Deprem Nedeniyle Ortaya Çıkan Zararların Özel Hukuk Kapsamında İlgililerden Tazmini
Ölüm dahil olmak üzere tüm bedeni zararlar, manevi zararlar, enkaz kaldırma masrafları, kâr kaybı, iş durması, kira mahrumiyeti, alternatif ikametgâh ve işyeri masrafları, her türlü taşınır mal, eşya ve benzerlerinde meydana gelen zararlar Zorunlu Deprem Sigortasının kapsamı dışındadır.
GENEL AÇIKLAMALAR
Deprem nedeniyle meydana gelen zararların bir kısmı zorunlu deprem sigortası kapsamında tazmin edilirken bu sigorta kapsamına girmeyen diğer zararların da müteahhit, yapı müellifleri (inşaat mühendisi, mimar), ev sahibi, yapı denetim kurumu ve belediye tarafından tazmini gereklidir. Belediye de dahil olmak üzere idarenin tazmin sorumluğu bu yazımızın kapsamı dışındadır. İdarenin sorumluluğu bir başka yazımızda incelenmiştir. Zira zorunlu deprem sigortasının kapsamı esasen sigorta ettirilen taşınmazda meydana gelen zararlar ile sınırlı olup, bunlar dışında birçok zarar da söz konusu olabilmektedir. Özellikle ölüm dahil olmak üzere tüm bedeni zararlar, manevi zararlar, enkaz kaldırma masrafları, kâr kaybı, iş durması, kira mahrumiyeti, alternatif ikametgâh ve işyeri masrafları, her türlü taşınır mal, eşya ve benzerlerinde meydana gelen zararlar Zorunlu Deprem Sigortasının kapsamı dışındadır.
Bu zararların karşılanması için taşınmazı inşa eden müteahhit, inşaat mühendisi ve mimarlar yürürlükteki mevzuata aykırı bir yapı inşa etmesi nedeniyle ile sorumlu tutulabilmektedir. (Yargıtay 23. Hukuk Dairesi, E. 2017/2640, K. 2020/2367, T. 30.6.2020) Sorumluluğun kaynağı somut olaya ve çeşitli ihtimallere göre değişebilmektedir. İki tür sorumluluk söz konusudur. Bunlardan ilki haksız fiil sorumluluğu, ikincisi ise eser sözleşmesi kapsamında ayıplı mal teslimi nedeniyle doğan sorumluluktur. Belirtmekte fayda vardır ki uygulamada genellikle haksız fiil sorumluluğu nedeniyle zararların tazmini sağlanmaktadır.
HAKSIZ FİİL KAPSAMINDA SORUMLULUK
Haksız fiil, kusurlu ve hukuka aykırı bir davranışla bir başkasının mal veya şahıs varlığına zarar vermektir. Bu sorumluluk, sözleşme ilişkisi olmadığı takdirde meydana gelmektedir. Örneğin, müteahhit deprem mevzuatına aykırı olarak yapıyı tamamlayıp A kişisine devretmiş, A kişisi B kişisine devretmiş ve yapı B kişisinin mülkiyetinde iken deprem meydana gelmişse bu durumda B kişisi ile müteahhit arasında bir sözleşme söz konusu olmadığından haksız fiil sorumluluğu söz konusu olacaktır. Ya da verilen örnekte A kişisi yapıyı B kişisine kiralarsa bu durumda da yine haksız fiil sorumluluğu söz konusu olacaktır. Bu sorumluluktan bahsedebilmek için yapı maliki olmak değil, yalnızca mevzuata aykırı inşa edilen yapı nedeniyle zarar görmüş olmak gereklidir. Haksız fiil sorumluluğunun ortaya çıkması için gerekli şartlar;
Kusur
Yapının inşa edildiği tarihteki deprem yönetmeliği kusur açısından önem taşımaktadır. Müteahhit veya yapı müelliflerinden beklenen; inşa edilen tarihte yürürlükte bulunan deprem mevzuatına uygun yapı inşa etmektir. Emsal karar şu şekildedir;
