Örneklerle Güzel Türkçemizin Kökenlerine İnmek
Kadın, hatun bunlar Soğdca’dan geçme sözcükler (Soğd dili eski bir Fars lehçesi). Her ikisi de aynı sözcük aslında, sadece farklı değişime uğramışlar zaman içinde. Soğdca kraliçe anlamındaki “hwaten” sözcüğü bizde bir yönden kadın olmuş, diğer yönden de hatun olmuş.
Yaşamak!
Ne kadar önemli değil mi yaşamak?
Sözcük olarak yeşermek fiili ile eş kökenli yaşamak.
Yaş, yeşil, hatta yaz bile aynı kökene sahip.
Canlı diyoruz, canı olan. Aslında can dilimize Farsçadan girmiş bir sözcük. Yaşam demek, daha da derine inersek ruh, yani nefes anlamı var.
Tabii ruh ve nefes Arapça sözcükler.
***
Ömür diyoruz, bu da Arapça.
Hayat diyoruz, yine Arapçadan girmiş dilimize.
Yaşamla ilgili ne sözcük varsa ya Arapça, ya Farsça.
Bir tek yaşam Türkçe.
Canlı diye bildiğimiz hayvan sözcüğü bile hayatla aynı kökten geliyor, bu da Arapça.
İnsan bile Arapça.
Aslında Türkçesi var insan sözcüğünün, kişi deriz ya, eski kaynaklarda kişi diye geçiyor, daha çok da er kişi diye geçiyor.
Son yıllarda birey de diyoruz, yeni türettiğimiz bir sözcük birey.
***
Cinsiyet ayrımı içeren sözcüklerimiz de var.
Bugün biz erkek diyoruz, eski hali er kişi.
Bir de adam diyoruz.
Adam da Arapça, insanların atası demek, Adem’den geliyor adam.
Adam gibi adam da deriz de, çok eril bir tabir bu adam gibi adam sözü.
Bu aralar hanımlar epey bir tepki gösteriyorlar eril dile.
Bir yandan da kadın deyin bize diyorlar, bana biraz kaba geliyor kadın sözü, hem Türkçe bir sözcük de değil.
Kadın, hatun bunlar Soğdca’dan geçme sözcükler (Soğd dili eski bir Fars lehçesi). Her ikisi de aynı sözcük aslında, sadece farklı değişime uğramışlar zaman içinde. Soğdca kraliçe anlamındaki “hwaten” sözcüğü bizde bir yönden kadın olmuş, diğer yönden de hatun olmuş. Bugün her ikisi de aynı anlamda dilimizde mevcut.
Hanımlar kadın yerine hatun deyince de kızıyorlar gerçi, halbuki aynı sözcük.
Tamam, sultana da kızıyorlar, sultan da Arapçası.
Voleybolda “Sultanlar Ligi” denmesine ben de karşıyım.
Ne güzel demişti değil mi bir voleybolcumuz, biz filenin sultanları değiliz, biz Atatürk’ün kızlarıyız demişti. İlkin Aydın’dı galiba bunu diyen. Kutluyorum kendisini.
Kız da tamamen Türkçe bir sözcük.
Hanımlar bu kız-kadın ayrımına da kızıyorlar.
Bu arada kızmak ya da kızarmak ile kız sözcüğünün bir bağlantısı yok, kimileri aynı kökten geliyor zannediyorlar.
Kız kısmak ile ilintili bir sözcük.
Kızmak ise zaten kızarmak sözcüğünün evrilmiş hali, kıymak, yani kan dökmek ile ilintili. Renk olarak kızıl sözcüğünün de kökü aynı zamanda.
Renk olarak kırmızı ise Arapçadan (ve/veya Farsçadan) geçmiş dilimize. Daha önce renkler konusunda yazdığım bir yazıda değinmiştim bu konuya.
Bence hem kız, hem kadın yerine hanım demek daha doğru. Her ikisi yerine de kullanılabilecek bir sözcük hanım.
Ben daha çok hanım demeyi tercih ediyorum.
Hanım tamamen Türkçe. Hem de daha hoş geliyor kulağıma.
Ancak yine de hanımlar bilir nasıl hitap edilmek istediklerine. Sadece etimolojik olarak bilsinler istedim kendileri ile ilgili sözcüklerin kaynaklarını.
***
Adam gibi adam!
