Site İçi Arama

kultur-sanat

Ölümsüz Bestekâr Hacı Arif Bey

Abdülhamid ile pek geçinemeyen Arif Bey, kaprisli davranışları nedeniyle zor günler yaşar. Padişah ile arasında geçen olumsuz bir diyalog sonucunda, Mızıka-ı Hümayun’daki odasında 50 gün süren hapis cezası alır. Bu cezaya tahammül edemeyen Arif Bey, Nihavent şarkısını besteleyerek hem kendisini affettirir hem de yine padişah tarafından miralay rütbesine yükseltilir.

Ah o ölümsüz şarkılar yok mu? İnsanı alır güzellikler içinde duygu selinin tam ortasına bırakır. Dinlediğiniz tınılar sizi alıp götürür yabancı diyarlara, bazen kendinizi kanatlanmış bir kuş gibi hissetmenizi sağlar, bazen Türk filmlerinin ayrılmaz bir görseli olan sapsarı çayırlarda sevgilinizle ya da ilk aşkınızla birlikte geçirdiğiniz o güzel günlere savurur sizi. Bazen de bir güzel şarkının tınılarında hüzünlenirsiniz. Sevdikleriniz, dostlarınız gelir aklınıza. Ama geriye getiremediğimiz tek şey zamandır. İşte ben bugün size o ölümsüz şarkıların ölümsüz bestekârlarından sadece biri olan Hacı Arif Bey’den bahsedeceğim. 

Bu konuya başlamadan önce, bu konuyu kaleme almamın nedenini anlatmak isterim. Bir hafta sonu çok ama çok sevdiğim bir aile dostumun düğününden dönerken çok sevdiğim bir başka dostum ve eşinin bir kahvesini içmek için evlerine uğradık. Ve her sohbetin ve her birlikteliğin sonunun olduğu gibi ayrılık vakti geldi. Bizimle Lâpseki-Gelibolu vapur yolculuğu yaparak uğurlama nezaketini gösterdiler. Kendisinin Türk Sanat Müziğinin sevdalısı olduğunu ve ayrıca bir ud virtüözü olduğunu biliyordum. Laf döndü dolaştı Hacı Arif Bey'e geldi. Bana, Hacı Arif Bey'in hayatını ve onun en güzel bestelerinden birinin hikayesini anlattı. Bir ara ikimizde o güzel hikâyenin etkisiyle şarkıyı sesli olarak terennüm etmeye başlamıştık. Tabii vapur da o anda iskeleye yanaşırken dostuma bu hikâyeyi yazacağımın sözünü vermiştim! Şimdi o sözümü bu yazıyla yerine getiriyorum.

Hacı Arif Beyin Hayatı

Biz şimdi Hacı Arif Bey ve onun ölümsüz bestesi "olmaz ilaç sine-i sad pareme” hikayesini anlatalım. Arif Bey, 1831 yılı sonlarında İstanbul Eyüp’te doğar. Sübyan mektebinde iken sesinin güzelliğiyle dikkati çeker ve mektebin ilahicibaşı olur. Çok yeteneklidir ve çok iyi bir kulağı vardır. Ünü zaman içinde o zamanın İstanbul'una yayılır ve ismi sıklıkla sarayda anılır olur. Onun müzik dalındaki ustalığından Sultan Abdülmecid de haberdar olur. Onu derhal saraya çağırarak haremdeki cariyelerine müzik hocası olarak tayin eder. Bu görevinin yanında, padişah kendisine danışmanlık görevi de verir. Artık maaşı çok iyi ve sarayda sözü geçen bir statüye sahip olmuştur. 

Bir müddet sonra talebelerinden, aynı zamanda padişaha eş olmaya namzet Çeşm-i Dilber adlı bir Çerkez kızıyla aralarında gönül ilişkisi başlar. 19 yaşındaki Arif Bey, 15 yaşlarındaki olan Çeşm-i Dilber’e hislerini, Şeyh Galip’in gazelini kendi bulduğu kürdilihicazkâr makamında besteleyerek ifade eder. Bu bestenin günümüzdeki yalın Türkçeyle ifade edilen sözleri aşağıdaki gibidir.

