Site İçi Arama

kultur-sanat

Kurumsallık (3)

Kurumsallık kavramının önceki bölümlerinde “Müşteri her zaman haklıdır” ve “Kurum geleneklerinin olgusu ile öngörülebilir vizyon oluşturan liderler” konularına bazı anekdotlarla değinmiştik.

Kurumsallık kavramının önceki bölümlerinde “Müşteri her zaman haklıdır” ve “Kurum geleneklerinin olgusu ile öngörülebilir vizyon oluşturan liderler” konularına bazı anekdotlarla değinmiştik. Bu bölümde de “yerinde ve zamanında alınacak ticari risk ve vizyon” konusuyla alakalı anekdotlara yer vereceğiz.

2000’li yıllarda Umman’da bulunmuştum. İklim çok sıcak. Normalde 40 derecenin altına düşmez. Kışın bile en soğuk gün 25-30 derece arasında olur. 7-8 aylık bir de çocuğumuz var. Havalar aniden 18 dereceye düştü. Hep sıcağa alıştığımızdan üşüdüğümüzü hissettik. Ben ve eşim için fazla sorun yoktu ama oğlumuz bayağı hareketli olduğundan onun ani üşümesinden kaygılandık. Klimalarda da sıcaklık özelliği yoktu. Markete gidip sıcak hava üfleyen bir aygıt almak zorunda kaldık. İşin tuhafı böyle bir ürünün bu iklimde satılmasına da şaşırmıştım. Neyse geçici olan bu durum birkaç gün sonra eski normal duruma geçmişti. 3 günlük için dahi olsa bir daha hiç kullanmayacağımız bu elektrikli ısıtıcıyı çocuğumuzun sağlığı için almıştık.

Bu ısıtıcı olayına olan şaşkınlığımı daha sonra çalıştığım bir elektronik firmasının patronuyla ilgili anekdotta da bulmuştum. Çalıştığım bu firma kendi alanında oldukça büyük bir firmaydı. Şirket aile şirketiydi ve patron alaylı olarak bu seviyelere gelmişti. Anlayacağınız ilk okul düzeyinde eğitimi vardı. Yalnız müthiş bir ticari girişimciliği vardı. Benim Ummandaki olayıma benzer bir durumu nasıl kazanca dönüştürdüğünü duyduğumda bayağı şaşırmıştım.

Bizim patron bir ara tatil için Kostarikaya gitmiş. Çarşıyı pazarı gezmiş. Bir gece serinleyen havadan kendisine gelen parlak fikirle hemen şirketini arayıp Kostarika’ya acil elektrikli ısıtıcı ihraç edecekleri talimatını vermiş. Yöneticiler şaşırmışlar. O sıcak ortamda elektrikli sobayı ne yapacak diye pek bir şey anlamamalarına rağmen gerekli işlemler yapılıp ihracat gerçekleşmiş.

Daha sonra talep patlaması olduğundan kısa sürede bizim patron 150 bin ısıtıcıyı Kostarikaya satmayı başarmış. Benim Umman’da yaşadığım benzer olaydan ticari bir atılım yapmak çok da işletme veya MBA yapmanın gerekmediğini görmüştüm. Bunu eğitimin önemini küçümsemek amaçlı demiyorum. Girişimci ve lider olmak farklı bir şey olsa gerek. Ticaretin sağlıklı risk alabilme işi olduğunu ilk elden görmüştüm. Doğru yer ve zamanda doğru adımlar atabilme riskini alabilmek önemlidir.

15 bin kadar çalışanı olan bir firmada yönetici olarak çalışıyordum. İçinde bulunduğumuz Organize Sanayide meşhur bir köfteci vardı. Ara sıra değişiklik olsun diye öğle yemeklerine buraya giderdik. Yalnız bu köfteci çok meşhurdu. Öğle yemek saatlerinde de süre kısıtlı olduğundan buraya erken gelinmezse yer bulmak bayağı zordu. O nedenle aynı masayı tanımadığımız kişilerle paylaşmak olağan durumlardandı. Yine bir öğle yemeği için masamıza bir kişi oturmak için izin istedi.

