Öykü: Umaç Çorbası
Niye hafta deriz gerçekten anlamıyorum, hafta Farsça yedi sözcüğünden türetilmiş, yedili şey demek. Eğer yedi günlük süreye yedili şey diyeceksek kendi dilimizde de diyebiliriz. "Yedigün" iyi değil mi mesela hafta yerine? Benim için en azından böyle daha anlaşılır oluyor.
Erkişi çok sayrıydı, sürekli karabasan görmüştü. Gözlerini ağır ağır açtığında bulanık bir görüntü belirdi gözü önünde, eşiydi, onca gün yanındaydı eşi.
Nasılsın diye fısıldadı o yorgun çavıyla, kendini nasıl duyguluyorsun diye sordu eşi.
Erkişi kısık sesle bugün yedigünün hangisi diye sordu.
Güçgün dedi eşi.
Kaç gündür yataktayım diye sordu erkişi. Eşi geçen songünden beri gözlerini açmadın dedi. Sürekli sayıkladın diye ekledi gergin ve düşünceli durumda.
Erkişi biraz düşündü, songün, dinlenme, ilkgün, dinçgün... Eğer bugün güçgünse beş gündür yataktaydı demek ki.
Birlikgünü toplanmada o yanındaki uğursuzun sayrı olduğunu görür görmez anlamıştı. Ancak kendisine de bulaştıracağı aklına gelmemişti. Eve geldiğinde başı dönmeye başlamıştı çoktan.
Neredeyiz diye sordu eşine. Eşi sen songün bilincini kaybedince yaşamkurtaran çağırdım, buraya, birlik sayrıkonağına getirdiler seni dedi. Epey korkuttun diye ekledi.
Biraz sessizlikten sonra bulamaç yaptım dedi, içer misin, getireyim mi? diye sordu. Sevdiğinden, umaç dedi.
Ağzının tadı yoktu erkişinin, bir şey istemiyordu, ama sıcak bir umaç bulamacı iyi gelebilirdi. Başı da çok ağrıyordu, biraz da dönüyordu doğrusu. Bu kadar süredir bilinçsizce yatıyordu demekki.
Biraz doğruldu yatakta, dur, kalkma dedi eşi. Bir yandan da alnındaki ıslak havluyu değiştirdi. Getir biraz istersen dedi erkişi, hiç tadım yok, ancak sıcak umaça şu durumumda bile istemiyorum diyemem.
Gözü başucundaki kansıvısına takıldı. Kansıvısı takmışlardı kolundan, şıp, şıp diye damla sesi geliyordu.
Sayrıbakıcı geldi o arada, ısıölçerle ateşine baktı. Her yeri sızlıyordu, bütün kemikleri ağrı içindeydi neredeyse. İyi dedi hanım sayrıbakıcı, ateşiniz düşmüş, bu gece de konuğumuz olun, yarın ortagün, uzmanınız gün doğumu sayrıkonağında olur, o sonasın kaç gün daha sizi konuk edeceğimize.
Neyim varmış diye sordu erkişi sayrıbakıcıya. Bu aralar salgın var dedi sayrıbakıcı, ancak tez iyileşiyor, sanırım yedigün sonunda çıkarsınız sayrıkonağından diye ekledi.
Bilgiağı var mı burada diye sordu erkişi. Biraz bilgi baksaydım. Size bilgitarar getireyim dedi sayrıbakıcı, epeydir bilinçsizce yatıyordunuz, bakın bakalım neler kaçırmışsınız dedi ve gülümseyerek sayrıodasından çıktı.
Eşi girdi birazdan odaya, elinde bir kap sıcak umaç bulamacıyla. Kaşığı uzattı tedirgin bir bakışla, kendin yer misin, yoksa ben mi yedireyim diye sordu. Erkişi ben yerim dedi. Özlemişim diye ekledi.
Bu arada sayrıbakıcı elinde bilgitararla girdi sayrıodasına. Açma düğmesine bastı ve yatağın üzerine bıraktı. Çıkarken de tat olsun dedi, olağanüstü kokuyor bulamaç diye ekledi.
Erkişinin eşi, size de bir kap getireyim isterseniz dedi, evde yaptım, kendi ellerimle, umaç bulamacı.
Sağolun dedi sayrıbakıcı, ben yedim, size tat olsun diye yineledi.
Erkişi sıcak bulamacın da etkisiyle, gevşediğini duyguladı, gözleri yavaş yavaş kapandı, uykuya daldı. Bu sefer karabasan değil, güzel düşler görecekti.
Eşi bulamaç kabını ve içindeki kaşığı aldı, yana koydu, eşinin üstünü örttü, ışığı kıstı, kendi de uzandı yandaki yatağa. O da yorgundu. Neredeyse bütün yedigün hiç uyumamıştı. Göz kapakları ağır ağır kapandı ve uykuya daldı.