“Bir ok yarası gibi geçti, kederli gönlümü sana verdiğimden beri

Merhamet eyle güzel gamzeli, yetiş imdadıma

Öyle bir aldın ki aklımı, tükettin takadımı”

 

Padişah bu durumu bir müddet sonra duyar. Bu bir saray skandalıdır ve hükümleri bellidir. Bu skandalı sonlandırmak Sultan Abdülmecid’e düşer. Arif Bey'i Çeşm-i Dilber ile evlendirerek saraydan gönderir. Mabeyn ve Harem-i Hümayun’daki görevinden çıkarılır; sadece Mızıka-ı Hümayun’da arada ders vermesine izin çıkar. Nebiye ve Cemil adında iki çocuğu dünyaya gelir; fakat iki yıl sonra Çeşm-i Dilber, Arif Bey’den ayrılıp başka biriyle evlenir.

 

“Niçin terk eyleyip gittin a zâlim

Seni sevmek midir bilmem vebâlim

Fedâ olsun sana bu cân û mâlim

Yine görmekliğe yoksa mecâlim

Hayâlindir hayâl-i hasbîhâlim”

 

Bu ayrılık nedeniyle bestelediği en güzel şarkılardan birisidir. Hacı Arif Bey, ticaretle uğraşan birisiyle evlenen eski karısının bir gün döneceğini umut eder, bu ayrılığı uzun süre sindiremez.

“Yakıştı mı şanına fidan boylu güzel?

Benim gibi aşıkı böyle perişan bırakmak

Efendi olan kulundan iyiliği esirger mi?

Kulundan ne emredersen et, ferman senin” 

Hacı Arif Bey bu terk edilmeden sonra kendini içkiye vermiştir. Ve maddi olarak kötü duruma düşmüştür. Hacı Arif Bey, kısa bir süre sonra padişah tarafından affedilerek tekrar saraya çağrılır. Mabeyn’deki görevinin yanında, Mızıka-ı Hümayun hocalığıyla birlikte, tekrar Harem’de musiki dersleri vermeye başlar. 

Hacı Arif Bey, Harem’deki ilk dersinde yine Çerkez asıllı Zülf-i Nigâr adlı kıza âşık olur. Sarayda dedikodular başlar, durum padişaha bildirilir. Padişah mesele büyümeden Arif Bey’i, Zülf-i Nigâr ile evlendirir; ancak kısa bir süre sonra eşi veremden vefat eder. Rabia adında bir çocukları da olan Hacı Arif Bey ölen eşi için bu şarkıyı besteler. 

İşte hepimizin dilinde olan o dillere destan olan şarkısını besteler.

“Olmaz ilaç sine-i sad pâreme

Çare bulunmaz bilirim yâreme

Baksa tabiban-ı cihan çâreme

Çare bulunmaz bilirim yâreme” 

Sultan Abdülmecid’in 1861’de genç yaşta veremden ölmesiyle, 30 yaşındaki Arif Bey çok sarsılır. Tahta geçen Sultan Abdülaziz, sert, disiplinli, protokol hatalarını kabul etmeyen yaradılışa sahiptir. Arif Bey’i mabeyndeki görevinden alır, ama Harem-i Hümayun’da musiki hocalığına, saray fasl-ı heyetinin serhanendeliğine, yani birinci ses sanatkarlığına getirir. 

Tarih tekerrürden ibarettir; Arif Bey Harem’de bu kez padişahın annesi Pertevniyâl Valide Sultan’ın nedimesi Çerkez asıllı Nigârnîk Kalfa’ya âşık olur. Valide Sultan durumu anlar ve nedimesini Arif Bey’le evlendirir. Bu evlilikten Hayriye isimli bir kızları dünyaya gelir. Zincirlikuyu’da bir çiftlik alır ve orada yaşamaya başlar. 

Aşırı iltifat, her isteğinin yerine getirilmesi, üç kez haremden kızlarla evlendirilmesi, karakterini değiştirir. Saraydaki üst düzey kişilere, hatta hanedan mensuplarına bile kaprisler yapmaya başlar. Sultan Abdülaziz, büyük bestekârı saraydan çıkarır; 5 yıl çeşitli birimlerde memurluk yapar. Bu yıllarda hacca gider ve Hacı Arif Bey olur. 

Tahta II. Abdülhamid’in çıkmasıyla atmosfer değişir. O, amcası ve babası gibi cömert davranmaz Hacı Arif Bey’e. Üstelik, Abdülhamid “Musıkîyi hem severim hem de anlarım. Güzel nota bilirim. Oldukça iyi piyano ve biraz keman çalarım. Alaturka musıkîden pek o kadar hoşlanmam, insana uyku getirir. Alafranga musıkîyi tercih ederim. Bilhassa opera ve operetler pek hoşuma gider” diyen bir sultandır. 

