nin, Doğu Karadeniz'in, Doğu Anadolu'nun kendince ayrı şivesi vardır.

Afyon'un, Kastamonu'nun, Erzurum'un, Antep'in, Diyarbakır'ın, Iğdır'ın, Burdur'un, hatta Kıbrıs'ın da şiveleri farklıdır. Hepsinin zamanla kendilerine has konuşma tarzı gelişmiş. Trabzon'u, Ordu'yu, Rize'yi saymama gerek yok sanırım. Buraların şivesi zaten hepimizin sürekli aklında.

Hepsi kültürümüzün renkleri. Kültürel zenginliğimiz.

Azerbaycan'da doğmuş büyümüş, şu anda Türkiye'de yaşayanların lehçeleri, kullandıkları sözcükler, hepsi beni bazen büyülüyor.

Moskova'daki Azerbaycanlılar o kadar güzel konuşamıyor. Tabii bazı sözcükleri yazmayayım şimdi, Azerbaycan'da oralarda günlük kullanımda normal sözcüklerken, bizde farklı anlamı olan sözcükleri de var. Bu konuyu sadece inmeye başlayan uçak için "uçak düşüyor" dediklerini hatırlatarak tamamlayayım.

Burada, Rusya'da türlü türlü Türk lehçeleri var. Başta zorlanıyor insan, ama biraz dinleyince yavaş yavaş anlamaya da başlıyor. Bir zamanlar Yakut Türk'ü birileriyle tanışmıştım, Rusya'ya ilk geldiğim zamanlardı. Kendi aralarında konuşurken "gel bura" dediklerini duyduğumda çok şaşırmıştım, o zamanlar bu kadar iyi bilmiyordum buraları, kendi kültürümüzü de bu kadar iyi bilmiyordum desem yeridir. İlk geldiğim yıllardı, 90'ların sonları, 95 sonrası.

Artık Kültür Birliği için birtakım çalışmalar yapılıyor, ama yapılanlar bence daha çok yetersiz. Biraz da çekinceyle devam ediyor bu çalışmalar anladığım kadarıyla.

Birlik olmamız birçok ülkeyi ürkütüyor sanırım, sonuçta Türk tarihini birçok ülke bizden daha iyi biliyor, o yüzden de korkuyorlar belki de. Birliği engellemek için hepsi fark ettirmeden kendince önlemler alıyorlar.

Bu konuya hepimizin eğilmesi gerekli bence. Geleceğimiz ortak kültür birliğimizde, güç ortak birlik olmamızda.

Şimdilik sadece güncel yanlış iç politikalar, yanlış dış politikalar, yani kendi problemlerimiz zamanımızı yeterinden fazla alıyor, ama dediğim gibi birlik olmak, en azından şimdilik kültür birliği kurmanın yollarını bulmamız lazım.

Kurulmuş organizasyonlar, senelik yapılan toplantılar değil kastım, hepimizin bireysel olarak içselleştirmemiz lazım kardeşlerimizle bir olduğumuzu, birliğimizi içimizde hissetmemiz lazım. Bunun önemini özümsememiz lazım. Derin konular bunlar, sonra vakit olduğunda, başka bir gün döneriz yine, inceleriz detaylarıyla kardeşlerimizi de.

Sözcüklere dönelim şimdilik. Bahsetmek istediğim birkaç konu daha var.

Bir zamanlar, yani imparatorluk olduğumuz günlerde, "Devleti Âliyye" olduğumuz günlerde kültürel olarak çok zengin bir topluluktuk. O günlerin kültürel zenginliği halen daha bizi etkisi altında tutuyor aslında. Bugün bunca farklı kültürel yöremiz olmasının şifreleri o eski günlerde gizli. Ama sonuçta koskoca bir imparatorluk çökmüş, o günler tarih sayfalarına gömülmüş. Bugün için geri dönüş mümkün değil. Her toplum artık kendi başına bir toplum olduğunun bilincine varmış.

Yapılan hataları tarih yazıyor.

O günlerde birçok hata yapılmış, bugün de yapılan hataların çok benzerleri yaşanıyor aslında.

Yapılan onca hata arasında bence en önemlisi Osmanlı Sarayı'nın halktan kopuşu, halk dediğim bir tek Türk olanlar değil, imparatorluk döneminden bahsediyorum, hepsi Osmanlı halkı, hepsinin farklı inançları var, farklı kültürleri var. Müslüman olanlar da var, Yahudi’si de var, Hristiyan'ı da. Rumeli'sinden Trablus'una, Fizan'ından Arabistan'ına, Mısır'ına, Kırım'ına, Sırbistan'ına. Koskoca topraklar. Birer birer elden gitmiş hepsi. Ama hepsi Osmanlı halkıymış.

Zengin saray tayfasının gözlerine şaşalı saray yaşamı adeta bir bağ olmuş, gidişatı görememişler.

Lale devri, borçla yapılan yeni saraylar, lüks hayat!

