Bir Kartal Gibi Kendimizi Yenilememiz Mümkün mü?
Kartallar en uzun yaşayan kuş türlerinden biridir. Yetmiş, seksen yıl ömürleri vardır. Lakin kırklı yaşlarına geldiklerinde önemli bir seçim yapmaları gerekir. Uzun ve esnek pençeleri yıllar içinde yıprandığı, keskin gagaları eğilip kütleştiği, göğüslerine kadar uzayan tüyleri rahat uçmasını engellediği için ya kendisini yenilemek adına zorlu bir mücadeleye girişir ya da bu şekilde üç-beş yıl daha yaşayıp, bu dünyadan erkenden göç etmek zorunda kalır.
Soluk alıp verişlerimi izleyerek, attığım her adımı gözleyerek, alıştığım, kanıksadığım, normal bulduğum, doğal karşıladığım her davranışımın, tepkimin, refleksimin farkında olarak yaşamak isterim. Tek başıma kaldığım süreleri uzatmak ve kendi iç sesime kulak vermekten hoşlanırım. Gördüklerimi ilk kez görür gibi şaşırıyorum bazen. Örneğin, her sabah hiç aksatmadan doğan güneşe ve yine geceleri gökyüzünde yükselen dünyanın uydusu aya hayranlıkla bakıyorum. Yerden bir avuç toprak alıyorum, ona, toprak ana adına, kucak açtığı tüm tohumlar için minnet duygumu ifade ediyorum. Böylece var olduğumu tüm hücrelerimde hissederek yaşıyorum. Kimi kez hazla, kimi kez acıyla doluyorum. Hayatın gel-gitleri arasında kâh ağlayıp kâh gülüyorum.
Akıp giden hayatımda farklı duyguları yaşamak zorunda kalıyorum. Örneğin, rahmetli annemin cansız bedenine son kez sarılırken birdenbire büyüyüverdiğimi hissettiğimi hatırlıyorum. İçimdeki çocuğu yitirdiğim kaygısına kapıldığımı o an anlayıvermiştim.
Anılardan medet ummak; albümleri karıştırıp en tasasız, en neşeli günlere ait fotoğrafları ayıklamak ve onlara baktıkça daha da hüzünlenmek gibi alışkanlıklarım da var benim. Yas tutmak, hem de ateşten geçer gibi yas tutmak da bu fotoğraflar arası yolculukta benim payıma düşen hislerim oluyor. Ama orada takılıp kalmıyorum. Küçük mutluluklarla yeniden hayata bağlanmak için çaba harcıyorum.
Bir çay demlemek, saksıdaki fesleğeni koklamak, sokakta oynayan çocukların tasasızlığında rahatlamak beni kendime getiriyor. Anın değerini ve geçmişten arınmanın gerekliliğini yürekten hissetmeye başlıyorum böylece. Doğanın düzeninin mükemmel işleyişi karşısında söyleyecek tek bir söz olmadığı için olanı-biteni kabullenmeyi öğretiyor hayat her birimize, değil mi?
Dinginleşmek, şükretmek, şükrederken olgunlaşmak, olgunlaşırken hayata başka türlü bağlanmak da gerekiyor. Daha sessiz, daha sakin, daha vakur, daha bilge bir biçimde hayatı yaşamak ne büyük bir mertebedir insan olana. Yaşamak, sadece yaşamak olsun tüm çabamız, gerisini hayatın kendi akıntısı hallediyor zaten.
Gelelim kartala. Bilirsiniz, kartallar en uzun yaşayan kuş türlerinden biridir. Yetmiş, seksen yıl ömürleri vardır. Lakin kırklı yaşlarına geldiklerinde önemli bir seçim yapmaları gerekir. Uzun ve esnek pençeleri yıllar içinde yıprandığı, keskin gagaları eğilip kütleştiği, göğüslerine kadar uzayan tüyleri rahat uçmasını engellediği için ya kendisini yenilemek adına zorlu bir mücadeleye girişir ya da bu şekilde üç-beş yıl daha yaşayıp, bu dünyadan erkenden göç etmek zorunda kalır.
Yenilenme süreci gerçekten çok çilelidir. Yenilenme zamanı gelen kartal, yüz elli gün boyunca yüksek bir dağın doruklarına çekilir ve orada tek başına yaşayarak kendi kendisini onarır. Aylar boyunca gagasını ve pençelerini sert kayalara sürterek törpüler, ardından uçmasını engelleyen tüylerini teker teker yolar. Artık kartal için yeniden oluşum, hatta doğuş dönemi başlamıştır. Geçmişin tüm yıpranmalarını üzerinden atana ve önünde onu bekleyen yılları karşılamaya hazır olana kadar bulunduğu kayalık bölgeden ayrılmaz. Yapayalnız geçirdiği bu dönem bir yerde onun var olma sınavıdır ve bunu başardığında önünde sağlıkla yaşayacağı bir otuz yıllık ömrü daha olacaktır.
Kısacası, bir kartal için değişim ve dönüşüm ancak eskinin ağırlığından kurtulup arınmakla mümkündür. Yaşamak, bir kartal gibi cesaretle yaşamak gerekir diye düşünenlerdenim. Geçmişe bağımlı kalmadan yeni anılar biriktirmek herkese iyi gelir. Acıların insanı olgunlaştırdığını, lakin olgunlaşmanın içimizdeki çocuğu asla yaşlandırmadığını kavramak, bunu bilmek birçok şeyin kapısını yeniden açar. Gerçek olgunluğun geri kazanılmış masumiyet olduğunu anlamak ise insanı bilgeliğe taşır. Deneyimleri, bu yüksek masumiyetle karşılayabilmek, erdemin ta kendisidir. Duygusallığa kapılmadan, saf halleriyle hissetmek duyguları; acıysa acı, hüzünse hüzün, sevinçse sevinç, aşksa aşk, sevgiyse sevgi, hakkıyla yaşamak yaraşır her insana. Tüm bu duygular sayesinde insan olmanın, var olmanın bilincine varılabilir.
Olmak. Olabildiğimce olmak. Aklın ve mantığın çok ötesinde işleyen evrensel düzenin akışına bırakıp kendimizi teslim etmek, biraz da gönüllü teslim olmak. Ve sadece yaşamak. Gerisinin hikâye olduğunu anlayabilmek.
Saygı dolu sevgiyle kalın.