Yok Olmaya Yüz Tutan Meyhane Kültürümüz Neden Yaşamalı, Yaşatılmalı?
Derler ki, Bizans döneminde, denizcilik ve deniz ticaretinin gelişmesi ile birlikte oluşan 'liman kültürü', beraberinde meyhane kültürünü de getirmiştir. Her ne kadar Türkler çıkarmasa da bu kültürü, meyhanelerimiz Türk kültür hayatında önemli bir yere sahip olmuşlardır. Dolayısıyla, bize meyhane kültürü Bizans'tan geçmiştir. Meyhane ya da taverna, yemekli ve müzikli bir içkili eğlence mekânı olarak özellikle İstanbul hayatının ve sahil kasabalarının bir parçası olmuştur.
Derler ki, Bizans döneminde, denizcilik ve deniz ticaretinin gelişmesi ile birlikte oluşan 'liman kültürü', beraberinde meyhane kültürünü de getirmiştir. Her ne kadar Türkler çıkarmasa da bu kültürü, meyhanelerimiz Türk kültür hayatında önemli bir yere sahip olmuşlardır. Dolayısıyla, bize meyhane kültürü Bizans'tan geçmiştir. Meyhane ya da taverna, yemekli ve müzikli bir içkili eğlence mekânı olarak özellikle İstanbul hayatının ve sahil kasabalarının bir parçası olmuştur.
Doğup büyüdüğüm semtin (Karagümrük) en güzel kültürel zenginleri arasında yer alırdı meyhanelerimiz. Bu mekanlarda içilirdi. İçerken en rafine ifadesiyle güzel anlar adam gibi yaşanır, birlikte dost meclisinde hoş sohbet güzel vakit geçirilirdi! Yeni arkadaşlıkların başladığı, dostlukların pekiştiği, koyu sohbetin eşliğinde yemek yemeklerin yendiği, adabında içilerek hakikaten haz ve keyif alındığı bu ortamları arıyor insan.
Zaman içinde meyhanelerimizin de isimleri değişiverdi. Moda tabirle çağa ayak uyduruverdiler. İsimleri değişse neyse diyebilirdik ama o güzelim meyhane kültürünü yok ederek değişim denen şey yaşandı. Meyhanelerimiz artık bar, restoran oldu. Eski salaş meyhanelerimizden eser kalmadı.
Esasında meyhane denen mekanlar, adabıyla içmesini bilenler için aynı zamanda birer lokanta işlevini de görüyordu. Bu eski zamane lokantalarında, yani meyhanelerde, azar azar ve aheste aheste yenilir, içilir ve en güzel sohbetler yapılırdı. Yeme ve içmenin adabı olduğu gibi meyhanede yeme içmenin de kendine göre bambaşka bir adabı vardı. Bağıra bağıra konuşulmazdı. Boysan üstadın dediği gibi masa sallanır, adam sallanmazdı. Meyhaneye nasıl girildiyse, öyle de sallanmadan dimdik dışarı çıkılırdı. Nüktedan olmak esastı ama kimseyle bu uğurda alay edilmezdi. Buna kimse müsaade de etmezdi.
Hiç kimse masayı esir almaz, yani sadece kendisi konuşmazdı. Masadakilerin iyi taraflarından bahsedilirdi. Yağ çekmek kötü görülürdü ama içten gelen şekilde iltifat etmek meyhane adabının bir parçasıydı. Meyhane sadece "haz" duygusunu kamçılamazdı. Aynı zamanda bir yaşam biçimiydi. Farklı insanların birbirleriyle kaynaştığı ve birbirlerine hoşgörüyle dertlerini, kederlerini, hayallerini, geleceklerini anlattığı yerlerdi. Bu yazıyı kaleme alırken semtimden eski tüfeklerle görüştüm. Onlar artık buralarda eski anlamda meyhanelerin kalmadığını, Karagümrük’teki Maço'nun meyhanesinin de kapandığını söylediler. Artık onların yerini lüks restoranların, birahanelerin aldığını söylediler.