Bilmiyorum sevdiniz mi yazdığım öykü denemesini!
Öyküde kullandığım sözcüklerin birçoğu güncel sözcükler değil. Ama anlaşılır olduklarını tahmin ediyorum.
Arada kaçırdığım var mıdır bilmiyorum, ama mümkün olduğunca öz Türkçe sözcükler kullanarak yazmaya çalıştım bu kısa öyküyü.
Tabii bazı sözcükler benim uydurmam, baştan söyleyeyim.
Özellikle de haftanın günleri!
Bu konuda kısa süre önce bir yazı daha yazmıştım. Hatta öneriniz varsa yazın demiştim.
https://strasam.org/kultur-sanat-ve-egitim/kultur/haftanin-gunleri-1237
Niye hafta deriz gerçekten anlamıyorum, hafta Farsça yedi sözcüğünden türetilmiş, yedili şey demek.
Eğer yedi günlük süreye yedili şey diyeceksek kendi dilimizde de diyebiliriz.
"Yedigün" iyi değil mi mesela hafta yerine?
Benim için en azından böyle daha anlaşılır oluyor.
Yedigünün ilki doğal olarak "ilkgün". Yani pazarın ertesi yerine ben "ilkgün"ü tercih ederdim. Kimi kültürlerde yedigünün ilki pazar günü kabul edilmiş, ben günümüz çağdaş dünyasında pazartesi gününün ilk gün olmasını tercih ediyorum. O yüzden ilki pazartesi, yani "ilkgün".
Salı ise sallansın dursun kendince, Arapça üçüncü gün demek, ama bence yedigünün en dinç olduğumuz günü. O yüzden ben "dinçgün" olsun diye düşündüm.
Sonra da çalışma günlerinin ortası, çarşamba. Farsça dördüncü gün. Artık çarşafa mı girer, bilemem ama bence çalışma günlerinin en zor geçen günü, o yüzden ben "güçgün" dedim.
Ardından da yedinin ortası, "ortagün", Farsça beşinci gün demek perşembe, bence yedinin ortası. O yüzden "ortagün" demeyi tercih ettim.
Geldik cumaya, bunda epey bir düşündüm aslında, toplanma günü diyeyim dedim önce, sonuçta cuma toplanma günü demek. Sonra kuru kalabalığı anımsatmasın dedim, konu toplanmayla ilgili olacaksa, "birlik günü" olsun adı dedim, boşu boşuna değil, bir amaç için toplanma, toplumsal bir anlamı olsun yani, "birlikgünü".!
Cumartesi, bir şeyin ertesi falan değil, çalışma günlerinin sonu, "songün". Böyle daha anlamlı bence.
Pazar ise artık pazara mı gidersiniz, evde mi oturursunuz, sinemaya mı gidersiniz, orasını ben bilmem. Ben "dinlenme" günü dedim adına.
Bunlar yeni adları olsa günlerin daha anlaşılır olurdu diye düşünüyorum.
Bilmem sizce nasıl geliyor kulağa, beğendiyseniz niye olmasın? Gelin yayalım bu yedigün adlarını. Madem modern dünyada günleri yedili dizende ayırıyoruz, tüm dünya öyle yapıyor, öyleyse Türkçe adlarıyla kullanalım.
Neden Arapça ve Farsça olsun günlerin adları, bizim dilimizin neyi eksik?
Bir de "sayrı" sözcüğü var tabii ki öyküde kullandığım.
Etimolojik sözlükte: Orta Türkçe bir sözcük diye geçiyor, "sayru" diye kullanıyorlarmış atalarımız, hasta demekmiş anlamı.
TDK sözlüğünde de geçiyor, "sayrı" diye arayınca, eskimiş sözcük diye de not düşmüşler nedense, ama direk olarak tek bir sözcükle anlamını açıklamışlar: "Hasta".
Etimolojik sözlükte açıklamalar bölümünde Eski Türkçedeki "sandrı : sayıklamak" sözcüğünden türediği düşünülüyor diye yazılmış.
Demek ki bir zamanlar kullanımdaymış halk arasında.
Sonradan kullanmaktan nedense vaz geçmişiz ve yerine Farsça "hasta" sözcüğünü tercih etmişiz.
Tabii bir de "konak" var, eski Türk filmlerinde çok geçer, öz Türkçe bir sözcüktür.
Konak varken niye hane?
Hane zaten Farsça ev demek, konut demek. "Hastane"nin içindeki "hane" ise daha çok misafirlik gibi, geçici olarak, konaklamak gibi aslında.
Öz Türkçe "konak" sözcüğümüz varken niye "hane"?
Konmaktan türemiş olan "konut", "konak", "konuk" sözcükleri, hepsi öz Türkçe sözcüklerimiz.
Ben hastane yerine "sayrı" ile "konağı" birleştirip "sayrıkonağı" diye düşündüm. Neden olmasın, niye böyle demiyoruz hastane yerine?