Üstelik bir de kaptan Eda Erdem Dündar’ın heykelinin açılışında kaptana “adam gibi adam” denince epey bir garip oldu. Dinleyenler epey bir şaşırdı. Şaşkınlıklarını da yüz ifadelerinde gizlemediler.
Çok da severim Türkiye Voleybol Federasyon Başkanımız Akif Üstündağ’ı, dili sürçtü, kısa açılış konuşmasında heyecandan olacak, kaptana “adam gibi adam” deyiverdi.
Bu eril dilden kurtulmak lazım, ben bile bazen yazılarda farkına varmadan eril dil kullandığımı sonradan görüyorum.
Neyse, konumuz voleybol değil, eril dil de değil. Sırası gelmişken bu konuyu da araya sıkıştırıvereyim dedim sadece.
***
Hayvan yerine uzun yıllar canavar demişiz biz, bunu biliyor muydunuz?
Canavar, yani can+aver!
Canavar Fars dilinde canlı yaratık demek, her türlü hayvan.
Var ekini bizdeki var ile karıştırmayın, canı var değil yani, Farsçadaki +aver eki iyelik ekidir, sahiplik anlamında, cana sahip, canı olan.
Aynı cengâver gibi. Cenk Farsça savaş demek. Cengaver ise savaşçı anlamında.
***
Ben de yeni öğrendim, meğerse uzun yıllar dilimizde canavar sözcüğü kullanılmış hayvan yerine.
Asya’daki kimi Türk toplumlarında hayvan yerine halen daha canavar sözcüğü kullanılıyor.
Bizde ise bugün canavar deyince acımasız, kötü ruhlu, zalim, ya da yabani yırtıcı hayvan diye anlıyoruz.
Hayret gerçekten, halbuki bir zamanlar bizim de hayvan yerine kullandığımız sözcükmüş canavar.
Biz sonradan Araplardan duyduğumuz hayvan sözcüğünü daha uygun bulmuşuz hayvanlar için ve değiştirmişiz canavarı.
Üstelik bambaşka bir anlam yüklemişiz canavara.
***
Yaşam! Aslında daha güzel bir sözcük yok.
Yaşam hepimizin doğuştan gelen evrensel hakkı.
Yaşam deyince ise benim aklıma ilkbahar geliyor. Hani doğa canlanır ya ilkbaharda, ortalık yemyeşil olur.
Bugün bahar diyoruz, ilkbahar var, sonbahar var.
Ama bahar sözcüğü de aslında Farsça’dan girmiş dilimize. Fars dili sanırım en çok sözcük devşirdiğimiz dil.
Bakın eski Türkçede ilkbahar yerine yaz sözcüğü kullanılıyormuş mesela.
Yeşillikler yeşeriyor ya ilkbaharda, işte yaşamın yeşerdiği zamanların adı yaz olarak adlandırılıyormuş aslında bir zamanlar.
Peki yaz yerine ne kullanılıyormuş?
Orası belli değil!
Gerçi kimi kaynaklara göre Orta Asya Türkçelerinde bahar yerine yay ya da yey denildiği de söyleniyor, tam tersi yazın bahar yerine kullanıldığı ve yaz yerine yey, cey, cay denen Türk dilleri de var.
Ama eski kaynaklarda ilkbahar ile yazı birbirinden ayıran pek bir bilgi geçmiyor. O zamanlar her ikisi de aynı sözcük ile anılırmış, her ikisine de yaz denirmiş kimi kaynaklara göre.
Belki de biz Türklerde mevsimler üçer ay olarak düşünülmüyordu o zamanlar. Tam olarak bilemiyorum.
Aslında bunun sebebi bizde daha çok tarım zamanlarının önemli olması deniyor, yaz ayları ekinin olgunlaşma zamanları olduğu için çok bir önemi yokmuş belki de. Tarım anlamında yapılacak çok bir şey yok yaz aylarında sonuçta.
O yüzden kaynaklarda daha çok ekim biçim zamanları ile ilgili konular yazılmış. Tabii bir de kış ayları.
Bizde Farsçadan alınan bahar sözcüğü ile ise eski zamanlarda bahar anlamına gelen yaz sözcüğü bugünün yaz anlamını almış.
Araya bahar girince yaz zaman kaymasına uğramış.
