Türkiye’de Ormanlar Neden Bu Kadar Kolaylıkla Yok Edilebiliyor?
Akbelen’de günlerdir ormana, ormandaki ağaçlara, börtü böceğe, kurda kuşa, nefes alıp veren tüm canlılara, doğal hayata kıyılmasın diye direniş gösteren o güzel köylülere dayanma gücü diliyorum. Bu insanlar, sadece bir şirketin doymak bilmez patronlarını değil, devletin kolluk kuvvetlerini de karşılarına alarak, Akbelen’i koruma telaşında ve derdindeler.
Her şeyin doğru mecrasında gittiği bir ortamda, yanlış giden bir şey görülürse, bu ister istemez insanın gözüne hemen batar ve düzeltir ya da düzeltilmesi için çaba harcar. Ama hemen hemen her şeyin yanlış gittiği bir ortamda, yanlış giden bir şey görülürse, bu ister istemez düzeltilmiyor, öyle kalıyor. İşte buna son günlerde dilimizde pelesenk haline gelen "Eyyam-ı Bahur" deyişini de eklemek gerekiyor.
Dilimize musallat olan Arapça kökenli kelime ve tamlamalardan birisi de budur. Yani Arap mülteci veya sığınmacılardan çok önce dilimize yerleşen bu misafir tümleşik kelime, halende kullanılmaya devam ediyor. Herhalde son günlerde yaşanan bunaltıcı sıcakların bu kelimeye yeniden hayat vermesi ana neden olmalı diye düşünüyorum.
“Eyyam-ı Bahur" terimi, yaz aylarında, yaz biterken karşılaşılan aşırı sıcak günleri anlatmak için kullanılıyor. Bu terimi çocukluğumda büyüklerimden de duymuştum. Küçüklüğümde olduğu gibi, bugünlerde de hararetin dereceleri patlattığı, aşırı sıcakların gölgede bile insanları bayılttığı bir Ağustos ayı yaşıyoruz. Toprağını işlemekle meşgul çiftçilerimize, güneşin altında çalışan yol işçilerine, fırınlarda alın terini ekmeğine katık yapanlara, kısacası tüm emekçilere bu sıcaklarda çalışabilmeleri için sabır ve dayanma gücü diliyorum.
Bu eyyam-ı bahur günlerinde, güneşin altında çalışmak zorunda kalan insanlarımız gibi ormanlarımız da sıcaklara dayanmaya, direnmeye çalışıyor. Akbelen ormanı da bunlardan sadece biridir. Akbelen’le kol kala girmiş, Akbalen’e kıymayın diye nöbet tutan, Akbelen’in sesi, soluğu olan insanlarımız da mücadele ediyorlar, sıcağın altında Akbelen’i günlerdir korumaya çalışıyorlar. Akbelen’de günlerdir ormana, ormandaki ağaçlara, börtü böceğe, kurda kuşa, nefes alıp veren tüm canlılara, doğal hayata kıyılmasın diye direniş gösteren o güzel köylülere dayanma gücü diliyorum. Bu insanlar, sadece bir şirketin doymak bilmez patronlarını değil, devletin kolluk kuvvetlerini de karşılarına alarak, Akbelen’i koruma telaşında ve derdindeler.
Devletin jandarması bile, bu insanları görünce, ‘doğru-yanlış’ nediri düşünmek zorunda kaldı. Elleriyle diktikleri, sulayarak büyüttükleri, evlatları gibi sarılıp kucakladıkları o ağaçlar dozerler tarafından bir bir devrilirken feryatlarıyla inlettiler Akbelen’in üstündeki semayı. Ağacı seven, yeşili korumak, haklarını savunmak isteyen yöre insanlarına jandarmanın sert müdahalesi, TOMA araçlarıyla tazyikli su sıkılması şüphesiz hiç zor gelmedi. Niye zor gelsindi ki? Çünkü onlar doğruyu yaptıklarını, doğru uğruna mücadele ettiklerini çok iyi biliyorlar. İnsanlık mı bu?
Rus yazar Anton Çehov; “Hepinizin içinde bir yıkma, yok etme şeytanı var. Ne ormanlara ne kuşlara ne kadınlara ne de birbirinize acıyorsunuz.” diyor ya, tam o durum yaşanıyor Akbelen direnişi boyunca. Bu satırların yazarı olarak Akbelen’deki sessiz direnişin sonuna kadar yanındayım. Bu yanlıştan dönülmeli. Devlet, hükümet bu yanlışa müsaade etmemeli. Halkın yanında olmalı ve Akbelen’e kıyılmasına seyirci kalmamalı. Devlet bürokrasimiz bunu yapar mı? Pek sanmıyorum. Ya siyaset? Zaten ormanlara yönelik siyasetimiz yanlış. Bu siyaset doğru olsaydı, Akbelen dosdoğru, ayakta kalmaya devam edebilecekti.
