Site İçi Arama

kultur-sanat

Diyabet, Korunma ve Tedavi Yöntemleri

En basit tabiri ile kan şekerinin açlık ve / veya tokluk durumlarındaki normal seviyenin üstüne çıkması olarak tanımlayacağımız Diyabetes Mellitus (DM) günümüzde yaygın bir halk sağlığı sorunudur. Hastalığın kabaca iki tipi mevcut olup daha çok çocuklarda ve gençlerde görülen Tip-1 DM olarak adlandırılan formunda insülin hormonunun tamamen yokluğu görülür iken; ileri yaşlarda, genellikle obez ve ailede DM öyküsü olan bireylerde insülin direnci ile başlayan ancak devamında yine insülin yokluğu ile sonuçlanan Tip-2 DM görülür.

En basit tabiri ile kan şekerinin açlık ve / veya tokluk durumlarındaki normal seviyenin üstüne çıkması olarak tanımlayacağımız Diyabetes Mellitus (DM) günümüzde yaygın bir halk sağlığı sorunudur. Hastalığın kabaca iki tipi mevcut olup daha çok çocuklarda ve gençlerde görülen Tip-1 DM olarak adlandırılan formunda insülin hormonunun tamamen yokluğu görülür iken; ileri yaşlarda, genellikle obez ve ailede DM öyküsü olan bireylerde insülin direnci ile başlayan ancak devamında yine insülin yokluğu ile sonuçlanan Tip-2 DM görülür.

DM gelişmesini önlemek için neler yapılabilir?

Ne yazık ki Tip-1 DM önlenmesi için yapılabilecek çok fazla şey yoktur. Vücudun kendisine karşı antikor oluşturması ile ortaya çıkan bu DM formunda ancak toplum bilinçmesi ile erken tanı konabilir. Tek yumurta ikizlerinden birisinde Tip-1 DM ortaya çıkarsa diğerinde ortaya çıkma ihtimali %10 civarındadır ve riskli bireyleri önceden tespit etmenin ne kadar zor olduğunu gösterir.
Tip-2 DM ise hem sinsi başlangıcı, ailede DM hastası olması, kişinin değiştirebileceği özellikler nedeniyle görülmesi ile neredeyse önlenebilir bir hastalıktır. DM öncesi belki de son çıkış olan; pre-DM yani Türkçe olarak şeker hastalığı öncesi dönem, doğru hamleler ile tamamen geri döndürülebilir bir durumdur. Pre-DM dönemi basitçe tarif edecek olursak kan şekerinin normalin üstünde ancak DM tanısı konan değerlerin de altında olmasıdır, bir geçiş dönemidir. Bu değerler ise açlıkta 100-125 mg/dl glukoz, toklukta ise 140-199 mg/dl arasındadır. Bunun dışında bir diğer değer halk arasında üç aylık şeker olarak bilinen HbA1c değeridir. HbA1c’nin mantığı ortalama üç aylık ömrü olan kırmızı kan hücrelerinin, bu süreçte ortalama olarak ne kadar şeker (glikoz) ile karşılaştıklarını gösteren bir tekniktir. Bu değerin %5.7-6.4 arasında olması DM açısından riskiniz olduğunu gösterir. Ancak testin güvenilir bir laboratuarda yapılması elzemdir, aksi halde sonuçlar güvenilir olmamaktadır.

Bir yetişkin Pre-DM olsun ya da olması sağlıklı yaşam için geçerli olan beslenme ve egzersiz önerileri uymalıdır. Özellikle fazla kilolu, hareketsiz yaşayan ve yüksek kalorili beslenmeye devam eden bireylerde sadece DM değil, kalp ve damar hastalıkları başta olmak üzere neredeyse tüm hastalıkların riski artmıştır. Unutulmamalıdır ki obezite ve hareketsiz yaşamın faydalı olduğu neredeyse hiçbir sağlık durumu yoktur, zaten insan doğası gereği de bu şekilde yaşamaya elverişli değildir.