Hasta-hane çok mu güzel?
Sayrıevi de diyebiliriz, ama ev daha çok sürekli oturulan yer anlamındadır, "konak" daha doğru gibi geldi bana bu tarz geçici konaklanan yerler için.
O yüzden benim tercihim "sayrıkonağı", yani hastane yerine bence kullanılabilir, çok da güzel olur!
Aynı şekilde sayrıodası!
Aynı şekilde sayrıbakıcı!
Sonuçta hemşire de Farsça bir sözcük. Hem de anlamsız bir şekilde dilimize katmışız. "Sütdaş" demek, özellikle kız kardeş. Farsça "şır=süt" sözcüğünden türeme, "şıra", bitki özü, bitki sütü, "hem" ise beraberlik edatı. Yani bence bizdeki gerçek kullanımıyla "sayrıbakıcı" tam da gereken adı hemşirelerin. Farsça hemşire yerine ise bizim daha güzel bir sözcüğümüz var zaten, "süt kardeş".
Rahmetli Kemal Sunal'ın "Süt Kardeşler" filmini yazıyı bitirince açıp tekrar izleyeceğim.
Bir de "çav" sözcüğünü kullandım öyküde, TDK'ya göre "ses" demekmiş. Çavuşun çav'ı.
Çavuş "bağırgan" diye tarif edilmiş etimolojik sözlükte, eski bir Türkçe sözcük, biz bu günlerde orduda kullanıyoruz, takım çavuşu. Ben öyküde ses yerine dikkat çekmek için "çav" kullandım. Gerçi ses de öz Türkçe.
Etimolojik sözlükte daha fazla açıklama yok, çağırmak ile ilintili bir sözcük demişler çavuş için. Bağırgan deyince yüksek ses de olabilir çav, bakın bu aklıma gelmemişti. Belki de yanlış kullanmışımdır. "Çavuş çavladı" belki de çavuş bağırarak seslendi demektir. Yani aslında "ses" belki de daha uygun olurmuş öyküde geçen yerinde.
Yaşam, "yaş" dan geliyor, doğa baharda canlandığında otlar yaş oluyor, çok eski bir Türkçe sözcüğümüz. Hayat diyoruz, ömür diyoruz, can diyoruz, hepsi yabancı sözcük aslında, Arapça ve Farsça. Türkçesi yaşam, doğadan geliyor, otun yaş hali. Bir zamanlar cankurtaran demişiz, şimdilerde ambulans diyoruz, ona da "yaşamkurtaran" dedim ben. Sonuçta zamanında gelen yaşamkurtaran gerçekten yaşam kurtarır!
Bir de duygulamak dedim hissetmek yerine, his Arapça bir sözcük, duyma, duygu, duyu anlamında. Duyulamak da kullanabilirdim sanırım. "Nasıl duyuluyorsun? Nasıl hissediyorsun?". Sizce hangisi daha iyi geliyor kulağa? Şimdi bana sanki duyulamak daha iyi olabilirmiş gibi geldi. Dil bilimcilere bırakayım en iyisi, ama his yerine duyu, duygu kullanılabilir.
Doktor yerine de uzman dedim, karar versin yerine de sonasın dedim. Son da öz Türkçe, sonuç diye türetmişiz, sonamak da türetilebilir her halde. Sona bağlamak anlamında, karara bağlamak. Yargılamak da benzer bir sözcük, ama o biraz farklı, önce yargılayıp, sonra sonarız aslında, karar veririz. Benimkisi sadece bir öneri tabii ki.
Gelelim "bulamaç" konusuna. Bulamaç, bildiğimiz çorbanın öz Türkçesi. Maalesef çok kullandığımız bir sözcük olsa da, birçok sözcük gibi çorba da Farsça. Tuzlu aş, veya karışık aş demek. Türkçe tam karşılığı bulamaç. Yine Türkçe bir sözcüğümüz varken niye kullanmayız anlaşılır gibi değil.
En son değineceğim ise "UMAÇ ÇORBASI".
Bakın bunu tam olarak bilmiyorum, bizim oralarda yapılan bir çorbadır.
Ne TDK'da, ne de etimolojik sözlükte karşılığı yok, o yüzden anlamı pek belli olmasa da "oğmaç çorbası", "omaç çorbası" ya da "ovmaç çorbası" da deniyor. Un ovalayarak yapılan bir çorbadır, yani adı aslında öz Türkçe. İnternette tarifi de var.
Enfes bir çorbadır, yani lezzetli bir bulamaçtır. Herkese tavsiye ederim.
Anacığımın yaptığı gibi lezzetli olur mu, bilmiyorum ama hanıma söyleyeyim de akşam yemeğine yapsın bari, bakın canım çekti şimdi.
Bugün de dilimizi biraz Türkçeleştireyim dedim.
Moskova'dan herkese sevgi ve saygılarımla.