Kızılderililerin ünlü atasözünü herhalde okumayanımız, duymayanımız yoktur: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda, beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak!” Herhalde, Türk insanının da ağacın, ormanın değerini anlayabilmesi için son ağacın kesilmesini, ormanların yok edilmesini beklemeyeceğiz. Akbelen’in sessiz savunucuları daha ağaçlar kesilmeden, orman yok edilmeden ayağa kalkmışlardı. Zira onlar kötü şeyler olacağını hissetmişler, anlamışlardı.
Yine bu manada, Karl Marks’ın şu sözü çok çarpıcı ve doğru geliyor bana: “Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser!” Gerçekten de modern zamanların rant iştahı, tüm dünyada, özellikle de ülkemizde insanımızın değer yargılarını alt üst etti. Hiçbir şey artık eskisi gibi güzel ve öğretici, eğitici değil. Akbelen’e, ormanlara kıymayı kafasına koymuş madencisinin de devletin siyasetçisinin, bürokratının vicdanlarının, bu ormanın altından çıkarılacak kömürden daha fazla karardığı bir zamandan geçiyoruz.
Bir ağaç kaç senede gelişip serpiliyor, hangi emeklerle nasıl yetişiyor bilmiyor mu bu zevat? Yanan yakılan ormanların halini görmüyorlar mı? Lafa geldi mi ecdattan, Fatih’in torunu olmaktan bahseden bu zevat, Fatih’in “Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim” dediğini niye göz ardı ediyorlar? Ormanları koruması gereken devlet erkanı, neredeyse ormanları kesenlere direnen insanların başını kesecek derecede ormanlara, ağaçlara karşı duyarsız bir sözde ‘görev anlayışına’ sahip olduklarını sergilemekten geri kalmıyorlar.
Fatih’in gerçek torunu, bu ülkeyi kuran Mustafa Kemal, Yalova’daki yazlık köşkün bahçesindeki çınarın bir dalı kesilmesin diye, köşkün temeline raylar koydurarak köşkün yerinin değiştirilmesini, ağacın zarar görmemesini sağlamıştı. Bunu yaparken de ağacı kesmekten yana olan köşkün bahçıvanına ders vermeyi ihmal etmemişti: “Yahu sen hayatında hiç böyle bir ağaç yetiştirdin mi? Böyle bir ağacı kesmeye ne hakla muktedir görüyorsun kendini?”
Size hiçbir kimse kömür madeni açılmasın, çıkartılacak kömürle işletilecek santral çalışmasın, elektrik üretilmesin demiyor. Akbelen Ormanına zarar vermeden kömür katmanlarına bir yolla ulaşılması talep ediliyor? Öte yandan sorarım size. Kömürden vaz geçme zamanı gelmedi mi? Çevre dostu elektrik üretim kaynaklarına daha süratle geçiş yapmak zorunda hissetmiyor musunuz? Termik santrallerin çevreye ve insan sağlığına verdiği zararları bile bile orman katliamına nasıl cüret edebiliyoruz?
Günü geldiğinde doğanın intikamı korkunç oluyor. Depremlerle, yangınlarla, kuraklıkla, küresel ısınmayla, sellerle, tufanlarla doğa hepimize dehşeti yaşatacak bir kudrete sahip. Kestiğimiz her ağaç bu doğal afetlerin birine ve belki de hepsine davetiye çıkarıyor. Orman olan yerde sel olmaz, kuraklık olmaz, küresel ısınma etkili olamaz. Orman yoksa daha fazla doğal afet yaşanacak demektir. Bunu bildiğimiz halde, ormanlarımızı doğal olmayan yollarla katletme hakkını biz nasıl kendimizde bulabiliyoruz?
Birbirimize bu kadar eziyet yeter artık. Eyyamcı siyaseti tarz edinmiş eyyamcı siyasilerle olmuyor. Ülkemizde, ormanlarımızı bile savunmaya muktedir olamayan bir siyasi dünyamız var. Cadı kazanı gibi kaynıyor partilerin içi. Sıcaklar başlarına vurmuş, dışardan çok açık-seçik görülüyor. İttifak diyen muhalefetin masayı dağıtmak için ittifak içinde hareket ettiği kimsenin gözünden kaçmıyor. Değişim mi, dönüşüm mü, yenilenme mi? Kimse ne olacak bilemiyor. Kartlar sözde yeniden karılıyor politik mahfillerde. Sıcaklar siyasi tansiyona da tavan yaptırmış. Bir karar verseler artık da memlekette yanlış giden şeylere karşı doğrunun savunuculuğunu yapsalar. Akbelen’i savunmayı beceremediniz, bari gelecekte yeni Akbelen katliamlarına izin vermemek için kolları sıvasanız, olmaz mı?
Saygı dolu sevgiyle