Diyet ve egzersiz sadece hastaların değil aynı zamanda doktorların da kafasını karıştıran bir durumdur. Çünkü beslenme başlı başlına ayrı bir uzmanlık alanı olup, özellikle diyetisyen kontrolünde yapılması daha sağlıklıdır. Egzersiz kısmı da benzerdir, birçok poliklinik notuna yazılan “hastaya diyet ve spor önerildi.” Notlarının ne yazık ki pratikte bir karşılığı yoktur. Özellikle ülkemizde azalan muayane süreleri nedeniyle bir doktordan beslenme ve spor hakkında detaylı bir bilgi vermesini beklemek hayalperestliktir. Bir diyetisyen de ne kadar başarılı ve yetkin olsa da hastaların 7/24 gözlemlemedikçe elbette hastalar kaçamak yapacaktır. Reçete gibi yazılmış hatta hazır basılmış diyet listeleri çoğu durumda işe yaramamaktadır. Burada sağlık okuryazarlığı ön plana çıkmaktadır. Hasta başta kalori sayımı ve diyet hedefleri olmak üzere beslenmesi ile ilgili birçok konuya hakim olmalıdır.

Beslenme konusunda belki de en önemli öğrenme hedefinin bazal metabolizma hızı olduğunu düşünüyorum. Bazal metabolizma hızı (BMR) basitçe bireyin günlük kalori bütçesi olarak düşünülülebilir. Tanım olarak bireyin tam istirahat halinde iken vücut fonksiyonlarının devam etmesi için gereken en düşük enerji miktarıdır. BMR; yaşa, cinsiyete, kas kütlesine, vücut ağırlığına, fiziksel aktiviteye, hormonal duruma, çevresel etkilere, ilaçlara, beslenmeye ve tabi ki genetik faktörlere göre değişmektedir.

Yaş, cinsiyet ve şu an için genetik faktörler değiştirilemeyecek parametrelerdir. Erkekler ve gençler, kadınlar ve yaşlılara göre daha yüksek bir BMR’ ye sahiptir. Bazı insanların ise bu ikisinden bağımsız olarak ailesel olarak BMR değerleri yüksektir.

Kas kütlesi ise bir insanın vücudunda bulunan kırmızı kas miktarının çokluğudur. Kırmızı kaslar istirahat halinde dahi çok fazla miktarda enerji tüketmektedirler. Bu BMR değerinin artarak kilo verilmesine sebep olabilir. Ancak buradaki problem de kasların ihtiyaç duyduğu enerjiye ulaşmak için ortaya çıkan daha fazla beslenme isteğidir. BMR bu şekilde arttığında alınan bazal kalorinin de arttığını savunan araştırmacılar vardır. Ancak yağ kütlesinin azaltılması ve kas kütlesinin artırılması BMR değerini artırmak dışında da faydalı olduğu için elbette mantıklı bir harekettir.
Kas kütlesi olmadan artmış bir vücut ağırlığı yani yağ kütlesi de bazal metabolizmayı bir miktar artırsa da bu elbette istenen bir durum değildir. Bu durum sadece başlangıçta fazla kilolu bireylerin daha yüksek BMR değeri nedeniyle daha kolay kilo vermesini açıklayabilir.

Günlük fiziksel aktivitenin BMR’yi artırdığı yönünde birçok bilgi vardır. Ancak burada ne kadar artırdığından genellikle bahsedilmez, profesyonel koşucularda bile bu oran % 7-10 civarındadır ve bu etki egzersiz yapılmadığı takdirde ilk iki saat içinde hızlıca ve devamında 48 saat içinde yavaşça olmak üzere azalmaktadır. Kısaca egzersiz yaparak kalıcı ve güçlü bir BMR yükselmesi hedefleniyorsa hayatın spora adanması gerekmektedir.

Hormonal durum konusunda en fazla bilinen tiroit hormonlarının etkisidir, kendisi zaten kabaca BMR değerini ayarlamak ile görevli olan tiroit hormonu vücutta arttığı durumlarda (hipertiroidi) BMR artar iken azaldığı durumlarda (hipotiroidi) BMR azalır. Ancak bu durumlar bir başka hastalık durumu olduğu için elbette BMR artışı amaçlı kullanılamazlar. Bunun dışında birçok hormon BMR değerini artırmaktadır.

Çevresel etkiler ise sıcak ve soğuk gibi etkiler olup vücut ısısının korunması adına BMR değerinde geçici değişiklikler yapmaktadır.

