Kurumsallık (2)
Kurumsallık kavramının birinci bölümündeki anekdotta “Müşteri her zaman haklıdır” düsturuna iyi niyetle yaaklaşmanın nasıl devasa bir oluşuma sbep olduğunu izah etmeye çalışmıştık. Aynı konuya farklı anekdotlarla devam ediyoruz.
Kurumsallık (2)
Kurumsallık kavramının birinci bölümündeki anekdotta “Müşteri her zaman haklıdır” düsturuna iyi niyetle yaaklaşmanın nasıl devasa bir oluşuma sbep olduğunu izah etmeye çalışmıştık. Aynı konuya farklı anekdotlarla devam ediyoruz.
Bir efsane vardır, ne kadar doğru olup olmamasının ötesinde, oluşan algı bir efsane olarak dolaşmaktadır. Dünyadaki en iyi mühendislik okullarından birisi Stanford Üniversitesidir. Hikâye odur ki, şöyle bir olayın olduğu dilden dile dolaşır;
- Geleneklerine bağlı varlıklı bir ailenin tek çocuğu MIT’de okumaktadır,
- Zamansız bir kaza ile aile çocuklarını kaybeder,
- Yaşlı anne ve baba çok üzgündürler,
- Aile MIT rektörlüğünü ziyarete gider,
- Rektör’ün yoğunluğundan uzun bir süre bekleme salonunda bekletilirler,
- Sabırlı bir bekleyişten sonra nihayet Rektör aileyi kabul eder,
- Aile çocuklarının durumunu anlatıp üniversiteye bir katkı da bulunmak istediklerini söylerler,
- Rektör başsağlığı dileyerek teşekkür eder,
- Aile çocuklarının isminin ebedileşmesini için,
- Çocukları adına bir labaratuvar yapmak istediklerini belirtirler,
- Ama labaratuvara çocuklarının isminin verilmesi şartıyla gereken hibeyi yapacaklarını beyan ederler,
- MIT gibi bir okulda bir mekâna isim vermenin belli protokolleri olduğu belirtildikten sonra,
- Rektör çok da fazla önemsemez bir tavırla onları kırmadan bunun mümkün olmayacağını belirtir,
- Son bir gayretle yaşlı baba rektöre “bir üniversite kurmak için ne kadar paraya ihtiyaç olacağını” sorar,
- Rektörde alayımsı bir tavırla 5 milyon dolar kadr yetebilir der,
- Yaşlı adam eşine döner ve “kalk hanım biz kendi üniversitemizi kuralım” der ve oradan çıkarlar,
- Kendi imkanlarıyla çok sevdikleri çocuklarının adıyla Stanford Üniversitesini kurarlar,
- Gerçektende arzu ettikleri gibi bu isim efsaneleşerek ebedileşir.
İnanmak her şeyin başıdır. İnanmış insanları durduracak hiçbir engel yoktur. Azim ve inancın önünde dağlar dahi olsa engel teşkil edemezler. Yeterki bu inanç insanlık adına ve ulvi bir amaç için olsun.
Şu gerçeği de kısaca söylemeden geçemeyeceğim. Eğitim gerçekten çok ulvi ve kutsal bir konudur. Bizim inancımızda da böyledir. Sadaka’da koşulsuz manevi kabul gören tek konu eğitimdir. Eğitim amaçlı yapılan her türlü yardım ve destek koşulsuz kabul olmaktadır, bu yardımlarda ayırım yapılmaksızın her kime veya kuruma yapılırsa yapılsın. Bu o kadar önemlidir ki eğitim amaçlı yapılacak her yardım yapılanın hangi çevreden olup olmadığına bakılmaksızın kabul olunmasıdır. Ne güzel bir haslet değil mi?
“Milletler eğitime verdikleri değerler kadar değer bulurlar.” O nedenle eğitime yön verenler konuyu uzun vadeye yayacak sosyal adalet çerçevesinde ele almak zorundadırlar. Tohumun toprağa atıp filizlenmesi, ağaç olması ve meyva vermesi uzun zaman alır. İstenen meyvenin devşirilmesi plan ve program işidir. Her şeyden önce sosyal adalet, itina ve titizlik gerektirir.
