Tarikat ve Cemaatler Üzerine Kısa Bir Değerlendirme
Batı’nın Aydınlanma Dönemi gibi bir süreci kendi dinamiklerinden yaratamayan İslam dünyası her yüzyıl daha da zayıflamasını durdurmak için bilim/üretim ekonomisi yaratmak yerine savunma pozisyonuna geçmek zorunda kalmıştır.
Müslüman din adamları bir taraftan bu geri kalmışlığın nedenlerini ve çözüm yollarını araştırıp, bu çözümleri uygulamak için siyasal girişimlerde bulunurlarken, diğer taraftan Batı'da yeni gelişen felsefi ve ideolojik doktrinlere karşı İslam'ı savunma çabasına düşmüşlerdir.
XIX. yüzyılda görülen ve giderek İslam'ın ideolojik bir tavra dönüştüğü bu dini hareketlilik ve dini akımlar farklı adlandırmalara ve/veya sınıflandırmalara tabi tutulmuşlardır.
Tarikat ve cemaatler bu çabalardan doğmuş “siyasal” oluşumlardır.
Dinsel bir kimlik gibi algılanmaları yanlıştır.
Tarikat / cemaatler ve üyeleri birer siyasal kimliktir.
Bu nedenle dinin kullandığı inanç/ibadet alanının değil, devletin kullandığı mali ve idari gücün peşindedirler. İnanç alanı onları hedeflerine götürmek üzere kullandıkları araçtır.
Tarikat/cemaatlere katılanların da asıl amaçları inançlarının gereği olan ritüelleri yerine getirmek değil mali güç, kadro, iktidar gücünü kullanma, hukuk alanının dışında kalabilme, saygınlık kazanma vb. beklentilerini karşılamaktır.
Siyasal İslam olarak tanımlanan yapılar, inanç alanlarını da kullanan örgütlerdir.
Bu nedenle “Müslüman yalan söyler mi, çalar mı, hak yer mi, hukuksuzluk yapar mı?” sorularının yanıtı inanç alanında değil siyaset alanında aranmalıdır.