Birçok ilaç BMR üzerinde ya da iştah üzerinde etkiye sahip olup birçoğunda bu durum yan etkiden ibarettir, yani tedavi amacıyla kullanılmamaktadır. BMR artışına sebep olan ilaçlar haliyle kalp atı hızını da değiştireceği için özellikle ritim bozukluğu olan kişilerde bu durum ciddi sorunlar doğurmaktadır. “Çin’den gelen zayıflama ilaçları furyası”ndaki ölümlerin sebebi ne yazık ki budur.
Beslenme ile BMR değeri değişikliği genellikle kahve gibi uyarıcı besinler ile olmaktadır ancak bu hem geçici ve gözardı edilebilecek bir etkidir hem de etkinin devam etmesi ve “yağ yakmak” için kahve tüketimi mantıklı bir hareket değildir. Kafeinin zararlı etkileri 1 gr civarında başlar ve 10 grama kadar kafeinin kısa aralıkla alınması ölümcüldür. Ortalama bir kahvede 100-200 mg civarında kafein bulunmaktadır. Ayrıca ters bir etki olarak aşırı derecede sıkı diyetler, çok düşük kalori alımı ve uzamış açlık gibi durumlar BMR değerinin düşmesine sebep olmaktadır. Bu sebeple diyet programı yapılırken BMR ve günlük ek enerji tüketimi hesaplanmalı, bu değerin kabaca 500 kcal altında kalmaya çalışılmalıdır.

BMR değerini tek başına artırarak kilo vermek ne yazık ki mümkün görülmemektedir. Dahası yaş ilerledikçe düşen bu değer her gün daha da zor kilo vermenize neden olmaktadır. BMR tek amacı, bireyin kendi değerini kabaca bilerek günlük kalori alımlarını ve egzersiz planlarını buna göre oluşturmak olmalıdır.

BMR tek başına kilo vermeye yetmediği için devreye yine diyet ve egzersiz girmektedir. Burada öncelikle egzersiz hedeflerini belirlemek, kabaca kaç kaloriye denk geleceğini hesaplamak ve ardından buna göre bir diyet planı oluşturmak mantıklı olacaktır. 

Egzersiz tipine karar vermeden önce bilinmesi gereken en önemli şey egzersize vakit ayrılması gerektiğidir. Gün içinde kısa mesafe yürüyüşler, metroya yetişmek için koşmak, AVM’de yürümek ya da ev işlerini yapmak ne yazık ki egzersiz açısından yetersizdir. Örnek vermek gerekirse 70 kg ağırlığında bir erkek 1 saat boyunca 5 km yürürse 286 kcal kalori harcamaktadır ve bu ortalama bir çikolatanın kalorisine eşittir. Burada devreye farklı egzersiz tipleri girmektedir ancak buradaki problem de bu egzersizlerin genelde genç ve sağlıklı bireyler için planlandığı ve olası kalp rahatsızlığı ve akciğer rahatsızlığı olabilecek, osteoporoz açısından riskli orta ve ileri yaştaki bireylerde uygun olmayabileceğidir. High İntensity İnterval Training, Aralıklı Yüksek Yoğunluklu Egzersiz şeklinde dilimize çevrilebilir ve kısaltma olarak HIIT şeklinde geçer. Bu egzersiz klasik uzun süreli ve görece daha konforlu egzersizler yerine hızlı, vücudun sınırlarını zorlayan ve kısa bir dinlenme periyodu ardından tekrar edilen egzersizleri kapsar ve insülin direncini azaltması ile seçkin bir egzersiz tipidir. Ancak bu şekilde yoğun bir egzersiz öncesinde doktor kontrolünden geçilmesi gerektiği ve kas iskelet sistemi problemleri nedeniyle birçok ileri yaştaki birey için uygun olmayacağı bir gerçektir. Bunlar dışında özellikle bireyin keyif alaak yapacağı ve mümkünse çift ya da grup halindeki sporlar motivasyon açısından değerlidir. 

Yürüyüş her ne kadar zaman alsa da birçok hastalık durumu ve yaş grubu için en ideal egzersiz tipidir. Yürüyüş; kasların glukoz tüketimi nedenli kan şekeri kontrolü, kalp sağlığı ve kilo kontrolü nedeniyle DM’nin önlenmesinde direkt etkilere sahiptir. Ancak DM hastaları yürüyüş esnasında ayak yaralanmalarına dikkat etmeli ve ani kan şekeri düşmelerine karşı yanlarında şeker bulundurmalıdır. Ayrıca hastalığının ve ilaçlarının yazılı olduğu bir kart ya da bileklik olası beklenmeyen bir durum halinde yardımcı olacaktır. Yürüyüş esnasında kalp hızını, tansiyonu ve kandaki oksijen seviyesini kontrol eden bir cihaz varsa bunlar doktor vizitlerinde de faydalı olacaktır.