Cemal Reşit Rey'in yazdığı operasındaki gibi "Lüküs Hayat".

Kontrol elden gitmiş, saray birlikte daha güçlü olunabileceğini, ortak bir gelecek vaadini, refahı, yaşam kalitesini yeterince halka benimsetememiş, hissettirememiş. Halkla apayrı bir hayat yaşamış.

Dolayısıyla da farklı halkların hepsi kendi kaderlerini kendileri kurmak için ayrı ayrı hayallere kapılmışlar. Zamanın ruhu da buna zemin hazırlamış. Milliyetçi akımlar!

İnanç birliği de işe yaramamış, Müslüman olan Arabı da, Hıristiyan olan Sırbı, Hırvatı, Arnavutu, Bulgarı, Romeni, Yunanı, hepsi körüklenen milliyetçi akımlara kapılmışlar. Sonuçta Balkan savaşı, Trablusgarp ve ardından Birinci Dünya savaşı. Sonuç yıkılan koskoca bir imparatorluk!

Arada o günleri düşününce, aslında doğru anlatımla o günleri hayal etmeye çalıştığımda, bir yandan kendimce gurur duyuyorum, koskoca bir imparatorluk kurmuşuz zamanında. Ama bir yandan da derinlerde bir sızı hissediyorum içimde. Elimizde tutamamışız, yazık olmuş.

Allah'tan ardından genç Türkiye'yi kurabilmişiz de günümüz dünyasında halen daha hür bir millet olarak yaşıyoruz. Bugün adını hutbelerde anmamaya özen gösteren kadrolar da olsa, bugünler geçecek diyorum, ben sonsuz minnet duyuyorum hem Atatürk’e hem de silah arkadaşlarına.

Neyse, ne kadar sızlasa da yıkılan imparatorluğa içimiz, artık o eski günler çok gerilerde kaldı, önümüze bakmamız lazım.

Bugün değil imparatorluklar, devletlerin bile yapıları yavaş yavaş değişiyor. Sanki çok eski zamanlara geri dönülüyor.

Bence zamanla şehir devletlere döneceğiz gibi geliyor, aynı bir zamanlar olduğu gibi. Belki de yanılıyorumdur. Zaten benim hayalim soydaşlarımızla kültür ve güç birliği kurmaktan yana, birlikte barış içinde bir yaşam. Dev bir Türk ülkesi değil hayalim, hepimizin az da olsa farklılıklarımız var. Bir kültür birliği, bir güç birliği.

Devleti bir arada tutan birçok etmen var. En önemlisi de bence dil birliği. Kimi iki üç dilli ülkeler, hatta sanırım Afrika'da daha çok resmi dili olan ülke de var. Bugünkü dünya siyasal ortamı ile farklı dilleri de olsa bu ülkeler bir arada durabiliyorlar. Fırsatını bulsalar hemen ayrılık tamamları çalınacak aslında. Hatırlarsanız Katalonya'yı zor durdurdular. O yüzden dil birliği önemlidir. Soydaşlarımızla ortak dil birliği için çalışmaları hızlandırmamız lazım. Gerçi bu işler zaman alır, öyle kolay değil. Türkiye içinde bile yöreden yöreye farklılıklara var, kuşaktan kuşağa da farklılıklar oluyor. Bazen benim kızlar ne diyor ben bile anlamıyorum. Gençlerin kendi aralarında kullandıkları ayrı sözcükler olabiliyor.

Bu yüzden bilmiyorum ne yapılabilir, ancak sanırım önce Türkiye içindeki dil birliğimizi sağlamamız lazım.

Dil birliği derken aynı dili kullanıyoruz ama yine de birbirimizi anlamakta zorluk çekiyoruz demek istiyorum.

Politik sebeplerle oluşturulan kutuplaşmanın bir sonucu da konuştuğumuz aynı dil içindeki ayrışmalarımız.

Muhafazakâr kesim diye kendilerini tanımlayanlarda son zamanlarda Arapça sözcükler kullanma modası başladı.

Özellikle konuşulan konu biraz dini konulara dokunduğunda hemen önce Arapçası söyleniyor, ardından Türkçe tasviri. Ama tasvirde yine bizdeki Arapça sözcükler ağırlıklı olarak kullanılıyor. Kendini muhafazakâr olarak tanımlayan kesim günlük hayatta da ağırlıklı olarak Arapça ya da Farsça sözcükler kullanılıyorlar.

Üstelik sanki toplumu Arap toplumu yapmak istiyorlarmış gibi bin türlü de baskı hissediliyor. Bence özümüze dönmekte fayda var. Hepimizin bu konuda biraz düşünüp karar vermemiz gerekli diye düşünüyorum. Biz kimiz? Kim olmak istiyoruz?

Tanrı sözcüğü bile ayrışma sebebi, halbuki yüce Yaradan’ın Türkçesi "Tanrı", ispatı Orhun yazıtlarında, yaklaşık 1300 sene önce atalarımız kayalara kazımışlar. "Tanrı" sözcüğü Öz be öz Türkçe! Niye kullanmaktan korkanlar olur ki, hiç anlamam.