  • Mahzuru yoksa şu boş yere oturabilir miyim diye sordu,
  • Bizde buyur yaptık,
  • Selamlaşma ve kısa türlü tanışmayla beraber konu konuyu açtı,
  • Masamıza oturan kişinin eskiden tornacı olarak çalışıp ama şimdi Almanya’dan makine ithali yapan bir işi varmış,
  • O gün de orada sattığı bir makineyi kurmak için bulunduğunu söyledi,
  • Biraz samimiyet oluşunca işinin randımanlı olup olmadığını sorduk,
  • Memnun musunuz bu işten? Getirisi iyi mi gibi genel konular soruyorduk,
  • Bu kişinin anlattıkları inanılmazdı,
  • Anlattığına göre şahsın aylık kazancı bizimkiyle mukayese bile edilmezdi,
  • Bayağı cazip rakamlar telefuz ediyordu,
  • İnanmak zordu,
  • Espiri olsun diye bizde mi yapsak acaba böyle bir iş diye sordum,
  • Adam gayet ciddi bir şekilde “siz yapamazsınız” bu iş size göre değil dedi,
  • Biraz ego mu var diye yüzüne bakarken alındığımı anlamıştı,
  • Ooo kusura bakmayın saygısızlık anlamında yapamazsınız demedim,
  • Sizler mühendissiniz bense alaylıyım,
  • Ben Almanya’dan ikinci el makine alıyorum,
  • Az tamirat ve bakım, biraz da boya ile çalışır duruma getirip satıyorum,
  • Ben alaylı olduğumdan siz mühendisler gibi hesap kitap bilmem,
  • Siz alınan makinenin yaşını başını hesap edersiniz, garanti ömrüne bakarsınız,
  • Anlayacağınız mühendisliğiniz ticarette risk almanızı engeller,
  • Ben ise sizin kadar hesap kitap yapamadığımdan belkide bilmem gereken şeyleri bilmemekten kaynaklanan cahil cesaretiyle yapıyorum bu işi.

Adam haklıydı, ticaret farklı bir şeydi. Hayatın çarkları farklı dönüyordu. Aslında kurumsal yapılarda da bu geçerlidir. Kurumsal olduğunu iddia eden şirketler her alana çok okumuş diye akademisyen ağırlıklı üst düzey yöneticileri koyması ne kadar girişimciliktir? Anlam vermek zordur!

Çok iyi bir mühendisi idari pozisyona getirmenin, onu yönetici yapmanın mantıksızlığı bir tarafa, o mühendisin o işi kabul etmesiyse aslında onun iyi bir mühendis olmasını da şüpheli hale getiren bir durumdur. İsimde kurumsallık değil uygulamada kurumsal olmak esas olandır.

Amerika’da bulunduğum senelerde hatırladığım bir anekdotu da “Chrysler” otomobil firmasından vermek istiyorum. Sanırım 1980’li yıllardaydı. Chrysler müthiş bir krizin içine düşmüştü. Neredeyse iflas beyan edeceklerdi. Aslında etmişlerdi de. Şirketin batmaması ve insanların işini kaybetmemesi için büyük bir devlet destekli kredi açılmıştı. O kriz döneminde şirketin başına da Lee Lacoca getirilmişti. Lee, maaşını 1 USD (yıllık) olarak açıklamıştı.

