Site İçi Arama

kultur-sanat

Samimiyet Nedir, Bir İnsanın Samimi Olduğu Nasıl Anlaşılır? (1)

Mevcut iç ve dış dinamiklerin gölgesinde yazı yazma zorluğu ortadadır. Doğal olarak insanlar aktüel ve popüler anlık konuları merak ederler. Bu ise esen rüzgara kapılmayı yeğlemektir diyebiliriz. Bunu biraz anlamaya çalışayım dediğimde, kendimi de aynı rüzgâra kapılmış buluyorum.

Buna en güncel örnek olarak Ukrayna-Rusya konusunu gösterebiliriz. Son bir iki haftadır müşahede ettiğim şey, en güçlü etkin ve manipülatif silahın medya olduğudur. Medya kitleleri istediği gibi yönlendirip ve istediği senaryo sarmalının içine çekebiliyor. Ölümü gösterip sıtmaya razı edecek senaryolardan geçiyoruz. Kimin uzman, kimin bilim adamı ya da kimlerin trol olduğu o kadar bariz ki iğrenmemize rağmen hipnotize edilmişçesine izliyoruz.

İç dinamiklerde fakir fukara kobay yapılırken, trollere de ballı kaymaklı görevler vermekte bir beis görülmüyor. Hakkı hukuku ve adaleti haykırmaya uğraşan birkaç cılız ses ise tüm karmaşanın içinde ısırgan otu olmaktan ileriye gitmiyor.

Maalesef bir zamanlar bir döner dürüme %7,5 oy vermiş bir toplumdan bahsediyoruz. Anlamadığım, sanki mevcut olanların dışında başka kimse yok bu ülkede. Birine kızınca onun rakibine oy vermeliymişiz gibi bir durum oluşmuş. Bu da olsa olsa “Kısır Demokrasi” döngüsüdür. Naifliğimizin bedeli olarak bizden istenen de budur.

Halbuki bize inanç, töre ve toplum değerleri ile hak, hukuk, adalet, vicdan ve demokrasi gibi kavramlar ballandırılarak anlatılmış veya atıfta bulunulmuştur. Söylenenler kulağa o kadar doğru ve hoş gelir ki, işte tam da duymak istediklerimizi bize damardan verirler. Ne yazık ki anlatılanlar doğru olmakla beraber uygulamalar her alanda bizleri bir defa daha hayal kırıklığına uğratır. Sosyal içerikli bir sözümüz vardır “herkes kapısının önünü temizlerse sokak temizlenmiş olur.” Nemelazımcılık ve bencillik bu temizliği yapmaya nedense engeldir.

Konular aktüel ve popüler dahi olsa temel prensipler hiç değişmez. O nedenle “en yalın gerçek yaşadığın gerçektir” misali kendi anekdotsal yaklaşımlarımla size kendi dünyamdan yansımaları aktarmaya devam edeceğim. En büyük eksikliğimizin standartların (kural, kuram gelenek, değer, kalite, vb.) kalıcı ve uygulamada sürdürülebilir olmamasından kaynaklanmasıdır. Sürdürülebilir olmamanın gerekçesini ise maalesef kendimize ve topluma olan samimiyet anlayışımızdaki ayrışmada yattığını görmekteyiz.

“Samimiyet” diyeceğimiz bu kavram diğer görünen konuların temel taşıdır ve gerekliliği aslında bu kavramın esas olmasına bağlıdır. Çünkü birçok konuyla doğrudan ilintili olmaması düşünülemez. Anlam ve manasını kavramak için kişilerde gerekli altyapının oluşması önemlidir.

Samimiyet, “iyi niyet” ile oluşan, bir bakıma örtüşen bir olgudur. Bir açıdan kişinin doğal karakteriyle alakalıdır. Kişinin bu kavrama sahip olması çok yönlü etmenler neticesinde oluşur. Eğitim, aile, çevre, arkadaşlık, tecrübelerimiz ve yaşadıklarımız insan benliğinde hep beraber bu olgunun oluşmasına katkı sağlar.

