Ziya Paşa ve Hayata Dair Düşündüren Dersler
Hayat ileriye doğru yaşanır, ancak geriye doğru anlaşılır. İşte buna da tarih denir. Geleceğe ilişkin öngörüler kökleri tarihte olan ve buradan beslenen bitkiler gibidir.
Filistin, İsrail, Kudüs ve biz Türkler
Bakın; 19. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin en önemli devlet adamlarından, yazar, şair ve devlet adamı olan Ziya Paşa ne demiş?
"Diyar-i küfrü gezdim beldeler keşâneler gördüm,
Dolaştım mülk-i İslam’ı bütün viraneler gördüm.’’
Ziya Paşa’nın söylediklerini günümüz Türkçesiyle şöyle ifade edebiliriz:
Kafirlerin batı diyarını gezdim, gelişmiş yerleşim yerleri gördüm,
İslam topraklarını dolaştığımda da sadece viraneler gördüm.
Gerçekten de Ziya Paşa, Sultan Abdülaziz döneminde Avrupa'ya kaçarak Genç Osmanlılar (Jön Türkler) arasına katılır. Hemen hemen tüm Avrupa’yı gezer görür. Görevleri nedeniyle Şark’ı da bilir. Aradan 150 yıl geçse de görünen odur ki değişen bir şey yoktur. İslam Dünyasında günümüzde sadece viraneler, sadece yoksulluklar yoktur. Günümüz İslam Dünyasın da ayrıca savaş vardır, kan, gözyaşı ve işgal vardır, huzursuzluk vardır. Peki, bu neden böyledir? İslam Dünyası neden geri kalmıştır? İslam Dünyasında bugün neden savaş vardır, kan, gözyaşı ve işgal vardır, huzursuzluk vardır?
Samson ve Delilah:
“Hayat ileriye doğru yaşanır, ancak geriye doğru anlaşılır’’ derler. İşte buna da tarih denir. “Geleceğe ilişkin öngörüler kökleri tarihte olan ve buradan beslenen bitkiler gibidir” derler. Ben de biliyorsunuz çok sık kullandığım bu iki düstura sadık kalarak, konuları tarihe bağlamayı ve tarihte geriye gitmeyi pek severim. Çünkü tüm soruların yanıtları bu tarih kitaplarının tozlu sayfaların da gizli. Bu sayfalarda sizlere daha yakın zamanda Kudüs konusunu anlatacağım diye teee üç bin yıl geriye giderek Samson ve Delilah (Dilayla)'ı anlatmaya çalışmıştım.
Gazali:
Bugün İslam dünyası, dünya mutluluğu peşinde değildir, öbür dünya mutluluğu peşindedir. İslam’ın yatırımı bu dünyaya değil öbür dünyayadır (Ahiret). Batı medeniyetinde bu dünya vardır, bu dünyanın nimetleri olan; bilim, sanat, edebiyat, şiir, resim, refah, neşe, mutluluk vardır. Ne yazık ki Gazali’nin İslam dünyası böyle bir refah toplumu öngörmemektedir. İşte tam da bu nedenle Gazali düşüncesinin hâkim olduğu İslam’ın Batı tipi bir medeniyet kurma ufku, amacı ve ideali yoktur, imkân ve ihtimali de yoktur. Bu nedenle de Avrupa’da Rönesans’a öncülük etmiş, bilimin, medeniyetin ve insanlığın beşiği bu coğrafya, o günden bugüne bilimi unutmuş, metafiziğin (felsefi bir terim, sıfat doğa-üstü güçlere inanma kapsamı) dipsiz kuyularında kaybolmuş ve mezhep ve etnik kavgalar nedeniyle insanlarının birbirini boğazladığı bir mezbahana haline gelmiştir. Anlatmaya çalıştığım bu sebeplerin sonucu olarak bu coğrafyada bilimden uzak, etnik kökene, dine ve mezhebe dayalı ilkesiz ve ülküsüz siyasetlerin sonunun huzursuzluk, çatışma, kan, gözyaşı olduğunu yaşayarak görmekteyiz.
İslam Dünyasında Emperyalizm:
Peter Üstinov’un bir tespiti vardır: “Terör; Yoksulların Savaşı, Savaş İse Zenginlerin Terörüdür.” Emperyalist güçler bu coğrafya dan elini çekmediği ve İslam coğrafyası da emperyalizme alet olduğu sürece, İslam coğrafyasının metafiziğin dipsiz kuyularından ve mezhep kavgalarından kurtulup bilime ve akla yönelmediği sürece, bu coğrafya halklarının etnik tuzaklardan uzaklaşmadığı sürece, bölgeye gerçek anlamda bir barış ve huzur gelmeyecektir. Bölgeye gerçek anlamda bir barış ve huzur gelmediği sürece de bu coğrafyada terör yoksulların savaşı, savaş ise zenginlerin terörü olmaya ve bu coğrafya bu ateş çemberi içinde cayır cayır yanmaya devam edecektir.