ABD’de uygulanan ayrımcılığın kaldırılması azınlıkları yasal olarak özgür etmekle beraber sosyal patlamaları önlemede yeterli olmamıştır. Yapılan istatisklere göre 1970-80’li yıllara kadar her siyahi 20’li yaşlara gelinceye kadar illaki bir suça bulaşıyor ve bunun neticesinde de en az 1-2 yıl hapishaneye düşüyordu.
Yapılan çalışmalar göstermiştir ki o günün şartlarında bir kişinin yıllık hapishane masrafı vergi ödeyenlere yılda 80 bin dolara mal olmaktaydı. Bu miktar 2 yıl için 160 bin dolar gibi devasa bir rakam olarak ortaya çıkıyordu. Devlet yaptığı çalışmalar neticesinde bazı kararlar almaya karar veriyor. Öncelikle pozitif ayrımcılık yasasını devreye koyuyor. Sonra da suça karışması muhtemel olan azınlıkların çocuklarına daha küçük yaşlardayken eğitim amaçlı üniversite öncesi karşılıksız 40 bin dolar kadar eğitim bursu verme kararı alıyorlar.
Alınan bu pozitif ayrımcılık kararından sonra azınlıklar’da var olan 20’li yaşlara kadar suça bulaşma oranı %80-90’lardan %20’lere düşüyor. Yalnızca eğitim amaçlı kullanılabilen bu destek meyvelerini kısmende olsa vermiş oluyor. Hastalığın kaynağı bataklığı kurutmaktan geçer.
General Motors (GM) dünyadaki sayılı otomobil firmalarından birisidir. Uzak görüşlülüğü anlatmak için şöyle bir anekdot anlatılır. 1950’li yıllarda GM CEO’su o yıllardan birisinde elde edilen kardan oyuncak bir araba için yüklü miktarda bir bütçe ayırır. Bu parayla o gün ilk okulda olan çocuklara bu oyuncak arabaları dağıtır. Ayrılan bütçe bayağı bir meblağ tuttuğundan günün sonunda bu harcama CEO’nun işine mal olur. Harcama yersiz ve zamansız bulunur. CEO gönderilirken bir mektup yazar ve bunun 15-20 yıl sonra açılması adına şirketin hukuk bürosuna teslim eder. Aradan epey bir zaman geçer bu mektupta unutulmuştur.
- Firmanın satış oranları her yıl hedeflenen planlama çerçevesinde ilerler,
- Aradan 15-20 yıl kadar süre geçmiştir,
- Aniden planlanan hedefler dışı beklenmedik satış rakamları ortaya çıkar,
- Şirket yöneticileri beklenenin dışında gelişen bu artışa pek bir anlam veremezler,
- Ama artış dikkat edilecek kadar fazla olduğundan konu teferruatlıca araştırılır,
- Bu arada kasaya kilitlenmiş olan mektup akıllarına gelir,
- Açılıp okunduğunda konu anlaşılır,
- Lüzumsuz harcama diye işinden olan CEO’nun uzak görüşlülüğü ortaya çıkar,
- Onbeş-yirmi yıl önce oyuncakların dağıtıldığı o çocuklar büyümüş ve üniversitelerden mezun olmuş ve yeni işe başlamışlar,
- Çocukken kendilerine verilen oyuncak araba markası o kadar yıllar içerisinde bilinç altlarına yerleştiğinden;
- Yeni işlerine başlayan bu insanların çoğunluğu hayallerini süsleyen bu oyuncak araba markasının gerçeğini almaya başlamışlar,
- Satış rakamlarındaki beklenmeyen artış 15-20 yıl önce bilinç altına yerleştirilen bu nostaljik hayalin neticesidir.
İlginç değil mi? Bir yöneticinin şirketinin geleceğine böyle bir vizyonla yaklaşması. Herhalde uzak görüşlülük denen de bu olsa gerek.
Fark yaratmak için raflar dolusu kitaplar okuyup akademisyen olmak gerekmiyor. Girişimcilik ve kıvrak zekâ kalıcı dokunuşlar yapar. Bu da o yöneticinin şirketini ne kadar sahiplendiğini gösterir.
Farklı bir bakış açısıyla yine bir oyuncak konulu şu anekdotta manidardır. Seneler önce bir filim izlemiştim.