Abdülhamid ile pek geçinemeyen Arif Bey, kaprisli davranışları nedeniyle zor günler yaşar. Padişah ile arasında geçen olumsuz bir diyalog sonucunda, Mızıka-ı Hümayun’daki odasında 50 gün süren hapis cezası alır. Bu cezaya tahammül edemeyen Arif Bey, Nihavent şarkısını besteleyerek hem kendisini affettirir hem de yine padişah tarafından miralay rütbesine yükseltilir.

 

“Yıldızı düşük, hemen incinen ait olduğu yerden uzaklarda, aşık ve perişanım

Nasıl ki güneş, merkezinin deniz gibi çekim kuvveti içinde karşı koyamamacasına çaresizlikle yüzer,

Ben de senin deniz gibi olan aşkın içinde yüzmekteyim, buna karşı koymakta çaresizim

Senin kapında sana kul olmuş durumdayım, başka nereye gidip de kul olabilirim ki

Ey nazlı, işveli sevdiğim, sen dururken ben kime gidip aşıkmışım gibi yalvarabilirim ki”

 

Hacı Arif Bey, 1884’te kalbinden rahatsızlanır, 28 Haziran 1885 günü Mızıka-ı Hümayun’daki odasında aşağıdaki kürdilihicazkâr şarkısını besteler ve okurken fenalaşır.

 

“Gurub etti güneş dünya karardı

Gül-i bağ-ı emel soldu sarardı

Felek de böyle matemler arardı

Gül-i bağ-ı emel soldu sarardı”

Hacı Arif Bey'in Günümüze Kadar Uzanan Haklı Şöhretinin İzleri

Mızıka-ı Hümayun’daki oğlu Cemil Bey ve öğrencileri odasına girer. Oğlunun göğsüne yaslanır, 54 yaşında son nefesini verir. Padişahın emriyle Beşiktaş’ta, Yahya Efendi Mezarlığı’nda toprağa verilir.

Hacı Arif Bey, hiçbir sazı çalmasını, hatta nota yazmayı dahi öğrenmediği halde, bestekârlık dehası ile müstesna bir yere sahiptir. Hammâmîzâde İsmâil Dede’den sonra 19. yüzyılın en büyük bestekârı ve özellikle şarkı formunda Türk müziğinin en önde gelen sanatkarı kabul edilmiştir. 

Hacı Arif Bey, Türk müziğinde neoklasik ve romantik denilen sanat akımının kurucusudur. Kendisinden önce neoklasik tarzda III. Selim, Hammâmîzâde İsmâil Dede, Şâkir Ağa gibi bestekârlar şarkı bestelemişse de, Hacı Arif Bey bu alanda çığır açmıştır. Ritim çeşitliliği, melodi renkliliği ve zenginliğiyle dikkati çeken şarkı bestekârlığındaki üstün seviyesiyle Hacı Arif Bey bu formun gerçek anlamda ihya edicisi kabul edilir. 

Şarkılarının çoğunun güftesi Mehmed Sadî Bey’e ait olan Arif Bey’in hızlı beste yaptığı, hatta bir gecede sekiz şarkı bestelediği söylenir. Sultan Abdülaziz’in verdiği bir güfteye yedi ayrı makamda beste yapması da bu alandaki gücünün bir delilidir. Kuvvetli bir hafızaya sahip olduğundan ezberinde binlerce eser bulunan Hacı Arif Bey, sesinin güzelliği, üstün musiki kabiliyeti ve sanat anlayışı ile birleşince ortaya müstesna bir icra üslubu çıkar. Okuyuşundaki güzel tavrı, hocası Haşim Bey’den aldığı söylenir. Hacı Arif Bey, Mecmûa-i Ârifî adlı bir de güfte mecmuası hazırlar. Kendisine ait güftelerin de yer aldığı bu kitapta, ellinin üzerinde makam ve binden fazla eserin güftesini toplar. Büyük usta ruhun şad, mekânın cennet olsun.

Saygı dolu sevgiyle kalın diyorum.

Kaynak

Yılmaz Öztuna, Hacı Arif Bey (1831-1885), Bir Hüzün ve Müzik Adamı Hacı Arif Bey.

Ergun Hiçyılmaz, Türk Müziğinde Kadın Algısı: Hacı Arif Bey Eserleri Örneği.

Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Araştırmacı Yazar Mustafa Orhan ACU
Tüm Makaleler

  • 25.09.2022
  • Süre : 4 dk
  • 1809 kez okundu

Google Ads