Bakın sonbahar yerine eskiden kalma tam bir Türkçe sözcüğümüz var, güz diyoruz sonbahara.
Ben sonbaharı çok severim, rengarenk olur ormanlar. Güzeldir sonbahar, ya da Türkçesiyle güz vakti.
Ama güzel ile karıştırmayın güzü, güzelin eski hali “gözel”miş.
Yani gökten geliyor güzel sözcüğü. Kökü gök sözcüğü.
Güz ise eskiden küz denilen sözcük.
Belki üzülmeyle ilintilidir. Küz, üz, küz bu kökten geliyor gibi geliyor kulağa.
Ama bir de hüzün var ve hüzün Arapça nedense! Bazı sözcükler ne kadar çok anlam ve ses benzerliği içeriyor aslında.
***
Kış ise yine eskiden beri kış yerine kullandığımız sözcük, yaz gibi, güz gibi kış da Orhun yazıtlarında olduğu gibi geçiyor.
Dedim ya, bugünün yaz sözcüğü yerine nedense eski kaynaklarda bir sözcük yok, eski kaynaklarda yaz diye geçen aslında ilkbahar.
Dilimizde yaz mevsimi sözcük olarak kayıp mevsim aslında.
***
Bitmek fiilinden de bitki sözcüğünü türetmişiz.
Ot biter ya, işte o fiil, işin bitmesi de aynı fiil.
Bitmek fiilinin eski hali bütmekmiş, bütünlenmek, tamamlanmak anlamında. Bugün bütün derken “ü” harfini korumuşuz. Bitmek ise ses değişimine uğramış.
Ot bitince ot bütünleniyor diye düşünmüşüz demek ki o zamanlar, ot meydana çıktı, bütünlendi anlamında belki de.
İş bitince ise bu sefer iş bütünleniyor, tamamlanıyor demişiz.
Bitmekten bitki, yeşermekten yaşam sözcüklerini türetmişiz de, hayvan yerine nedense bir sözcük türetmesini düşünmemişiz.
Böcek bile eskiden kalma böğ, yani büyük ve zehirli örümcek sözcüğünden türetilmiş.
Ama hayvan sözcüğünün öz Türkçesi yok!
Sığır ve koyuna ortak bir sözcük olarak davar demişiz mesela, yani bir şeyleri gruplamayı biliyormuşuz.
Her hayvanın kendi adı da varmış, ancak hayvanların genelini bugünkü hayvan gibi bir grup adı koymayı akıl edememişiz. En azından diğer canlıları insanlardan ayıran bir sözcük yokmuş dilimizde.
Hatta günümüze eski zamanlardan kalmış birçok hayvan adı var. Hayvan adlarının bir çoğu eski Türkçe.
Bitki adları o kadar çok yok mesela, ama hayvanların bir çoğunun adı Türkçe.
Bu durum da biz Türklerin hayvanlarla eski zamanlardan beri çok daha fazla ilgili olduğumuzun bir göstergesi sanırım.
Biz göçebe bir toplummuşuz diyor ya bilim insanları, yerleşik yaşama epey sonra geçmişiz, bence doğru söylüyorlar.
Dilimizdeki hayvan adları da bunun bir kanıtı bence. Bitki adlarını daha çok başka dillerden edinmişiz. Demek ki epey sonraları yerleşik düzene geçmişiz ve bitki adlarını yerleşik halktan öğrenmişiz.
Gerçi buğday gibi, arpa gibi, darı gibi, tarım gibi toprakla ilintili eski sözcükler de mevcut dilimizde.
Yine de daha çok eski zamanlardan hayvan adları gelmiş günümüz Türkçesine.
At, aygır, kısrak, eşek, davar, sığır, inek, boğa, öküz, düve, buzağı, koyun, koç, kuzu, keçi, teke, oğlak, geyik, deve, buğra (erkek deve), ayı, tilki, domuz, kurt (börü), it, köpek, kedi (çetük/çetik), tavşan, balık (sazan, alabalık, kılıç balığı, kalkan balığı), yengeç, kuş, tavuk (horoz Farsça!), civciv, serçe, güvercin, toygar (serçeden biraz büyük kuş!), ördek, kaz, kuğu, turna, keklik, sülün, çulluk, üveyik, bıldırcın, karga, saksağan, ağaçkakan, kartal (kara tar), doğan, laçin (laçin şahin demek, şahin Farsça!), baykuş, puhu kuşu, guguk kuşu, kurbağa, kaplumbağa, tosbağa, sıçan (fare Arapça!), köstebek (gözsüz tebek, yani gözü olmayan fare!, belki fare yerine tebek kullanılıyormuş eskiden, ama böyle bir sözcük geçmiyor sözlüklerde!), kirpi, kokarca, sansar, porsuk, gelincik, yılan, arslan, kaplan, sırtlan, pars.