Kişi ince bir çizgide samimi olmayı veya olmamayı tercih edebilir. Buna, korku ile umut arası hassas bir çizgi de denilebilir. Anlatılagelen şu anekdotu hüsran ile kurtuluşun ince çizgisine örnek olarak vermek gerekirse;

Hızır bir gün bir yerden geçer ve iki olay müşahade eder. İlk gözlemlediği durum bir kanaat önderi ya da yerel tabirle şeyh denilen birinin mekanındaki kalabalıkların gösterdiği aşırı teveccüh olur. Gelen memnun giden memnun bir hâl gözlemler. Bunun üzerine o şeyhe uğrar ve;

  • Sade bir selamlamadan sonra,
  • Bu coşkulu teveccühe sebep olan kişiye,
  • Gördüklerimden çok etkilendim,
  • Bu kadar teveccüh eminim seni cennete koymaya yeter,
  • Orta halli ve sade görünümlü bu adamı göz ucuyla süzen kanaat önderi,
  • Biz bilmiyor muyuz sonucun ne olduğunu ki sen bize hatırlatırsın diye kibirle cevaplar.

Dalgın ve üzüntülü bir şekilde ayrılırken kasabanın uç kesimlerinde virane haldeki bir binanın duvarı dibinde yatan bir adam görür. Ona doğru gider ve kendisine karşı kayıtsız olan bu adama seslenir;

  • Kısa bir selamlama yapar ama nafile, adamdan çıt yok,
  • Adam aynı kayıtsız halde tembel tembel sızmış gibi bakar durur,
  • Verilen selama cevap vermeyen tembel adama;
  • Kendinden utanmıyor musun diye seslenir,
  • Adam umursamaz ve dikkate almaz,
  • Buna kızan Hızır,
  • Bu tembellikle halin hiç hoş görünmüyor,
  • Korkarım bu halinle sen cehennemlik olabilirsin,
  • Bunu duyan o uyuşuk haldeki adam aniden canlanır,
  • Ayağa fırlar ve sevinçle dans eder gibi zıplayıp hoplar,
  • Çok sevinçlidir. Neredeyse Hızır’ın elini ayağını öpecek…
  • Buna şaşıran Hızır,
  • Ey şaşkın adam sen deli misin,
  • Az önce sana cehennemlik olabilirsin dedim,
  • Sen buna sevinip durursun bu hâl nedir diye sorar,
  • Adam sevinçle ve minnettar bir şekilde Hızır’a döner,
  • Ben o kadar bedbaht bir haldeydim ki tüm ümitlerimi kaybetmiştim,
  • Bana bir yerim olabileceğini söyledin,
  • Çok şükür Allah beni yok saymayacak demek ki,
  • Şükür ki benim de bir yerim olacağını söyledin,
  • Ben sanıyordum Allah beni cehennemine bile kabul etmeyecek,
  • O nedenle her şeyden vazgeçmiştim,
  • Şimdiyse bir yerim olabileceği ümidim var,
  • Bu mütevazi cevabı çok anlamlı bulan Hızır bazı öğütler verir ve yola koyulur.

Uzaklaşırken kendi kendine düşünür, içine doğan ilham da ilginçtir! O kadar mal, mülk, makam ve güç “kibir” uğruna bir hiç olurken; diğer tarafta sade bir “mütevaziliğin” kurtuluşa sebebiyet olabildiği gerçeği ile sarsılır. Kibirine kurban olan kişiyle mütevazi kişinin kazanmaya yönelik farkının ince bir çizgide durduğunu hiç şaşırmadan müşahade eder. “Kibir hüsranın mütevazilikse kurtuluşun yoludur”

Herkes kendisinin samimi ve iyi niyetli olduğunu koşulsuz kabul eder. Bu o kadar da kolayca söylenebilecek bir durum değildir. Gerçek samimiyet ve iyi niyet genelde zor durumlarda ortaya çıkar. Öyle anlar vardır ki işte o en zor durumda kişinin ne olduğu ortaya çıkar.