“Yerel Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporundaki değerlendirmeler 2007 tarihli Deprem Yönetmeliği’ne göre yapılmıştır. 1975 tarihli Deprem Yönetmeliği’nin yürürlükte olduğu sırada bu yönetmelik hükümleri çerçevesinde inşa edilen binada, yüklenicinin yapım ve teslimden sonra meydana gelen gelişmeleri bilmesi ve öngörmesi kendisinden beklenemeyeceğinden, sonradan yürürlüğe girip yüklenicinin sorumluluklarını arttıran aleyhe hükümlerin de yüklenicilere uygulanamayacağı açıktır. Bu nedenle yüklenicinin sorumluluğu ve özen borcu, binanın yapımı ve teslimi sırasında yürürlükte bulunan 1975 yılı Deprem Yönetmeliği hükümlerine göre değerlendirilmedir” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2017/15-254, K. 2020/6, T. 14.1.2020)
Sorumluluk açısından ise müteselsil sorumluluk söz konusudur. Bu da binanın müteahhidi ile proje müellifinin, hasarın meydana gelmesindeki kusur oranlarına bakılmaksızın oluşan zararın tamamından sorumlu olacakları anlamına gelmektedir. Örneğin müteahhit %50 kusurlu olmasına rağmen zarar gören meydana gelen zararın tamamını müteahhitten talep edebilir, eğer müteahhit zararın tamamını tazmin etmişse, zararın meydana gelmesinde kusuru bulunan diğer kişilere rücu etme hakkı saklıdır. Bu konuda emsal karar şu şekildedir;
“Davacı, davalılar tarafından fen ve sanat kurallarına ve deprem yönetmeliğine aykırı olarak yapılan taşınmazının 17/08/1999 tarihinde meydana gelen depremde ağır hasara uğradığını belirterek oluşan maddi zararının davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini istemiştir.(…) Dosya kapsamında bulunan ve mahkemece hükme esas alınan kusura ilişkin bilirkişi raporunda, dava konusu taşınmazın zarar görmesinde yapı sahibi davalı M. G.nin ve buna bağlı olarak da mirasçılarının kusur ve sorumluluğunun bulunmadığı, yapı sorumlusu diğer davalı İ.B.nin ise %50 oranında kusurunun bulunduğu ve dava dışı yükleniciler M.B.T. ile H. O.nun da %25 'şer oranında kusurlu oldukları görüşünün bildirildiği anlaşılmaktadır. BK'nın 50 ve 51. maddelerinde haksız eylemin ve bunun sonucunda doğan zararın birden fazla kişi tarafından meydana getirilmesi durumunda zarar görenin dilediği takdirde eyleme katılanların birisinden, birkaçından veyahut tamamından zincirleme olarak sorumlu tutulmalarını isteme hakkına sahip bulunduğu düzenleme altına alınmıştır. Aynı hüküm 6098 sayılı yeni Türk Borçlar Kanunu’nun 61. maddesinde de tekrar edilmiştir. Şu durumda, davacının dava dilekçesinde müteselsil sorumluluğa dayandığı ve dava dışı yükleniciler M. B. T. ile H. O.nun da olayda kusurlu olduklarının kabul edildiği anlaşıldığına göre BK'nın 50 ve 51. maddelerinde düzenlenen müteselsil sorumluluk ilkeleri uyarınca davalı İ. B.nin kusuru oranında değil, zararın tümünden sorumlu tutulması gerekir.” (Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi Esas: 2012/13718, Karar: 2013/12101, Tarih: 24.06.2013)
Zarar
Yapının deprem mevzuatına aykırı inşa edilmiş olması nedeniyle zarar görmüş olmak gerekir. Burada yapı maliki olmak önemli değildir. Kiracı olarak yaşanılan yapı nedeniyle zarar görüldüğü takdirde de bu zararların tazmini istenebilmektedir. Yargıtay emsal kararı;
