Nazar Boncuğu Ne İşe Yarar?
Yok mu bir tahta? Tahtaya vurmak da lazım! Hatta kimileri bir taraflarını da kaşırlar ardından. Kulak memesini çekiştirenler de vardır. Boncuğu da vardır, başka kültürlerde var mıdır böyle bir şey bilmiyorum, ama bizde değer verdiğimiz şeylere nazar boncuğu takmadan olmaz.
Nazara inanır mısınız?
Ben biraz inanırım.
Biraz diyorum, çünkü normalde modern bilim ile insan gözü incelendiğinde nazar diye bir şey olması mümkün değil, bunu biliyorum.
Yine de birazcık olsun içimde nazar inancı vardır.
*
Çünkü insanın doğası henüz çözülemedi.
Özellikle de insan beyni henüz yeterince çözümlenebilmiş değil ve gerçekten beynimizin içinde nazardan etkilenme olması mümkün olabilir gibi geliyor bana.
Bu yüzden özellikle renkli gözlü biri size direk baktığında beynimiz içinde neler oluyor, doğrusu bilemiyorum.
Belki de insanın evrimsel gelişimi ile o bize bakan renkli gözler beynimiz içinde bir şeyleri tetikliyor olabilir ve biz bunu nazar değdi diye tanımlıyor olabiliriz.
***
Geçenlerde bir programda ışık ve ışığın davranışı üzerine yarı geyik, yarı ciddi bir program izledim.
Konu döndü dolaştı, aslında gördüğümüz nesnelerin biz sadece yansımalarını görüyoruza geldi.
Dolayısıyla yapılan geyik esnasında konu beynimizin belki de gerçekte olmayan şeyleri çevreden iletilen bilgilerle sınırlı olmak üzere kendince değerlendirerek bir sentez yaptığına ve beynimizi kandırmanın aslında çok kolay olduğuna geldi.
Çevreden gelen bilgiler bizim duyu organlarımızla elde edebildiğimiz bilgilerle sınırlı.
Eğer duyu organlarımızı bir şekilde birbiri ile koordineli olarak dışarıdan yapay olarak etkileyebilecek olsak diyorlardı, o zaman hiç yerimizden kıpırdamadan belki de yaşamı bir hayal ortamında şu an nasıl yaşıyorsak aynı şekilde sürdürebileceğimize kadar vardı konu.
Tabii bu Matrix filminin senaryosuna getiriyor konuyu.
Senaristleri bu filmde de insanların bedenlerine bağlanmış birtakım kablolarla gerçekte kozalar içinde yaşadığını, ve hayat denilen yaşamı hayal dünyalarında, matris içerisine yaşıyor zannettiklerini konu almıştı.
***
Tabii senaristlerin hayal dünyaları bir yana, biz bu dünyadaki yaşamın gerçek olduğuna oldukça eminiz.
Gözlerimizle gördüğümüz nesnelerin de gerçek olduğuna eminiz.
Ancak filozoflar tarih boyunca bu görme olayının nasıl olduğu üzerine düşünmüş durmuşlar.
***
Bir şeyi görebilmek için ne lazım?
Bir ışık kaynağı lazım. O ışık kaynağından ışık cisim üzerine düşecek, yansıyan ışıklar da gözümüze ulaştığında, görme sinirlerimiz vasıtasıyla görüntü bilgisi beynimize ulaşacak ve beynimiz de bu bilgiyi değerlendirerek göreceğiz.
Sinir hücrelerimizin elektrik ile çalıştığını hatırlatmam gerekli.
Demek ki görüntü bilgisi bir şekilde belki de dijital bilgiye dönüştürülerek sinir hücrelerimiz vasıtasıyla beynimize iletiliyor.
Daha fazla detaya girmeden bugün bildiğimiz bilimsel veriler böyle diyor.
***
Ancak bir zamanlar insanoğlu bu kadar bilgi sahibi değilmiş ki.
Işık nedir onu bile bilmiyormuş.
Düşünsenize bir filozofsunuz ve o günün kısıtlı bilgileri ile görme olayına bir cevap bulmaya çalışıyorsunuz!
***
İşte burada başta değindiğimiz nazar konusu devreye giriyor!
Bir zamanlar görebilmemiz için gözlerimizden ışın mıdır artık neyse, baktığımız şeye bir şey gönderdiğimiz ve geriye yansıyan ışınlar ile görebildiğimiz düşünülüyormuş.
Olur mu öyle şey demeyin!
Henüz her şeyin başında olduğumuz zamanlardan bahsediyorum.
Ayrıca bu da bir yöntem olabilir tabii ki.
Bugün sonar dediğimiz şey nedir sizce?
Radar dediğimiz şey nedir?
Tamam, daha doğal bir şeyden bahsedeyim.
Yarasalar gözleri olmadan nasıl uçabiliyorlar?
Gönderdikleri yüksek frekanslı ses dalgalarının yansımaları ile yönlerini bulmuyorlar mı?