Eski zamanlardan birinde atıyla çölde yolculuk eden bir adamın başından geçenler yıllar sonra bile veciz bir durumu şöyle anlatır.

  • Çölün kavurucu sıcaklığında atıyla yol alan bir yolcu,
  • Bir ara bir takım sesler duyar ve etrafına bakınırken,
  • Bir kum tepeciğinin arkasında mecali bitmiş bir adam görür,
  • Aceleyle atını adama doğru sürer ve yanına gider,
  • Adam susuz ve bitkin bir haldedir,
  • Adama sadağından su verir ve kendi yiyeceğinden paylaşır,
  • Adam kendine gelir ve canlanır,
  • Az biraz sohbet eder ve başından geçenleri anlatır,
  • ........
  • Bu arada beklenmedik bir vefasızlık olur,
  • Canlanan adam bıçağını çeker ve kendine yardım eden adamın atını gasp eder,
  • Yardım eden adamı çölde kendi başına ölüme terkedip uzaklaşırken,
  • Atın sahibi bu vefasız adama seslenir,
  • Bir ricası olduğunu söyler,
  • Vefasız adam ne olduğunu sorunca,
  • ........
  • Senden tek ricam “vardığın yerlerde bu olayı lütfen hiç bir kimseye anlatma” diye yalvarır,
  • Vicdansız adam bu talebe anlam veremediğinden nedenini sorar,
  • Çünkü bunu duyanlar çölde susuz kalan birisine yardım etmekten imtina edeceklerdir,
  • İnsanların yardımseverlik duygusunun körelmesine bu olayın sebep olmasını istemiyorum der.

Görüldüğü gibi en zor anında bile iyi niyet, yardımseverlik ve doğru olanın yapılmasına helallik gelmesini istemeyen bir davranışla karşı karşıyayız. “Çölde susuz kalana her koşulda yardım edelim” düsturu ile.

Bu basit anekdotlardan yola çıkarak içinden geçtiğimiz şu hengameli iç ve dış dinamikler konularını düşünelim. Yorum yaparken değerlendirmelerimizi istişare ederek, bilimsel ve samimi olunması gereklidir. Unutmayalım ki şahsi çıkar ve yersiz hamaset türü yaklaşımların sonucu hüsrandır. Mazluma ve mağdura empati duymak ve elinden tutmak erdemliliktir.

İç dinamiklere çok dikkat etmek gerekir. Bizlerin naif olabileceğine izin vermemeliyiz. Ülkeyi yönetenler ve yönetmeye talip olanlar şunu çok iyi bilmelidirler; ehil ve samimi insanların doğru yerlerde istihdam edilmesi önemlidir. Hak edilmeden verilen makamların kabul edilmemesi de samimiyetin mihenk taşıdır.

Ülke ve millet menfaatleri ganyan grubu oluşturmaya benzemez. Millet ve vatanın geleceği için Las Vegas'daki kumarhanelerde kurgulanmış kumar masalarının müdavimlerine dikkat etmek gerekir. O masada oturmanın kazananı olmadığını iyi görmek gerekir. Çünkü kazanacağını sanarak şanslarını deneyen ganyancılar her kim kazanırsa kazansın aslında kazananın gazino masasının sahibi olacağını ya bilerek ya da naifliklerinden farkında bile olmayabilirler. Majestelerine hizmet edeyim diyenlerin yüzünden bu cennet vatanın elden çıkmasına izin vermemeliyiz.

Güç adalet için olmadığı sürece zulümdür.  Samimi olmayanın da adaleti olmayacağına göre biz kendi zaaflarımızın üstesinden gelebilirsek bu tek dişi kalmış dış dinamiklerin oyunlarına kolay kolay düşmeyiz.

“Kibir hüsranın mütevazilikse kurtuluşun yoludur”

“Çölde susuz kalana her koşulda yardım edelim”

“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez, Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez”

Serbest Yazar Halil ŞEFİK
Serbest Yazar Halil ŞEFİK
Tüm Makaleler

  • 04.03.2022
  • Süre : 5 dk
  • 5145 kez okundu

Google Ads