  • Lee, krizden çıkmak için herkesin elini taşın altına koymasını istiyordu,
  • İşe güçlü bir mesaj vererek başlamıştı,
  • Verdiği mesaj çok güçlüydü,
  • Herkesin kazancı şirketin kazancıyla orantılanarak en alt kademeden en üst kademeye sahiplenilmesini gerektiriyordu,
  • Bu da maaş yerine şirket hisseleri verilerek sağlanacaktı,
  • Böylece herkes aynı gemide olduğunu hissedecekti ve böyle bilecekti,
  • İş o kadar ciddiydi,
  • Kâr etmeyen şirketin yüklü maaş ödemeleri yapması olmayan yeni kuraldı,
  • Tabii bu arada yaratıcı fikirler içinde uğraşılıyordu,
  • Çalışmalar semeresini vermeye başlamak üzereydi,
  • Dünyadaki ilk SUV araç Cherokee’yi Chrysler bu hengamede piyasaya sürmeyi başarmıştı,
  • Hepimizin bildiği şu meşhur Cherokee jeep piyasadaydı,
  • Firma birkaç yıl içerisinde düzlüğe çıkmıştı,
  • Şöyle söylemek gerekirse,
  • Yıllık resmi maaşı 1 USD olan Lee’nin yıllık geliri payına düşen hisselerden dolayı yıllık 13 milyon dolardı.

Maaşının 1 dolardan 13 milyon dolar gibi devasa bir rakama ulaşması simgeseldir. Bunu firmanın genel işletme becerisindeki yeniliklere verebiliriz. İşin özü gösterilen gayret ve azimle elde edilen başarıydı. Şirket kazanırsa kazanırım. Yoksa batan bir şirketten medet ummak göreceli bir sorumluluk olurdu. Yapılanlar tam bir kazan-kazan uygulamasıydı.

1960-70’li yıllarda resesyondan dolayı birçok ABD firması krize girmişlerdi. Firmalar ilk iş olarak çalışanlara ayrılan eğitim bütçelerinı kısmışlardı. Eğitimden yapılan kesintilere rağmen gelişmelerine olumlu bir katkı sağlanamamıştır. General Electric (GE) firması farklı bir yaklaşım benimsemiştir. Eğitimden kesinti yapma yerine atıl durumda olan işçileri eğitime tabi tutmuştur. Talebin düşmesinden dolayı üretmeyen personeli işten çıkarma yerine tecrübelerini pekiştirmek ve geliştirmek adına yoğun bir eğitim propramına almıştır. Alanında zayıf olanların yetkinliklerini geliştirmiş. Geliştirilen yetkinlikler doğrultusunda sertifikasyon programları açmıştı.

İlk başta anlamsız bir yatırım gibi görünen bu yaklaşım ile ülke resesyondan çıktıktan sonra GE kendini geliştiren çalışanları sayesinde rakiplerine fark atmışlardır.

Yine GE’den bir örnek vermek istiyorum. GE’nin ilginç bir eğitim politikası bulunmaktadır. Ürün sattığı firmalara ücretsiz eğitim fırsatları sunmaktadır. Çalıştığım havacılık şirketinde bu eğitimlerden 2 tanesine katılmıştım. Gerçekten sıradışı ve çok faydalı bulduğum eğitimlerdi bunlar. Bir defa eğitimler çok yetkin ve şirkette uzun seneler farklı pozisyonlarda görev almış kişilerce veriliyordu.

Öncelikle planlama çok güzel yapılmıştı. Program akışı ve tüm gereklilikler belirtilmişti.

  • İlk eğitim 3 günlüktü. Cuma-Pazar olarak belirlenmişti,
  • Eğitmenin sunum taktikleri mükemmeldi,
  • İlk günkü derse başlamıştık. Eğitmen programı anlatıyordu,
  • Her şey yolundaydı. Program akışının tanımlanması bitmişti.
  • Tam derse başlayacakken eğitmenden çok taktiksel tavır ile bir bildirim geldi,
  • Sınıfa dönerek söylediği şey çok anlamlıydı,
  • Arkadaşlar unutmadan hatırlatmak istedim:
  • “Lütfen gün sonu ders bitiminde cep telefonlarınızı açmayı unutmayınız.”
  • “Tüm gün size ulaşmak isteyenler olabilir.”
  • Başka da bir şey demedi,
  • Daha önceki tecrübelerime dayanarak söylemem gerekirse,
  • Katıldığım tüm eğitim veya toplantılarda insanlar kayıtsız bir şekilde telefonlarıyla oynuyorlar,
  • Bu eğitmenin bu tür centilmen yaklaşımı karşısında hiç kapatmayacaklar da saygıdan cep telefonlarını kapattılar,
  • Taktik çok yapıcıydı ve çarpıcıydı.