Bunlar benim bir zamanlar not aldığım Türkçe hayvan adları.
Akbaba da Türkçe ama akbaba çok eski zamanlardan günümüze gelen bir ad değil. En eski kaynak 1680 yılından kalma.
Kuşlardan balıkçıl da aynı, en eski kaynak 1354 yılından kalma.
Gördüğünüz gibi oldukça çok Türkçe hayvan adı var günümüzdeki dilimizde. Benim not aldıklarım dışında da vardır daha.
Sonra daha sonraları deve kuşu gibi sonradan koyduğumuz hayvan adları da var.
***
Bu arada bana ilginç gelen bir şey de fil sözcüğünün Arapça olması.
Halbuki Asya filleri var sonuçta, Timurlenk’in bile filleri varmış.
Çinlilerin de fil orduları varmış zamanında.
Belki de eskiden Türkçe bir adı vardı da fillerin, muhtemelen zamanla unutulmuş olmalı.
Yoksa deve gibi fiiller de çok eski zamanlarda karşılaştığımız hayvanlardan. Araplara kadar alacaksak başka dillerden almamız gerekirdi bence filin karşılığını. Ya da mutlaka kendimiz bir ad vermişizdir fillere. Nedense kaynaklarda yok filin Türkçe karşılığı.
***
Ya maymun? Maymun da yok muymuş acaba biz Türklerin bulunduğu yerlerde?
Maymun da Arapçadan geçmiş nedense.
Bu hayvanlar daha çok Hindistan’da, ya da Hindistan’ın daha batısındaki coğrafyada bulunuyorlar, demek ki biz Hindistan üzerinden batıya yürümemişiz, daha kuzeyden, Hindistan’a girmeden üstünden dolanmışız göç yolculuğumuzda.
Gerçi Hindistan’da Türk izleri de vardır. En azından bildiğim kadarıyla Tac Mahal bir Babür mimari eseri. Babürler ise Türk-Moğol kökenli bir devlet.
Ama biz Oğuz Türkleri olarak pek oralara kadar uzanmamışız.
O yüzden de fil ve maymunu sanırım ancak Araplarla karşılaştığımızda öğrenmişiz.
***
Bir de böceklerden temelde arı, karınca, örümcek, çekirge, cırcır böceği, sümüklü böcek, bit, pire ve sinek eskiden kalma Türkçe sözcükler. İpek böceği de var Türkçe böcek adları arasında. Ancak ipek böceği gibi kendine has adı olmayanlar sonradan düşünülmüş adlar oluyor.
Kene ise Farsça. Demek ki o zamanlar kene yokmuş Türk coğrafyasında.
Böğ de var bugün unutulmuş Türkçe sözcüklerden biri. Bugün böğ sözcüğünü kullanmıyoruz, ama halbuki böcek sözcüğü bu kökten geliyor.
Böğ bir zamanlar büyük zehirli örümcek demekmiş. Örümceğe ördüğü ağdan esinlenip sonradan örümcek adını vermişiz. Aslı ise böğmüş.
***
Balıklardan da sazan balığı dışında doğru dürüst kendine özel ad verdiğimiz balık yok. Alabalık, kalkan balığı, gümüş balığı ve kılıçbalığını Türkçe kabul edebiliriz, ancak hepsine bir şey balığı demişiz işte.
Asıl balık kültürümüz daha çok Anadolu’ya geldiğimizde, Yunanlılarla tanışmamız sonrasında Yunancadan geçmiş.
Mesela kılıç sözcüğü eski Türkçe olsa da, kılıç balığını muhtemelen Marmara’da görmüşüz ilk defa. Kılıca benziyor diye kılıç balığı adını takmışız.
Kalkan balığı da eski Türkçe bir sözcük olan kalkana benziyor diye sonradan bu adı almış olmalı.