Bisiklete binme, yüzme, ağırlık kaldırma ve benzeri tüm sporlar enerji harcamaya ve kilo kaybına neden olduğu için DM korunmasında yere sahiptir ancak birey kendisine ve sağlığına uygun olan sporu seçmelidir. Kilo vermek için ya da DM’den korunmak için en iyi spor şeklinde bir ifade kesinlikle gereksiz derecede iddialı olduğu unutulmamalıdır. Günde 2 saat sıkılmadan yürüyen bir birey için en faydalı sporun yürüyüş olduğu ya da günde yarım saat tenis oynayabilen insan için de en sağlıklı sporun tenis olduğu unutulmamalıdır.

Diyet konusunda da ne yazık ki “en iyi diyet” arayışı mevcuttur. İnsanlar “mükemmel” diyeti ararken onlarca diyeti ilk haftada bırakmaktadır. Dahası özellikle DM bireyler sağlıklı bireylerin diyet listelerini ve planlarını kopyalamamalıdır. Beslenme konusunda ana hatlar olarak dikkat edilmesi gerekenler; aşırı az ya da çok yenmemesi, besinlere sadece kalori değeri açısından bakılmaması ve özellikle işlenmiş gıdalardan uzak durulmasıdır. İşlenmiş gıda burada kafa karıştırıcı bir durum olsa da örnek vermek gerekirse, yağı azaltılmış ürünler bile yağ ile birlikte diğer besin ögelerini kayıp ettikleri için beslenme açısından yetersiz olabilmektedir.

Burada tekrar belirtmek gerekir ki diyetlere afilli isimler koyarak reklamını yapmak kesinlikle yanlıştır. En iyi şeklinde bir öneri hiçbir bilimsel yayında geçmemek ile birlikte bilinçsizce yapılacak diyetler vücuda zarar vermektedir. Özellikle iki adet popüler diyetten bahsetmek yerinde olacaktır.
Düşük karbonhidrat diyeti ya da ketojenik diyet: tüketilen karbonhidrat miktarını mümkün oldukça 50 - 100 gr.’ ın altında tutmayı hedefleyen bu diyet tipi pre-DM kilolu hastalar için faydalı olsa da özellikle ilaç ya da insülin kullanan DM hastaları dikkatli olmalıdır. Özellikle insülin nedeniyle kan şekeri ani düşüşler bilinç kaybı başta olmak üzere çok ciddi sağlık sorunlarını tetikler. Ayrıca diyete uyulmaması nedeniyle oluşacak kan şekeri dalgalanması kalp açısından yüksek kan şekeri kadar tehlikelidir. Kısaca bir hayli zor olan bu diyet tipine geçmeden önce kesinlikle bireyin kendi doktoru ile görüşmesi ve kesinlikle hastalığı hakkında detaylı bilgiye sahip olması gerekmektedir. Ancak küçük çalışmalar da göstermiştirdir ki özellikle obez, yeni tanı DM hastalarında ketojenik diyet DM’ yi geri döndürücü etkiye sahiptir ne yazık ki bu etki diyet bırakıldıktan 6 ay sonra geri dönmektedir.
Intermittent fasting ya da aralıklı oruç tutma ise genellikle 6-8 saat yeme içmenin serbest olup devamında yasak olduğu bir diyet tipidir. Yine burada da ketojenik diyette olduğu gibi özellikle ilaç ve insülin kullanan hastalar dikkatli olmak zorundadır. Yine kan şekerinde görülecek ani düşme ve yükselmeler tehlikeli olabilmektedir.

Özetle, DM’yi tanıtıp DM’den korunmak için doktorlarında dilinden düşürmediği diyet ve spor önerilerinden bahsetmek istedim. Bilinmesi gerek en önemli şeyin herkes için en ideal olan bir program olmadığını, evde yapılan çoğu hesabın çarşıya uymadığını düşünüyorum. Ezbere programlar yerine kişiselleştirilmiş programların hastanın katılımıyla yapılırsa başarıya ulaşacağını biliyorum.

Dr.  Yakup Özgüngör
Dr. Yakup Özgüngör
Tüm Makaleler

  • 16.11.2021
  • Süre : 4 dk
  • 1437 kez okundu

Google Ads