“Somut olayda, uyuşmazlık, davalının malik olduğu taşınmazda kiracı olduğunu belirten davacının, 2011 yılında meydana gelen ... depreminde binanın tamamen yıkılması nedeniyle tüm malzemelerini kaybettiğini ve ağır zarara uğradığı iddiasıyla tazminat istemine ilişkindir. Dosya kapsamından 3 katlı dükkân olan ana taşınmazda davacının tekstil mağazası bulunduğu ve binanın deprem sırasında tamamen yıkıldığı anlaşılmaktadır. Uyuşmazlığın temelinin, kira ilişkisinden kaynaklandığından söz edilmez. Bu halde olmakla, uyuşmazlığın Borçlar Kanunu’nda düzenlenen genel hükümler çerçevesinde Asliye hukuk mahkemesinde çözümlenmesi gerekmektedir.” (Yargıtay Onyedinci Hukuk Dairesi Esas: 2014/4325, Karar: 2014/7736, Tarih: 15.05.2014)
İlliyet Bağı
Meydana gelen zararın nedeni depreme dayanıksız olan yapı olmalıdır. Böyle bir durumda depremin illiyet bağını kestiği iddiası kabul görmez ancak depremin çok şiddetli olması durumunda hakkaniyet indirimi söz konusu olabilmektedir. Emsal Yargıtay kararı şu şekildedir;
“Davacının, oluşan zararı, deprem nedeniyle ikamet ettiği binanın yıkılarak kendisinin enkaz altında kalması sonucu doğmuştur. Depremin mücbir sebep olarak kabul edilip, zararla illiyet bağını kestiği kabul edilemez ise de; ne zaman ve hangi büyüklükte olacağı öngörülemeyen ve sonucu gerçekleştiğinde büyük bir yıkıma sebebiyet veren, bölgede herkesi etkileyen en büyük doğal afet olduğu da kabul edilmek zorundadır. Ayrıca, bölgenin birinci derecede deprem kuşağında yer aldığı ve oluşan depremin şiddet büyüklüğü de gözden kaçırılmamalıdır. O halde, mahkemece, maddi ve manevi tazminat miktarından adalete uygun bir hakkaniyet indirimi yapılması da gereklidir. Bu hususta bir değerlendirme yapılmamış olması doğru görülmemiş, hükmün açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.” (Yargıtay Onyedinci Hukuk Dairesi Esas: 2014/4325, Karar: 2014/7736, Tarih: 15.05.2014)
ESER SÖZLEŞMESİ KAPSAMINDA SORUMLULUK
Bu sorumluluk, iş sahibi ile yüklenici yani arsa sahibi ile müteahhit arasında akdedilen sözleşme kapsamında ortaya çıkan, sözleşmeye dayalı bir sorumluluk türüdür. Eser sözleşmesi kapsamında yüklenici taraf olan müteahhidin, yapıyı yani eseri yürürlükteki deprem mevzuatına uygun olarak ortaya çıkarma yükümlülüğü söz konusudur. Bu nedenle müteahhitler; kolon ve kirişlerin bağlantısında sorun olması, etriye demirinin eksik kullanılması, beton kalitesinin düşük olması, yıkanmamış deniz kumu kullanılması, kolonların gereğinden fazla kısa olması yahut ucuz işçilik gibi sebeplerle meydana gelecek tüm hasarlardan sorumlu olabilmektedir. Müteahhidin, deprem mevzuatını göz ardı ederek inşa ettiği yapıyı tamamladıktan sonra örneklemek suretiyle sayılan hususlardan biri veya benzeri bir durumla iş sahibine teslim etmesi durumunda ayıplı mal teslimi söz konusu olacak ve müteahhidin kusuru gündeme gelecektir. Emsal karar şu şekildedir;