Bunu duymak beni üzdü. Eski salaş meyhanelerin yavaş yavaş yok oluyor olması kederlendirdi. Herhalde bunun olacağı önceden belli olmuştu. Zira önce işin ruhu gitti, sadece biçimi kaldı. Sonra yavaş yavaş o biçim de harap oldu ve kaybolmaya başladı. Eski mezeler unutuldu. Yeni bar, birahane ve restoran kültürüyle tanışık kılındık. Bununla birlikte, ortaya bir sürü insan müsveddesi çıktı. Güya içki içiyorlardı ama aslında ne içtiklerini ne de yediklerini bilmez durumdaydılar. “Kafa çekmekle”, sarhoş olmakla övünen ve güya böyle yaparak kafalarını dağıttıklarını sanan tipler peydahlandı. İnsan kalitesi düştükçe, mekanların kalitesi de düştü. Sözgelimi, güzelim meyhane mezeleri, yeni türeyen lokantalarda hazırlanmak yerine, hazır ve en ucuza verenden alınır oldu. Aynı sokakta birbirinin tıpatıp aynısı restoranlar ve barlar yan yana dizildiler. Bazıları biraz eskiye özen gösterip, eski tür meyhanelerin çakmalarını açar oldular. Bu arada, bu yeni yetme mekanlarda, bir soğuk meze istediğinizde ‘o da nedir?’ diye yüzünüze aval aval bakan garsonlar görev yapmaya başladı. Eskinin beyefendi, bir bakışla masayı donatan, masayla hiç ilgilenmezmiş gibi yapıp, boşalan içki ve su bardaklarına anında yenisi servis eden, nerede duracağını, kime nasıl davranacağını bilen, mesleğinin erbabı garsonlardan da pek kalmadı artık.
Her şeye rağmen, sevindirici gelişmeler de olmuyor değil! İyi bir şeyler yapmak isteyen patronlar ve lokantalar, eski tarz meyhaneleri yaşatmaya ilgi duymaya başladılar. Bunların çabası, eski tür klasik meyhanelerin tamamen kaybolmasının önüne geçiyor. Tek tük de olsa ayakta kalmaya devam ediyorlar bugünlerde. Aslında direniyorlar ayakta durabilmek için. Çıtayı aşağıya çekmeyi haysiyetlerine aykırı bulduklarından, eskiye olan saygılarından dolayı neyse en güzelini yapma gayretinde olduklarını misafirlerine gösteriyorlar.
Son zamanlarda meyhanelerde rakı içmenin adabına özen gösterenler hiç de az değil. Rakıyı güneş battıktan sonra, yavaş yavaş ve muhabbet eşliğinde içme adabı tekrar geri geliyor gibi. Bülent Ersoy öyle içiyor diye bir dikişte bir duble rakıyı içmek artık pek kabul görmüyor. Rakı, eskilerde olduğu gibi buz gibi şişeden bardağa çevire çevire dökülüyor ve o nefis kokunun daha fazla yayılması sağlanıyor. Sonra rakıdan küçük küçük yudumlar alınarak, muhabbet eşliğinde demleme yapılıyor. Bu arada rakı içerken masaya da vuruluyor. Kadehleri tokuşturduktan sonra kadehi bir de masaya vurmak sakiye saygı ve teşekkür ifadesi olarak yapılıyor. Bu hareketi, kimileri masada olmayanları anmak için de yaptığını söylüyor. Neticede rakı masasında en önemli husus saygı olduğundan, bu tür saygıyı öne çıkaran hareketler de herkes tarafından kısa sürede kabul görüyor, rakı kültürünün bir parçası haline geliyor.
Rakı adabına yaptığı vurgularla tanınan Aydın Boysan ve Mahmut Baler Üstatlar bakın bu konularda neler söylemişler:
"Bir, kiminle içtiğine dikkat edeceksin, bir de kimin için içtiğine. Şarkı da önemlidir bak, Zeki Müren iyi gider mesela yanında. Derdini en iyi nağmeler anlar, çünkü rakı yanındakiyle içilse de kadeh aklındakine kalkar. Rakı seven adam kalitelidir. Beyaz peynir tercih eder, kaşarla işi olmaz"
"Bir erkek için en büyük keyiflerden biridir dostla ahbapla içmek, tamam da sevdiği kadınla rakı içmek de hani bambaşka bir şeydir. Güzeldir kadın, içtikçe güzelleşir. Ondan derler ki; ‘çirkin kadın yoktur, az rakı vardır."
"Kadının içindeki beyazdır rakı, buğudur, dumandır. Ütüsüz kadınlardır rakı sevenler. Çantaları, ayakkabıları, kemerleri aynı renktir. Şöyle bir bakınca tastamamdırlar. Oysa rakı sevenlerin üstleri başları değil belki ama dertleri, kederleri tastamamdır."
"Sen hiç ömründe bütün aşkını gözlerine yükleyip o gözlerle ruhuna dokunan bir kadınla rakı içtin mi? İçmedinse, rakı içen bir kadından daha güzel olan tek şeyin o kadının seni sevmesi olduğunu bilemezsin."
“Rakı sofrasına meze olmuş yürek yangınlarının kibritle oynayıp kaçan faili de, büyük kahkahaların ardındaki nemli gözlerin sahibi de bir kadındır.’
Unutma; rakı sofrasında kadın yoksa, uğruna sofra kurulmuş bir kadın vardır.
Vakti kerahettir… Hava kararmalı, bardak ağarmalıdır.
Saygı dolu sevgiyle