***
İşte bir zamanlar gözlerimizle gördüğümüz şeylerin de bu şekilde gözlerden çıkan iksir ışınların geri yansımasıyla görülebildiği düşünülmüş.
M.Ö. 3’üncü yy’da yaşamış olan Epiküros ve sonrasında bile birçok filozof görebilmek üzerine oldukça kafa yormuşlar ve Epiküros gerek kendisinden önceki filozoflardan olan Demokritos’un görüşlerinden de etkilenerek görme üzerine kendince bir bakış açısı ortaya atmıştır.
Görme üzerine gerek Aristoteles’in görüşleri ve hatta Platinos, Herakleitos gibi filozofların farklı farklı fikirleri olmuş.
Gerçi o zamanın filozoflarının görüşlerinde daha çok dini görüşleri ve tanrılar da oldukça etkili olmuş.
***
Evet, bugün nazar değdi diyoruz, ama işte bu nazar inancı biraz da o günlerden kalma bir inanç.
İnsanların gözlerinden çıkan birtakım ışınların karşısındakini etkilediğine inanıyor bir çoğumuz.
***
Tamam da, bazen gerçekten nazar değmiyor mu?
Bir şey yapmak istiyorsun ve biri bakıyorsa o yaptığın bir şekilde kötü sonuçlanıyor!
*
Bazen de ne yapsanız yapın, o iş bir türlü olmuyor.
Hiç sizin başınıza da geldi mi böyle bir şey?
Birtakım aksilikler çıkar durur ya bazen, aksilikler bir türlü eksilmez?
***
Hayır, bir şey kötüye gidiyorsa devamı da kötü olur, yani Mörfi kanunu gibi bir şeyden bahsetmiyorum.
Normalde kolayca yapabileceğiniz bir şeyi, bir türlü aksilikler yüzünden yapamamaktan bahsediyorum.
Sürekli birtakım aksilikler çıkmasından.
***
Mörfi de aynı şeyi söylemiş işte!
Ne farkı var bu dediğinin Mörfi kanunundan?
Ne bileyim, Mörfi sanki başka başka şeylerin sürekli kötü olmasından bahsediyormuş gibi geliyor bana.
Benim dediğim ise odaklandığın bir işin bir türlü aksilikler yüzünden yapılamaması, kaç kere denersen dene, hep bir aksilik çıkması.
Adeta lanetlenmiş gibi. Nazar değmiş gibi!
***
Yani benim dediğim Mörfi kanunundan biraz daha farklı sanki.
Mörfi daha çok bir işin kötüye gitmesi ihtimali varsa, mutlaka kötüye gider diyor.
Farklı şekilde de Mörfi kanunlarını açıklayanlar var.
***
Kim bu Mörfi ya! Nereden çıkarmış tüm bu saçma sapan kuralları?
Edward Aloysius Murphy Jr. Amerikalı bir mühendis. 1918 yılında doğmuş, 1990 yılına kadar da yaşamış.
1949 yılında ABD Hava Kuvvetleri'nde roketler üzerine deneyler yapan mühendislerden biriymiş.
Deneyler sırasında çıkan aksiliklerden yola çıkarak bugün kendi adıyla anılan o aksilik kanunlarını ortaya koymuş.
Basit bir mühendis nasıl olmuş da bu kadar meşhur olabilmiş peki?
Çünkü bu aksilikleri ve aksilik kuramını bir basın toplantısında dile getirmiş.
Savaş yılları sonrası, demek ki bu konular o zamanlar insanların oldukça dikkatini çekiyormuş.
***
* "Eğer bir işi halletmek için birden fazla olasılık varsa ve bu olasılıklardan biri istenmeyen sonuçlar veya felaket doğuracaksa; kesinlikle bu olasılık gerçekleşecektir."
Tabii bu konularda bir tek Edward Murphy birtakım kurallar ortaya koymamış, Finagle kanunu olarak da bilinen daha basit bir söylem de var.
* "Ters gidebilecek her şey, ters gidecektir."
Bir tek aksilikler üzerine mi kanunlar var?
Hayır!
Mörfi kanunlarının tersine de “Yhprum kanunu” deniyor.
(Yhprum = Murphy kelimenin tersi!).
***
Sebebi ne olursa olsun, biraz batıl inançlar, biraz beceriksizliklerimize bulmaya çalıştığımız bahaneler, belki biraz bilgi eksikliğinden kaynaklanan korkularımız ve bazen de gerçekten öyle inandığımız için nazar diye bir şeyin varlığına bir çoğumuz inanıyoruz.
Aman kimseye nazar değmesin!
Tüü, tüü, tüü… Yok mu bir tahta? Tahtaya vurmak da lazım!
Hatta kimileri bir taraflarını da kaşırlar ardından. Kulak memesini çekiştirenler de vardır.
Boncuğu da vardır, başka kültürlerde var mıdır böyle bir şey bilmiyorum, ama bizde değer verdiğimiz şeylere nazar boncuğu takmadan olmaz.
Nazarlardan uzak bir hafta dileklerimle.
Herkese Moskova’dan sevgi ve saygılar.