“Davalının istemi üzerine İnşaat Mühendisleri Odasınca yaptırılan inceleme sonucu alınan raporda da çatı katta duvar ve hatıl ebadına göre "Herde tehlike doğabileceği", alçak dökülen merdiven üstü betonun ancak bir miktar kırma yoluyla kullanılır hale gelebileceği, foseptik yan duvarlarının perde yerine biriket yapıldığı, kolon kalınlıklarının "deprem yönetmeliğine uygun olmadığı görüşlerine yer verilmiştir.(…) Sözleşmede yer verilmese dahi işin imar mevzuatına, fen ve teknik kurallara uygun yapılması zorunludur. Bu husus kamu düzeninden olup mahkemece de doğrudan gözetilecek hususlardandır. Somut olayda işin anılan kurallara uygun yapılmadığı, Merciince verilen durdurma kararı ve çeşitli aşamalarda alınan fenni bilirkişi görüşleriyle sabit ve mahkemenin de kabulündedir. Sözleşme hükümlerine uyulması ise hukukta temel ilke olan "ahde vefa" kuralı gereğidir. Eser sözleşmesinde yüklenici, üstlendiği işi kendisine duyulan güvene uygun olarak sadakat ve özenle yapmak, iş sahibine zarar verecek her türlü davranıştan kaçınmak zorundadır. Özen borcu sadakat borcunun bir sonucudur. Yüklenici, sözleşmeye uygun olmayan proje ve bu projeye aykırı iş yapmakla sadakat ve özen borcunu ağır biçimde ihmal etmek, davacıda var olan güveni kökünden sarsmakla kusurlu olduğu gibi, kamu düzenine ilişkin imar kurallarına uymamakla da başka bir neden aranmaksızın kusurludur.” (Yargıtay Onbeşinci Hukuk Dairesi Esas: 1998/4289, Karar: 1999/115, Tarih: 25.01.1999)
Buradaki ayıp, çıplak göz ile ilk bakışta anlaşılabilecek bir ayıp olmadığından gizli ayıp söz konusu olacaktır. Yapıdaki gizli ayıp deprem esnasında ortaya çıktığı takdirde arsa sahibinin derhal bu durumu müteahhide ihbar etmesi gerekmektedir. Yapılan ihbar sonucunda arsa sahibinin bir takım seçimlik hakları söz konusu olacaktır.
Bu haklar TBK. m.475’te sayılmıştır. Anılan hükme göre arsa sahibinin seçimlik hakları şu şekildedir;
1. Kusurun giderilmesini isteme; Eğer deprem sonrası ortaya çıkan kusur giderilebilecek nitelikte ise (örneğin duvarın çatlaması gibi) müteahhitten bu kusurun giderilmesi talep edebilecektir. Ancak kusurun giderilmesi (binanın yeninden inşası gibi) aşırı bir masrafı gerektiriyorsa bu durumda arsa sahiplerinin kusurun giderilmesini talep etme hakları bulunmayacaktır.
2. Bedel iadesi: Bu hak kusurdan ötürü müteahhide ödenen bedelin belirli bir oranda iade edilmesi şeklindedir. Örneğin dairelerinden biri kullanılmaz hale gelen arsa sahibi, bu dairenin bedelinin iadesini talep edebilecektir
3. Sözleşmeden dönme: Eğer depremle birlikte müteahhidin işinde esaslı bir kusur ortaya çıkmışsa, arsa sahibi sözleşmeden dönülmesini isteyebilecektir. Tüm binanın tümüyle yıkılması durumunda arsa sahibi, eğer kusur bütünüyle müteahhide aitse ödediği bedeli(yahut verdiği arsa payını) iade alacak ve hatta arsadaki hafriyatın temizletilmesini dahi isteyebilecektir.
4. Tazminat Hakkı: Yukarıda yer verilen hakların tek başına kullanılması özellikle depremin yıkıcı etkisi göz önüne alındığında tüm zararları karşılayamayacaktır. Zira deprem nedeniyle oluşan geçici ve sürekli iş göremezlik zararı, kâr kaybı, manevi zarar gibi birçok zarar söz konusu olacaktır. Yukarıda yer verilen hakların yanında bireylerin ayrıca Borçlar Kanunu’nun genel hükümlerine göre tazminat isteme hakkı da söz konusu olacaktır.
ZAMANAŞIMI
Önemle belirtmekte fayda vardır ki ortaya çıkan zararlarda Yargıtay zamanaşımı süresini deprem tarihinden itibaren dikkate almaktadır.