Eğitimlerin yapılış tarzı da çok farklı kurgulanmıştı. Tabii ki ücretsiz verilen eğitiminde bir geri dönüşümü olmalıydı. 30 kişilik gruplar halinde ücretle verilse kişi başı ücret 1575 USD. 45-50 bin USD gibi bir rakam ediyor.

3 günlük eğitimin ilk 2 günü ikişer kişilik gruplara ayrılan katılımcıların kendilerinin seçtiği 2 proje üzerinde uygulamalı çalışmayla geçiyor. Son günde de bu projelerin fizibilitesi tartışılıyor. Buraya kadar herhangi bir sorun yok. Ama aklıma gelen bir soruyu da sormadan edemeyeceğim.

3 günlük bu eğitime katılanlar müdür ve başkan düzeyinde kişiler olup birçoğumuz üzerinde çalıştığımız bazı projeleri burada irdelemiş olabiliyoruz. Dikkat ederseniz eğitimi veren firma bu hassas sektörle ilgili 30 kadar ihtiyaç duyulan konu hakkında bir geri bildirim almış olmuyor mu? Gayet tabii bedavadan en çok ihtiyaç duyulan konulara ilk elden erişmiş olabiliyor. Bu eğitimi bir yıl içerisinde en az 30 firmada yaparsa ortaya neredeyse binin üzerinde an itibariyle üzerinde uğraşılan potansiyel proje konularıda kendiliğinden çıkmış oluyor.

Eğitim belki bu amaçla kurgulanmış olmamakla beraber akıllıca tasarlanmış bir yaklaşım diye düşündüm. Bu tür bir kurgu eğitimi veren şirketin global bir öngörüsünüde kendiliğinden sunmuş oluyor. Eğitimi alan firmalar ihtiyaç duydukları konular üzerinde uğraşırken, global bilgiye haiz olan firma bir bakmışsınız sizin tam da düşündüğünüz konuyu hazırlayıp piyasaya sürmüş olabilme şansını yakalamıştır. Güzel bir yaklaşım ve taktik olduğunu takdir etmek gerekiyor. O nedenle de tüketenin değilde üretinin kazandığı bir firma olmaya devam ediliyor. Lider ve marka bir firma olmak böyle olsa gerek.

Konuyu içinden geçtiğimiz zor ekonomik koşullara bir bakış açısıyla toparlarsak, kendimce hissetiğim bir tespiti paylaşmak istiyorum. Alanım olmadığı için fazla iddialı bir yoruma girmek istemiyorum. Hergün duyduğumuz faiz, enflasyon, zam, üretim, döviz, kur, ithalat, ihracat, cari açık, vb. kavramlar havada uçuşuyor. Bunların konuya olan etkisinin doğruluğu ve yanlışlığı ekonomik alandaki uzmanların işidir.

Benim naçizane tespitim şu: Bahsi geçen tüm kavramlar hepimizin içinde olduğumuz serbest ticari yaklaşımın olmazsa olmazlarıdır. İstesek de istemesek de bu kavramlar bir şekilde hayatımızı doğrudan veya dolaylı olarak etkilemektedir. Benim gördüğüm yapılması gereken tek doğru: İnsanların üretime dayalı alım gücünü artırmak tek çözümdür.

Bu konunun uzmanlarca değerlendirileceğine inanarak bir sonraki Kurumsallık konusunda buluşmak dileklerimle.

Serbest Yazar Halil ŞEFİK
Serbest Yazar Halil ŞEFİK
Tüm Makaleler

  • 20.02.2022
  • Süre : 5 dk
  • 1690 kez okundu

Google Ads