Bu coğrafyada barışın ve huzurun tesisi aslında basittir. Emperyalist güçleri bölgeden uzak tutmak. Etnik kökenden ve mezheplerden uzak, laik bir düzen içerisinde yaşamak. Bilimsel temele dayalı eğitim ve yönetim hayatını kurgulamak. Çatışma kültüründen uzaklaşarak uzlaşı kültürünü bölgede hâkim kılmak. Bu coğrafya ülkeleri ve insanları arasında uyum, ahenk ve iş birliğini sağlamak ve bunlarla beraber yüce Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesini bölgede hâkim kılmak. Bir de bu coğrafyanın manevi evrenini koskoca bir morg olmaktan çıkarmak için insanlarına yaşama sevincini aşılamak ve insanlarını “Akılcı ve İnsancıl” değerler, “zihin özgürlüğü" ve “insan onuru” gibi kavramları ile beslemek gerekmektedir.
Bu Dünyayı Cennet Yapmak:
Bütün bunlar olduğu takdirde Hz. İbrahim’in bir ateş çemberi içine atılmışken birden yeşil çimlere düştüğü gibi bu coğrafyada ancak o zaman bir cennete dönüşecektir. Bu ateş çemberinden kurtuluşun bundan başka seçeneği ve çaresi de yoktur. Bugünkü İslam Dünyasının geri kalmış olması bir sonuçtur. Ve sebepler ve nedenler ortadan kalkmadan bin yıl da geçse sonuçlar değişmeyecek ve bu dünya bu geri kalmışlıktan ve bu ateş çemberinden kurtulamayacaktır.
Ziya Paşa: Adana Valisi
Yazımın girişinde Ziya Paşa’dan bahsetmiştim ya! Yazımın sonunda da yine ondan bahsedeyim. Ziya Paşa sürgünden döndükten sonra, Adana Valisi olarak görev yapar. Ziya Paşa Adana Valisi iken kendisi hakkında aşağıdaki hikâye anlatılır.
Çukurova’da ortalığı kasıp kavuran bir kuraklık hüküm sürer. Ekinler kurur, sebze ve meyve bahçeleri kuraklıktan ürün vermez olur. Çiftçi, tüccar bir grup Adanalı eli böğründe perişan bir durumda müftüye giderek yağmur duasına çıkılmasını isterler. Müftü Efendi de durumu arz etmek ve izin almak üzere Vali Paşaya sorar; “Paşa hazretler nasip olursa yarın Cuma namazını eda eyledikten sonra cemaatle birlikte topluca duaya gideceğiz. Zat-ı Devletleri de buna iştirak etmeyi düşünürler mi?” Ziya Paşa müftü efendinin bu teklifini alır almaz ayağa kalkar ve konağın penceresinden aşağıda gürül gürül akan Seyhan nehrini seyre dalar. Sonra da müftü efendiye dönüp şöyle söyler; “Bak müftü efendi, ben cenabı Hakkın huzuruna yağmur istemek için çıkmaya hayâ ederim, utanırım” der. Hemen yanı başımızda koca bir ırmak akıyorken, onun kenarında durup yağmur duası yapmak ne ola ki. Hak Teâlâ benden bunun hesabını sormaz mı? Yarın Ruz-i Mahşer’de bana “Ey Ziya, önündeki nimeti görmezden gelip sen ne yüzle karşıma çıkıp yağmur dilersin” demez mi? Yok müftü efendi yok. Beni mazur gör. Rabb-ül Alemin’in huzurunda beni rüsva eyleme der. Aslında buraya kadar uzun uzun anlatmak istediğimi Ziya Paşa’nın bu hikâyesi açık ve net bir şekilde özetliyor.
Coğrafya Kaderdir:
İbn-İ Haldun; “Coğrafya Kaderdir” derdi.
Başka bir filozof ve düşünür ise
“Kaderinden şikâyetçi olan, kendi beceriksizliğinden de şikâyetçi olmalıdır” derdi. Bu coğrafya bize kaderdir diye şikâyetçi olacaksak eğer öncelikle aynaya bakarak kendi beceriksizliğimizden şikâyetçi olmamız gerekecektir! Zira Hz. Allah, Kuran-ı Kerim’de bu coğrafyayı anlatırdı zaten, “Allah pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine yağdırır” (Yunus Süresi 100. Ayet)
Aradığınız her sorunun yanıtı tarihin odalarında sizleri bekliyor. Sizin yapacağınız tek şey okumak, araştırmak ve öğrenmektir. Rahmetli Uğur Mumcu’nun şu veciz sözleriyle yazıma son veriyorum “Bilgisi olmayanın, fikri de olmaz”
Sevgi, Saygı ve Tarihle kalın diyorum...