“Davaya konu bina her ne kadar 1978 tarihinde tamamlanıp teslim edilmiş ve o tarih itibariyle hukuken binanın davalı ile ilişkisi kesilmiş ise de, davalının haksız fiili, onun sonucunda oluştuğu ileri sürülen zararın meydana geldiği (zararın oluşmasına neden olan olgu olarak depremin oluştuğu) 17.8.1999 tarihinde gerçekleşmiş sayılmalıdır. Dolayısıyla, B.K.’nun 60. maddesindeki bir ve 10 yıllık zamanaşımı sürelerinin başlangıcına bu tarih esas alınmalıdır. Yargıtay’ın bu konudaki uygulaması da, deprem nedeniyle oluşan zararların tazminine ilişkin davalarda, zararın öğrenildiği tarihin, dolayısıyla, evleviyetle o zararın ortaya çıktığı deprem tarihinin zamanaşımı sürelerine başlangıç olarak alınması gerektiği yönündedir. Nitekim, Hukuk Genel Kurulu’nun 04.06.2003 gün ve 2003/4-400 E. 2003/393 K.; 22.10.2003 gün ve 2003/4-603 E. 2003/594 K.; 03.12.2003 gün ve 2003/4-658 E. 2003/727 K. Sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.”( HGK., E. 2010/111 K. 2010/137 T. 10.03.2010)
Eser sözleşmesi kapsamında doğan hakların kullanılması açısından da zararın meydana geldiği tarihten itibaren zamanaşımı dikkate alınmaktadır. Emsal bir karar şu şekildedir;
“Eserin tesliminde iş sahibi işin mutat cereyanına göre imkanını bulur bulmaz muayeneye ve kusurları varsa yükleniciye bildirmek zorundadır. Sonradan ortaya çıkan gizli ayıpların ise ortaya çıktıkları tarihten itibaren iş sahibine bildirilmesi gerekir (BK.nun 359, 362 maddeleri). Dava konusu olayda eser teslim edilmiştir. Depremden sonra meydana gelen hasarlar için davacı tarafından bir takım basit onarımlar yapılmış ise de, hasarın esasına ilişkin gizli ayıplı imalat, teftiş raporu sırasında yapılan deney ve alınan rapor sonucunda ortaya çıkmıştır. Ayıplı imalatın mahiyeti ve ayıbın nasıl giderileceğine dair inceleme için geçecek zaman dikkate alındığında, davalıya gönderilen 18.11.2004 tarihli ayıp ihbarının süresinde bulunduğunun kabulü gerekir. BK.nun 126/4. maddesi uyarınca müteahhidin, kasıt veya ağır kusuru ile akdin hiç veya gereği gibi yerine getirilmemiş ve bilhassa ayıplı malzeme kullanmış veya ayıplı bir iş meydana getirmiş olması sebebiyle açılacak davalarda 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması zorunludur. Bu durumda mahkemece ayıp ihbarının zamanında yapıldığı kabul edilerek, işin esasına girilmeli ve oluşacak sonuç dairesinde karar verilmelidir. Bu hususlar üzerinde durulmadan hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur.”
GÖREVLİ MAHKEMENİN TESPİTİ
1. Kiracının, deprem nedeniyle uğranılan zararın karşılanması için binanın maliki olan müteahhide karşı açtığı davada asliye hukuk mahkemesi görevlidir.
“Somut olayda; davacı vekili, binanın müteahhidi olan ve müvekkiline işyerini kiraya veren davalının standartlara ve deprem yönetmeliğine uygun bir yapı inşa etmemekle, davalının standartlara uygun olmayan bir yapıda ticari faaliyette bulunmakla ve gereken güvenlik önlemlerini almaması ayrıca bu şekildeki bir iş yerini müvekkiline kiraya vererek kusurlu davranışı ve ilçede meydana gelen deprem sebebiyle müvekkil tarafından davalıdan kiralanan taşınmazında yıkılması sonucunda maddi ve manevi zarara uğradığını belirterek tazminat talep etmiştir. Dosya kapsamında, uyuşmazlık kira ilişkisinden kaynaklanmadığı, haksız fiilden kaynaklandığı anlaşılmakla asliye hukuk mahkemesinde görülmesi gerekmektedir.” (Yargıtay Yirminci Hukuk Dairesi Esas: 2017/8632, Karar: 2017/7140, Tarih: 02.10.2017)
2. Kiracının, deprem nedeniyle uğranılan zararın karşılanması için binanın müteahhidi olmayan ev sahibine karşı açtığı davada sulh hukuk mahkemesi görevlidir.