- Filmin konusu oyuncak üreten bir firmanın yönetimiyle alakalıydı,
- Yapılan oyuncaklar 8-12 yaş grubuna hitap ediyordu,
- Çalışanlardan birisi okulların tatil olmasından dolayı evde yalnız bırakamadığı 11 yaşındaki çocuğunu da işe getirmişti,
- Ofisinde oturmasını söyleyip meşgul olması içinde yanına birkaç oyuncak bırakmıştı,
- Öğle yemeği arasında ofiste bıraktığı çocuğuna uğrayan baba şok olmuştu,
- Vakit geçirmesi için yanına bıraktığı oyuncaklarda çocuk bazı değişiklikler yapmıştı,
- Baba biraz da kızarak,
- Evladım neden bozdun bu oyuncakları,
- Şimdi ben ne diyeceğim diye sitem ederken,
- Çocukta çünkü eski hali yanlıştı ben istediğim şekilde düzelttim diyordu,
- Baba biraz daha kızmıştı,
- Babanın yüksek sesli sitem etmelerini tesadüfen oradan geçmekte olan fabrika sahibi duyar,
- Merak ederek ne oluyor burada, nedir bu bağrışmalar diye sorar,
- Baba mahcup bir şekilde durumu izah eder,
- Patron yapılan değişikliklere dikkatle bakar ve çocuğa dönüp,
- Böyle daha mı iyi diyorsun diye çocuğa sorar,
- Çocuk gayet emin bir şekilde neden değişiklik yaptığını anlatır,
- Patron çocuğa kızmadan ofisten çıkar.
Aradan geçen birkaç gün içerisinde patron konuyu tasarımcılarıyla konuşur. Bazı deneme anketler yaptırır. Sonra bir karar alır. Çocuğun babasını ofisine çağırır.
- Senin çocuk ne yapıyor, iyi midir diye sorar,
- Baba endişelidir ve geçmiş konu için yine özür diler,
- Baba kaygılanmıştır,
- İstenirse telafi için o oyuncakların parasını ödeyebileceğini söyler,
- Patron hayır hayır gerek yok der,
- Yalnız sen o çocuğu alıp bana bir uğrayın der.
Bu arada baba daha da kaygılanmış olup olanlara anlam vermede zorlanır. Yapılan zararı ödemeyide kabul ettiğine göre neden çocuğu istiyorlar diye kendi kendine sormadan edemez. Yapacak bir şey olmadığından çocuğuda fazla üzmek istemez artık.
- Baba ertesi gün çocuk ile iş yerine giderler ve patrona çıkarlar,
- Patron çocuğu yanına alır ve üretim hattında gezintiye çıkarır,
- Çocuk şu şöyle olsun bu böyle olsun diye yerli yersiz bazı yorumlar yapar,
- Patron dikkatle dinler,
- Babaya çocuğunun tatili boyunca fabrikaya gelebileceğini söyler,
- Çocuk tüm tatili boyunca fabrikaya gelir,
- Patron çocuğun serbest olmasını ve ne isterse yapabileceğini çalışanlara bildirir,
- Bu arada çocuğun her hareketi uzman bir ekipce dikkatlice izlenip patrona rapor edilir,
- Zaman zaman patron bizzat kendisi çocuğa eşlik eder.
- Bu sosyal deney farklı uzman ekiplerce dikkatle incelenip analiz edilir.
.................
Patron nihayet karar verir ve çocuğu fabrikaya Genel Müdür yapar. Yapılan tüm tasarımlar ve oyuncaklar çocuğun istediği şekilde düzeltilir. İlginç bir şekilde oyuncaklara olan talepler artar. Oyuncakları alan hedef kitle çocuklar olduğundan yeni Genel Müdürün önerileri onlara daha çok hitap etmektedir. Patron durumu keşfetmiş ve bu ilginç yaklaşımıyla iyi bir rakabet ortamı yakalamıştır.
Uygun yer ve zamanda alınan cesaretli kararlar yapılan iş veya kurum için “can suyu” olabilecek fırsatlar çıkarır. Günümüz zorlu rekabet ortamında oluşturulacak vizyonun temeli girişimcilik, sağlıklı risk, adalet ve liyakat esaslarına dayandırılması elzemdir. Her iş ehline verilmelidir ve hiç kuşkusuz her işin bir ehli vardır.
Başarmak için “inanmak, güvenmek ve umutlu olmak” gereklidir.
Kurumsallık konusuna farklı anekdotlarla devam edeceğiz...