Sadece Tüketici Olarak Bu Hayatta Mutlu Olmak Mümkün mü?
Gerçek şu ki; dünyada savruluyoruz. Kendimize ve dünyaya dair tutunacak bir şeyler ararken, varmak istediğimiz noktanın uzağına savruluyoruz. Cebimizdeki adresler, yüksek tanıdıklar, bol limitli kredi kartları bile önüne geçemiyor bu savruluşun.
Günümüz dünyasında insanlar büyük bir tüketim çılgınlığı içinde. Tüketerek ve satın alarak mutlu olma çabası günümüz insanı için büyük bir çıkmaz ve yanılgı! İnsanların daha çok para harcayarak ve tüketerek mutlu olmaya çabaladığını hayatın her anında artık görüyoruz. Fakat mutluluk, gerçek sevgi paha biçilecek bir olgu değildir.
Sanayi devrimi sonrasında bizlere sunulan teknolojik değişimin bedelini ahlaki savruluşlar yaşayarak tüm insanlık bir yönüyle ödemiş oldu. Yine de azgınlaşan kapitalist ve militarist bir dünya düzeninde bu savrulma hız kesmeden aynen devam ediyor. Bu savruluş, anlam dayanaklarını büyük ölçüde kaybeden insanlığı derin bir anlamsızlık kuyusuna attı. Modern zamanlarda başlayan anlam krizi, postmodern denilen son zamanlarla birlikte daha da derinleşti. Günümüzde dine ve ideolojilere savaş açılmış durumda ve bu sebeple bunlardan kaynaklanan anlam ağı değerini kaybetti. Bütün insani ve ulvi değerler bu savruluştan nasibini aldı. Artık tüketime odaklanmış böyle bir toplumda kolayca anlam ve amaç elde etmek oldukça zor gözüküyor!
İçinde bulunduğumuz anlamsızlığın en önemli nedenlerinden biri; insanların yaşamalarını sağlayacak çok şey bulunmasına karşın, uğruna yaşayacakları bir şeylerinin olmaması. Hepimiz birbirinden güzel, donanımlı ve pahalı araçlara sahibiz fakat amaçlara sahip değiliz. Çünkü bizlere ısrarla dikte edilen şey şu: "Yaşamak için düşünme ve üretme, sadece tüket." Bu tüketim bizleri, önünü ve arkasını düşünmediğimiz bir sürecin içerisine itiyor. Hayatın anlamını ve nereye ait olduğumuzu sorgulamaktan ziyade, sahip olamadıklarımızın öfkesiyle dünyanın anlamsızlığına odaklanıyoruz.
İşte bu noktada anlamı ve değerleri geçici amaçlara, ölçülebilir değerlere indirgemek ne yazık ki bizleri dünyanın ve hakikatin yabancısı kılıyor. Toplum TÜKETEREK mutlu olduğunu sanıyor ve buna inanıyor artık. Pek çok kişinin alışveriş yaptığında kendini daha mutlu hissettiğini, stresinden arındığını söylediğini sosyal hayatımızdan biliyoruz artık.
Gerçek şu ki; dünyada savruluyoruz. Kendimize ve dünyaya dair tutunacak bir şeyler ararken, varmak istediğimiz noktanın uzağına savruluyoruz. Cebimizdeki adresler, yüksek tanıdıklar, bol limitli kredi kartları bile önüne geçemiyor bu savruluşun. Ama bir yandan da içgüdüsel olarak ayak diretiyoruz bu istemediğimiz yolculuğa. Bizi koruyacak, bize iyi gelecek, stresimizi azaltıp ruhumuza cennet ferahlığı üfleyecek bir liman arıyoruz. Moda devlerinin ya da teknoloji patronlarının bu arayışa kendilerince esaslı yanıtlar verdiğine şahit oluyoruz. Önerdikleri kış kombinleriyle bambaşka biri olacağımızı, son çıkan dört kameralı cep telefonuyla dünyamızın değişeceğini, o parfümü sıkarsak tüm ilginin bizim üzerimizde toplanacağını inatla ve ısrarla tüm medyada, sokakta, oturma odalarımızda dinliyoruz. Tüm bunlara inanıyoruz ve söylediklerini uyguluyoruz. Bizi bu savrulmanın içine iten tek şey; anlamsızlık.
Büyük bir anlamsızlık içerisindeyiz. Dünyaya ne için geldiğimizi ne yapacağımızı ve nereye gideceğimizi unuttuk. Biz gideceğimiz yeri unutunca haliyle bize yol gösteren kötü niyetli insanların sayısı da artıyor. İnsan eğer kendisine yüklenen tuhaf sorumluluk ve ideolojilerden sıyrılıp niçin yaratıldığını ve bu dünyada var olduğunu düşünürse tüketimin kendi kırgınlıklarına şifa olmadığını anlayacaktır. Anlamlı bir hayat ancak öteki için bir şeyler yapabildiğimiz, bir başkasına nefes olabildiğimiz ölçüde yaşanabilir. İnsan gerçek mutluluğu ve doyumu ancak sağlıklı ikili ilişkiler ve iyilikler ile bulacaktır, kredi kartlarıyla değil.
Küreselleşen dünyada, özellikle tüketimde tek bir kültür oluşmuş durumdadır. Kenya’daki bir çocukla, Siirt ya da Londra’daki bir çocuğun arzusunun aynı bilgisayar oyununu almak, aynı futbol takımının formasını edinmek gibi şeyler olduğu bir gerçektir. Dünyamızda tekdüze yaşam formatı dayatması ve her şey giderek aynılaşıyor. Bu aynılık cehennemine karşı duran insanların sayısı da gitgide azalıyor. Vaktiyle etrafımızda şahsına münhasır, farklı, belirgin fiziksel ve duygusal özellikleri olan, toplumun zaman zaman tuhaf olarak adlandırdığı insanları daha az görüyoruz artık. Ben buna "aykırı ve isyankâr ruhlu insanlar" diyorum. Bakışıyla, duruşuyla, söyledikleriyle, arka cebindeki plastik tarağıyla, meşeleriyle, deri evrak çantasıyla, dolma kalemiyle, boş zamanlarını değerlendirme biçimleriyle, okuduğu arıcılık kitaplarıyla farklılık ve yenilik oluşturan insanlar kayboluyor. Biraz ben de bu tip insan grubu arasında bir yerlerde olmak için az değil, çok çaba harcıyorum ömrümün sonbaharında. Çünkü insanı ve var olmayı özel kılan, sürdüren şey farklılıktır.
Hareket (devinim), ilerleme ve anlam bu farklılıktan doğar. Dolayısıyla bizi mutlu eden şeyler de ne yazık ki birbirine benzemeye başladı. İyi bir ev, otomobil, kıyafet, lüks bir mekânda evlilik teklifi gibi. Fakat bu aynılık hali bizim sahici mutluluğumuzun sonunu getirecek. İnsanların kendi benliklerinden çıktığı; düşünmekten uzaklaştığı, birbirini taklit etmeye başladığı için gerçekten mutlu olamadığımız bir gerçek. Burada asıl mesele kendi mutluluk arayışımızı, hedef ve ideallerimizi bırakıp önümüze sürülen mutluluk ve amaçlara olan bağlılığımız. İnsan ruhuna uygun olmayan, tabiatımıza aykırı şeyleri kendimize hedef olarak belirlediğimizde haliyle mutlu olamıyoruz. Biraz daha kendimiz olmak için mücadele etmeli, kendimizi daha iyi tanımalıyız. Yani kısaca kendimizi keşfetmeli, mümkünse yeniden formatlamalıyız...