Hatta karagöz diye de balık var, kuyruğunda göz gibi kara leke olan balık. Bu da Türkçe, ancak yine sonradan verilen bir ad karagöz.
Tabii köpek balığı da aynı, sonradan ısırıyor diye bu adı vermişiz, yoksa köpek balıklarıyla hemhal olmamışız eski zamanlarda.
Deniz balıklarının bizde adlarının olmaması denizlerle de epey sonradan buluşmamızın bir sonucu sanırım.
Bu arada Marmara’da bir zamanlar kılıç balığı kaynıyormuş, bunu biliyorsunuz değil mi?
Tarık Akan’dı sanırım, kılıç balığı avlamayla ilgili bir filmi vardı Marmara’da geçen. Bugün ise esamesi okunmuyor kılıç balığının Marmara’da.
Gümüş balığını da muhtemelen Karadeniz’de görmüşüzdür ilk defa. Gümüş gibi parladığı için gümüş balığı demişiz. Derelerde olan gümüş balığı da vardı gerçi, ama benim dediğim tatlı su balığı değil, daha çok Karadeniz’de çıkan hamsiye benzeyen o gümüş balığı denilen balık vardır ya, çoğu bilmez nereden çıktığını. İşte ben o gümüş balığından bahsediyorum.
Rusya’da hamsi yerine daha çok bu balık satılır.
Belki Karadeniz’in güney kıyılarında hamsi, kuzey kıyılarında da daha çok gümüş balığı çıkıyordur. Çünkü tam tersine nasıl Türkiye’de gümüş çok bulunmuyorsa, buralarda da pek hamsi olmuyor.
***
Balıklardan en çok bildiğimiz balıkların hemen hepsi Yunan dili kaynaklı.
İstavrit, hamsi, uskumru, barbun, levrek, lüfer, palamut, kafana, lahos, torik, zargana, sonra deniz ürünlerinden ahtapot, midye ve istiridye, bunların hepsi Yunanca’dan geçmiş dilimize.
Çipura ise çupra, veya çopra da deniyor ya, balık kılçığı sözcüğünden yakın zamanda türetilmiş Türkçe bir sözcük diye geçiyor sözlükte.
Gerçi Yunancada tsipuro sözcüğü de bir tür balık diye geçiyor bir başka sözlükte, cibre, yani üzüm posası sözcüğü ile eş kökenli denmiş tsipuro sözcüğüne o sözlükte. Bu iki sözcük pek benzemiyor, ama sözlük öyle diyorsa benim itiraz etmemin bir anlamı yok. Ben dil bilimci değilim.
Ancak çipura ve tsipuro sözcükleri çok benziyor, aynı sözcük muhtemelen. Yani çipura da bence Yunanca büyük ihtimal.
Yunancadan geçmiş daha bir sürü balık adı vardır herhalde.
Ancak başka dillerden aldığımız balık adları da var.
Mesela balıklardan mezgit ve yunus Arapçadan geçme.
Balina ise Fransızcadan geçmiş dilimize. Bu dillerden geçme daha başka balık adları olabilir, ancak benim notlarımda bu kadarı var.
Yani bana göre Yunanca balık kültüründe başı çekiyor demeliyim.
Balığın yanına da be gider söylemeyeyim şimdi burada.
Balık demişken bakın bir de Sardalye var. Sardalye Yunancadan gelmiştir diyor sözlükte, ama aslen İtalyanca.
İtalyanlardan aldığımız tek balık adı da bu muhtemelen. İtalya kıyılarındaki Sardunya adasından geliyor adı.
***
Diğer hayvanlardan ise leopar, jaguar, panter, zebra, antilop, piton, şempanze, orangutan, goril, hatta kanarya kuşu da Fransızca kaynaklı.
Beygir, çakal, sincap, şahin, horoz ise Farsça.
Maymun, şebek, timsah, fil, gergedan, zürafa, vaşak, fare, bülbül, leylek, saka kuşu, bunlar hep Arapça. Afrika kökenli hayvanların çoğunun adını Arapçadan almışız.
Böceklerden akrep de Arapça.
Balıklar dışındaki Yunanca hayvan adlarından ise kertenkeleyi sayabilirim mesela. Yılanlardan engerek de Yunanca.