“Somut olayda davacı, davalılardan kiraladığı dairenin depremde yıkıldığını ve tüm ev eşyasının enkaz altında yok olduğunu, ev sahiplerinin depreme yönelik güvenlik önlemlerini almadığı ve evi buna göre inşa etmediği iddiasıyla ev eşyalarının enkaz altında kalması nedeniyle uğradığı zararın tazminini talep etmiş olup, davacı ile davalılar arasındaki uyuşmazlığın kira sözleşmesinden kaynaklanmasına göre uyuşmazlığın Sulh Hukuk Mahkemesinde görülüp, sonuçlandırılması gerekmektedir.” (Yargıtay Onyedinci Hukuk Dairesi Esas: 2014/12808, Karar: 2014/15383, Tarih: 07.11.2014)
3. Müteahhitten alınan dairelerde, deprem nedeniyle uğranılan zararın karşılanması için müteahhide karşı açılan davada tüketici mahkemesi görevlidir.
“Dava, müteahhitten satın alınan taşınmazların deprem yönetmeliğine aykırı inşaa edilmesinden kaynaklanan tazminat alacağının tahsili istemine ilişkin olup taraflar arasındaki uyuşmazlığın 4822 sayılı Kanunla değişik 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında kaldığı anlaşılmaktadır. TKHK'nun 23. maddesinde bu kanunun uygulanması ile ilgili her türlü ihtilafa Tüketici mahkemelerince bakılacağı öngörülmüştür. Taraflar arasındaki uyuşmazlık Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamında kaldığına göre davaya bakmaya Tüketici mahkemesi görevlidir.”(Yargıtay Kararı - 13. HD., E. 2013/30476 K. 2014/5953 T. 4.3.2014)
4. Müteahhit olmayan yapı malikinden devralınan yapının, deprem nedeniyle zarara uğraması durumunda zararın tazmini için devreden malike karşı açılacak davada asliye hukuk mahkemesi görevlidir.
5. Alışveriş için gidilen AVM’de deprem nedeniyle zarara uğranması halinde zararın tazmini için dükkân sahibine karşı açılacak davada tüketici mahkemesi görevlidir.
“Davacılar, ... ve ...' in ortak çocukları ve diğer davacıların kardeşi olan ...' ın 23/10/2011 günü ... ilçesinde meydana gelen deprem sırasında Kışla Mahallesi Sönmezler Sokak Eski Sempaş AVM Binası ... mağazasında enkaz altında kalarak yaşamını yitirdiğini, bu olaydan davalının sorumlu olduğunu, bu nedenlerle 15. 000 TL maddi , 500. 000,00 TL manevi tazminatın 25/10/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile tahsilini talep etmiştir.(…) Mahkemece, davalı ... nin binada kiracı olması, kiracılığından dolayı oluşan zararla illiyet bağının bulunmadığı, dolayısıyla bir kusurunun bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.(…) Bir hukuki işlemin 4077 sayılı yasa kapsamında kaldığının kabul edilmesi için, yasanın amacı içerisinde yukarıda tanımları verilen taraflar arasında mal ve hizmet satışına ilişkin bir hukuki işlemin olması gerekir. Somut uyuşmazlığın incelenmesinde davacıların desteği olan Aysun'un davalı tarafından işletilen mağazaya müşteri olarak gittiği, deprem nedeni ile enkaz altında kalarak vefat ettiği, vefat eden ile davalı arasında tüketici ilişkisi olduğu anlaşıldığından ihtilafın 4077 sayılı Yasa çerçevesinde çözümü gerekir. 4077 sayılı Yasanın 23. maddesi bu kanunun uygulanması ile ilgili her türlü ihtilafa tüketici mahkemelerinde bakılacağını öngörmüştür. Görevle ilgili düzenlemeler kamu düzenine ilişkin olup taraflar ileri sürmese dahi yargılamanın her aşamasında re'sen gözetilir. Bu durumda mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde tüketici mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmesi gerekirken, işin esası incelenerek yazılı şekilde hüküm tesis edilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.” (Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesi Esas: 2018/4791, Karar: 2019/1518, Tarih: 25.02.2019)
Not: Bu yazı Avukat ve Arabulucu Yalçın TORUN ve Avukat Meryem KILIÇ tarafından birlikte kaleme alınmıştır.