İngilizcesi "God", Almancası "Gott”, İspanyolcası "Dios", Fransızcası "Dieu", İtalyancası "Dio", Rusçası "Bog", Kırgızca'sı "Kuday", Farsçası "Hüda", Arapçası da "Allah". Aslında doğrusu Al-ilah, bir zamanlar Arap dünyasında bir sürü ilah varmış. Bu konuları tarihçiler benden daha iyi bilir. Eski Arapça tarih kitaplarında da detayları ile o günler anlatılıyor. Ama ben Arap tarihini çok da merak etmiyorum.

Önemli olan bence hepsi aynı, hepsi yüce yaradan, kastedilen her dilde aynı, sadece hepsi yüce Yaradan’ın ayrı dillerdeki kendi tanımı, hepsi yüce Yaradan’ın ayrı dillerdeki adları. O yüzden bizim de Türkçesini kullanmamızda hiçbir mahsur görmüyorum ben.

Zaten kutsal kitabımız Kuran'da bile "anlayasınız diye dilinizde indirdik" yazmıyor mu? (Zuhruf 43/89). Demek Allah da anlamak esas olmalı demiş, dua ediyorsak ezber değil, anlayarak dua etmek gerekli, anlayarak ibadet etmek gerekli. Kaçımız dualarımızı anlayarak yapıyoruz?

Kuleli'de yemekten önce dua ederdik, "Tanrı'mıza hamdolsun, milletimiz var olsun" derdik. Duamızı bile değiştirdiler. Toplum bu konuda bile ayrıştı.

Sadece muhafazakâr kesime değil itirazım, karşı taraf da o kadar masum değil.

Kendini modern olarak tanımlayanlar da Avrupa dillerine özenti içindeler.  Çoğunlukla bu kesimdeki insanlar konuşurken İngilizce sözcükler kullanmayı bir meziyet olarak görüyorlar. Bence bu da hiç doğru değil.

Yabancı dil biliyor olmak güzel, çok da faydalı, ama bir yabancıyla konuşuyorsan o dili kullan, kendi aramızda Türkçe konuşalım.

Bilmiyorum, ben dilimize önem veriyorum. Arada anlamını tam bilmediğim veya merak ettiğim bir sözcük olursa Türk Dil Kurumu sözlüğüne bakıyorum.

Gerçi TDK sözlüğü çok yetersiz geliyor bana, basit bir sözcüğün anlamı için açıp baktığımda bile anlamakta zorlanıyorum nedense. Bazen etimolojik sözlüklerden daha rahat anlıyorum aradığımı. Üzerinde çalışılıyordur mutlaka ama yine de aklıma gelmişken bu konuya da değineyim istedim.

Cumhuriyetin kuruluşu üzerinden neredeyse 100 yıla yakın süre geçti, dilimizden yabancı sözcükleri ayıklamak için, dilimizi yabancı sözcüklerden arındırmak için yeterince özen göstermiyoruz gibi geliyor bana. Ben de farkındayım, ancak toplum bir sözcüğü kullanmayı benimserse, bir şekilde kullanmaya başlarsa, o zaman dilde değişim yaşanır. Zorlamayla dili değiştiremezsiniz.

Ama bizlere de düşen görevler var, dilimizi arındırmak için yapılan çalışmalara katkıda bulunabiliriz. Belki önce kendimizden başlamalıyız. Önemli olan anlatmak istediklerimiz için sözcük seçimleri yaparken öz dilimizdeki sözcükleri kullanmaya özen göstermek.

Fark ettiyseniz ben başladım bile, konumuz "KELİMELER", "kelime" Arapça, Türkçesi "sözcük", bence daha anlaşılır. Yazıda "kelime" yerine "sözcük" kullanmaya dikkat ettim.

Fark etmeye tam bir karşılık bulamadım, "fark" Arapça, belki dikkat ettiyseniz diyebilirdim, ama "dikkat" de Arapça. İlginizi çektiği gibi de denebilir belki, ama "ilginizi çektiği gibi" deyince tam olarak aynı anlamı algılamıyorum. Azerbaycan'da agah olmak diyorlarmış, ama o da Farsça. Biraz daha düşünelim, bekli daha iyi bir sözcük bulurum daha sonra.

Dilimiz çok güzel bir dil, sadece benim fikrim değil, dil bilimciler de öyle söylüyor. Özen gösterilmeyi hakkediyor.

Dilimize özen gösterelim.

Bir de doğru anlaşılmak istiyorsak doğru sözcükleri seçelim ve kullanalım, sözcükler önemlidir.

Moskova'dan sevgi ve saygılar.

Araştırmacı Yazar Deniz BURSALIOĞLU
Araştırmacı Yazar Deniz BURSALIOĞLU
Tüm Makaleler

  • 21.08.2022
  • Süre : 5 dk
  • 1515 kez okundu

Google Ads