İngilizlerden aldığımız tek hayvan adı olarak ben kanguruyu not almışım nedense, ama bu sözcük de muhtemelen bir Avustralya yerli dilinden geçmiş İngilizceye. Bakın sözlüğü kurcalarken gördüm, çita da İngilizceden geçmeymiş, iki oldu İngilizceden geçen hayvan adları. Notlara ekleyeyim.
İngilizceden özellikle son zamanlarda bir sürü sözcük girdi dilimize, aralarında daha bir sürü hayvan adları vardır herhalde. Bakmak lazım. Benim notlarımda şimdilik başka hayvan adı yazmamışım.
İspanyollardan da aldığımız bir hayvan adı var, puma. Amerika’da bulunan bir kedigil.
Bir de Portekizlilerden aldığımız flamingo kuşu var, ateş kuşu!
Flama Latin dillerinde alev demek, flamenko dansı vardır ya, o da alev dansıdır, özellikle İspanyol hanımlar alev gibidir sahnede. Dokunduğunu yakarlar.
İşte flamingo da ateşten almış adını.
Son olarak eski dostlarımız Moğolları da unutmayalım. Ceylan da Moğolcadan geçmiş dilimize.
***
Evet, Türkçe hayvan’ın karşılığı olan bir sözcük yok diyorum da, kimi kaynaklarda varlık olarak geçiyor hayvanlar, varlık sözcüğü de eski Türkçe.
Ancak varlık daha çok var olan her şey demek.
Nedense bugün hayvanlar diye yaptığımız sınıflandırma anlamında hayvan sözcüğünün tam Türkçe karşılığı yok eski kaynaklarda.
Biz daha çok hayvanların her birine ayrı ayrı ad koymayı tercih etmişiz.
Bu arada atlar konusunda da oldukça çok Türkçe sözcüğümüz varmış zamanında, ama bugün artık neredeyse hiç birini kullanmıyoruz. Toynağından yelesine hepsi eski Türkçe sözcükler. Yılkı bile çoğumuzun bilmediği bir sözcük. TDK yabani at sürüsü demiş, ama eskiden at sürüsü yerine kullanılan sözcükmüş. Yani yabani falan değilmiş yılkı. Unutmuşuz gitmiş.
Bakın atlarla ilgili bir tek nal Arapça. Bu konuda da bir yazı yazdığımı hatırlıyorum bir zamanlar. Merak edenler arşivden baksınlar.
Ruslar bile bizim “loş at” dediğimiz at türünü kendi dillerine at sözcüğünün karşılığı olarak almışlar. Gerçi Rusça bir de “kon” sözcüğü vardır atın karşılığı olarak. Yine de loşat da geçerli bir sözcüktür Rusçada. Biz ise loş atı bile unutup gitmişiz. Bırakın loş atı, kır ata bile beyaz at diyenler var artık.
***
Bugünlük bu kadar yeter sanırım dilimiz üzerine yazdıklarım. Umarım faydalı olmuştur bu bilgiler.
Sürçü lisan ettiysem şimdiden affola.
Bugün yine biraz Türkçe sözcüklerle dans edelim dedim. Seviyorum ben sözcüklerin kaynaklarını araştırmayı.
Bugün yaşamak diye başladık, hayvanlarla bitirdik. Ötanazi üzerine bir video izlemiştim, oradan aklıma takılmıştı yaşam sözcüğü.
Ötanazi konusu zor bir konu, biraz da can sıkıcı. Bu kadar yaşam üzerine bahsettikten sonra moralinizi bozmayayım. Belki bu konuda da fikirlerimi paylaşırım ileride bir gün.
***
Sahi niye bizde hayvan yerine Türkçe bir sözcük yokmuş acaba?
Belki de varmış da biz mi unutmuşuz dersiniz?
Gerçi gerçekten eski kaynaklarda Türkçe bir sözcük geçmiyor hayvan yerine. Epey bir baktım, ama bulamadım. Belki de ben bulamadım?
Bilen varsa yazsın yorumlara lütfen.
Çok güzel bir dilimiz var, bazı konularda biraz sözcük sayısı yetersiz kalıyor, bir de çok fazla ses değişimine uğramış sözcüklerimiz, köklerinden kopmuşlar. Son günlerin meşhur söylemi ile sözcüklerimizin kimilerinin kökleri ile linkleri kopmuş.
Ama yine de çok güzel bir dilimiz var. Değerini bilelim derim ben.
Moskova’dan herkese sevgi ve saygılarımla