Covid-19 Günleri’nde Zorunlu Hizmet
2020 Mart tarihinde tanıştığımız Covid-19, dalgalar halinde başta sağlık sistemimiz olmak üzere aklımıza gelebilecek her şeyi etkiledi. Karantina, pandemi, filyasyon, entübe sayısı, pnömoni, kapanma, sokağa çıkma yasağı gibi birçok terim günlük yaşamın bir parçası oldu. Sağlık dışında ekonomik ve sosyal etkileri de çok güçlü olan bu salgını küçük bir ilçenin dahiliye uzmanı gözünden anlatmak isterim.
2020 Mart tarihinde tanıştığımız Covid-19, dalgalar halinde başta sağlık sistemimiz olmak üzere aklımıza gelebilecek her şeyi etkiledi. Karantina, pandemi, filyasyon, entübe sayısı, pnömoni, kapanma, sokağa çıkma yasağı gibi birçok terim günlük yaşamın bir parçası oldu. Sağlık dışında ekonomik ve sosyal etkileri de çok güçlü olan bu salgını küçük bir ilçenin dahiliye uzmanı gözünden anlatmak isterim.
2019’un son günlerinde başladığım zorunlu hizmet (Devlet Hizmet Yükümlülüğü - DHY) görevime eş durumu ataması ile 2020 başından itibaren Tokat’ın Zile ilçesinde devam ettim. Wuhan’da ilk vakalar ortaya çıktığında Türkiye’deki tüm doktorlar gibi olayı başlangıçta önemsemedim. Açıkçası itiraf etmem gerekirse, Cemil Taşçıoğlu’nun olduğu iddia edilen akciğer tomografisini görene kadar olayın ciddiyetini kavrayamamış olabilirim.
11 Mart 2021 tarihinde ilk vaka açıklandıktan sonra tüm hastaneler zaten hazır olan pandemi planlarını hızlıca uygulamaya koydu. Bu dönem gerçekten başhekim ya da enfeksyon hastalıkları uzmanı olmak için son derece yanlış bir zamandı. Başhekim küçücük hastanede normal hastaları ve pandemi hastalarını birbiriyle karşılaşmadan hareket edecek bir rota çizmek zorundaydı ve bunun için dakika başı enfeksiyon hastalıkları uzmanı aranıyordu.
Bu dönem henüz klasik fırtına öncesi sessizlikti, açıkçası iş yükümüz azalmıştı bile. Normalde her şikayet için hastaneye başvuran hastalarımız artık hastalıktan korktuğu için – gerçekten ihtiyacı olmadan – hastaneye gelmiyordu. Reçetesiz raporlu ilaçların eczane tarafından karşılanması da güzel bir hamleydi. İlk etapta işler iyi gidiyordu. Mayısa kadar işeyiş bu şekilde sürdü ve mayıs ayının son 15 gününü hiç hasta tespit etmeden kapattık. Covid ilk dalga işleyiş sıkıntıları ve acemilik dönemi dışında başarılı geçmişti. Hiçbir zaman yoğun bakım yatağı sıkıntısı yaşanmamıştı, sevk zinciri sorunsuz işliyordu. Hastaların tek problemi gereksiz yere hastanede yatmaktı. Sağlık Bakanlığı o dönemki kılavuzlardan ayaktan hasta izlemine fazla sıcak bakmıyordu. Bu da normalde yatış ihtiyacı olmayan hastaları istemesek de yatırmamıza ve devamında hastaların taburculuk isteklerine neden oluyordu.
Arada ufak tefek ataklar olsa da Covid-19 açısından en zor geçen dönem Kasım ve Aralık aylarıydı. Şöyle ifade edeyim, Zile resmi olarak 54.368 nüfuslu bir ilçe. Burada günde 50-60 civarında pozitif vaka çıkıyordu. Tabi ki bir de Covid-19 olduğu halde testi negatif çıkanlar vardı. Hastaların artık ölüm korkusu nedeniyle hastaneye yatmak istedikleri bir döneme girmiştik. Sağlık Bakanlığı işin ciddiyetinin farkındaydı, ilçeye 8 yıl aradan sonra göğüs hastalıkları uzmanı atanmıştı. Ayrıca yoğun bakımda iyileştirmeler yapılmış, mekanik ventilatör ve diğer solunum desteği takviyeleri yapılmıştı.
Özellikle salgının en yoğun günlerinde ne yazık ki yoğun bakım yatağı altından değerliydi. Normalde çoğunlukla boş olan ilçe yoğun bakımları dahi dolmuştu. Servislerde hastalar artık ikişer kişi yatmaya başlamıştı. Hastalığın doğası gereği ne yazık ki kesin bir tedavisi de yoktu. Herkesin umudu aşıdaydı, öyle ki hayalperest bazı arkadaşlar aşı sanki 80 milyona aynı anda yapılacak gibi gün sayıyordu.
Şanslı olunan iki nokta vardı. Birincisi beklenenin aksine grip virüsü salgın yapmamıştı, ikincisi Sağlık Bakanlığı tarafından önerilen Favipiravir isimli ilaç gribe de fayda ediyordu. Açıkçası iki virüs ile aynı anda uğraşmaya çalıştığımızı düşünmek dahi istemiyordum. Ancak hem aşının uygulamaya geçmesi hem de kapanma kararları etkisini bir süre sonra gösterdi ve bu dalga da bitmiş oldu.
Burada belirtmem gerekir ki Covid-19 doktorlar arasında, tedavisinin olmaması nedeniyle de nefret edilen bir hastalıktır ve salgın dalgalarında eli kolu bağlı olmak herkesi ziyadesiyle üzmüştür.
Covid-19 pandemisinin doktorlar ve hemşireler arasında yaşamadan bilinmeyecek bir yönü daha vardı, refakatçi sorunu. Normalde ülkemizde hasta yakınları ne yazık ki bir personel gibi kullanılır. Bu durum en fazla yoğun bakıma hastalığı nedeniyle yatması gerekmeyen ancak yaşlı ya da bakıma muhtaç olması nedeniyle tek başına odada da kalamayacak hastalar için özellikle önemlidir. Ancak normal zamanlarda da hasta yakınları haliyle bakım hastasına refakatçi olmak istemez, çünkü çok zor bir durumdur. Covid-19 gibi bulaşıcı bir hastalık durumunda ise refakatçi sorunu daha da üst aşamaya çıkmıştı. Hemşireler ve doktorlar haliyle sürekli hastayı gözlemleyemiyordu, ayrıca pandemi hastalarının kapısının ve penceresinin kapatılması da takibi güçleştiriyordu.Bu sebeple hastaların ağır pnömoni dışında, bakım hastası olması nedeniyle de yoğun bakıma yatmaları gerekiyordu. Bu da zaten zor bulunan yatakları daha da azaltıyordu.
Covid-19’un bir diğer görülmeyen etkisi de yukarıda yazdığım gibi diğer hastaların hastaneye başvurmak istememesiydi. Bu sebeple birçok hastanın takip ve tedavisi gecikti, bunların tabi ki hem hastaya hem de sisteme çok zararlı etkileri oldu. Kapanmalar arasındaki dönemlerde ise yığılma nedenli hastalar arasında Covid-19 yayılmaları oldu. Benim kendi takip ettiğim bir hastayı ne yazık ki bu sebeple kaybettik.
Özetleyecek olursak son derece zorlu bir süreç geçirdik, bu sebeple Zile Devlet Hastanesi’ndeki çalışma arkadaşlarıma ve bize tahammül edilemeyecek hiçbir zorluk çıkarmayan çok değerl Zilelilere teşekkürü bir borç bilirim.