Din Yorgunluğu ve Deizm Tartışmalarına Dair 'Derkenar'
Son günlerde “Deizm” ve “Din Yorgunluğu” tartışmalarıyla karşılaşmamızın gerekçeleri neler olabilir ve bunların tutarlılığı nedir?
Türkiye’de “Muhafazakâr Demokrasi“ söyleminin gereği olarak “Dindar Nesil” yetiştirmeyi önceleyen Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının ülkede İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakültelerinin çoğalması için maddi açıdan her türlü desteği vermesine rağmen son günlerde “Deizm” ve “Din Yorgunluğu” tartışmalarıyla karşılaşmamızın gerekçeleri neler olabilir ve bunların tutarlılığı nedir?
Öncelikle tartışmanın fitilinin nasıl ateşlendiğini hatırlayacak olursak, Batılı kavramların tasavvur ve tasdik süreçlerini bildiği halde bir İHL mezunu ve Felsefe profesörünün Türkiye fikir havzası açısından kavramları bu kadar rahat nasıl kullandığını anlamakta zorlandığını belirtmek isterim.
Bunu müzakere etmeye geçmeden önce şunu söylemek gerekir: “Dindar Nesil” tasavvurunun “Felsefesiz İlahiyat” söylemiyle asla gerçekleşemeyeceği görüldü. “Riyaset ve din tacirliği” ile doğrudan irtibatlı bir şekilde yapılan tartışmalara bakıldığında teizm, ateizm ve deizm kavramsallaştırmalarının resmi/siyasi söylemlerle çözüme ulaştırılamayacağı ortadadır. Bu durumda öncelikle İlahiyat fakültelerinin kuruluş amaçlarına uygun olarak ürettiği felsefi tahlillerle çözüm önerilerine katkıda bulunması gereklidir.
Bize göre Teizm-deizm/ateizm ve agnostizm kavramlarının Avrupa’da ortaya çıkışını ve gerekçelerini, mezheplerin din savaşı altında sürdükleri çatışmalardan insanların yorulduğunu, realizm-nominalizm ve convensionalism kavramsallaştırmalarıyla sorunu aşmaya çalıştığı göz ardı edilerek “İHL gençler deizme yöneliyor!” tartışmasının tahlilinin rasyonel bir şekilde yapılması tutarlı olmaz.
Deizm tartışmasını tetikleyen Çalıştay sonuçlarını rasyonel analize tabii tutmazsak; yani
evrenin matematiksel düzenini talimi/pozitif ilimlerle inceleyerek anlamaya çalışmazsak,
sebep/reason ile illet/cause arasındaki farkı fark edemezsek, ilk ve/ya Nedensiz İllet kavramıyla tabiatta sebep-sonuç ilişkisinde etkin olan bir çok (fail) illet olabileceği hususunu göz ardı edersek,
özellikle günümüzde ortaya çıkan (beşeri/fiziki) kötülükleri açıklamaya çalışan Tanrı tasavvurlarının gençleri tatmin etmediğini görmezsek, kavram kargaşasının daha da artacağı ortadadır.
Bu nedenle öncelikle gündemdeki soruna dair söylenenleri ve ardından terimler hakkında bilgilendirme yapmak gerek.
İHL öğrencileri deizm’e mi yöneliyor?
Bu günlerde yeniden “Dindar Nesil” tartışmaları bağlamında ortaya çıkan sorunlar ve gençlerin Deizme kaydığı konuşuluyor. İkdam Eğitim Derneği ve Uluslararası Öncü Eğitimciler Derneği’nin Konya İl Milli Eğitim müdürlüğü işbirliğiyle düzenlenen Gençlik ve İnanç konulu Çalıştay (4.3.2018) sonrası bir sonuç bildirisi yayımlandı.
Burada özellikle “Allah’ın hayata müdahalesini reddetmek olarak tanımlanan deizm” ile ilgili kaygılar paylaşılmış. Elif Çakır, Karar gazetesindeki (4.4.2018) yazısıyla konuyu ulusal basına taşıdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli olmak üzere siyasiler tepki gösterdi bu rapora. Diyanet İşleri Başkanı ve Dinler Tarihi Uzmanı olan Ali Erbaş, Deizmin, 'Peygamberi inkar eden felsefi bir düşünce' olduğunu söyledi. “Benim bu tanımımdan sonra hiçbir gencimizin ve insanımızın sapık ve batıl felsefi bir düşüncenin peşinden gidecek kadar buna itibar edeceğini zannetmiyorum” diyerek resmi olarak tartışmaya son noktayı koyduğunu düşündü.
Ülkede din yorgunluğu mu yaşanıyor?
Bu kavramın ortaya çıkardığı sorunlar analiz edilirken tekrar gündemimize gelen “Din Yorgunluğu” tartışmaları yeniden alevlendi. Ayşe Böhürler, Ömer Miraç Yaman ve Necdet Subaşı’nın Din Sosyolojisi tahlillerinde kullandığı kavramsallaştırmayı “Din Yorgunu Gençler” başlıklı yazısında güncelledi. “Gençlerin takip edebileceği, onların dini sorularını hoca düzeyinde cevaplayabilecek bir temsilci yok ya da çok az.” diyerek aslında DİB başkanı ve öncekilerin de bu konuda yeterli olmadığını vurgular gibiydi. Nitekim Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez de gençlerin dünyalarına giremediklerini, onların sorularına cevap veremediklerini söylemesi sanki bu tespitin teyidi gibiydi.
Cemile Bayraktar ise “Ayşe Hanım, meseleyi biraz gençlere hasrederek özetlemiş, ben genç yaşlı fark etmeden “din yorgunluğu” çektiğimizi düşünüyorum.” diye konuya devam etti. Elif Çakır “Dindar gençlik istiyoruz” diyen dindar iktidar yetkililerimiz, imam hatip açacağına, her sokağa cami açacağına, toplumsal yozlaşmanın önüne geçebilseydi, dindar siyasetçilerin akaidi zorlayacak açıklamalarına kısıtlama getirseydi, televizyonlara reyting getiren ağlak hocalar yerine nitelikli din adamlarını çıkartmış olsaydı, din bu kadar siyasete alet edilmeseydi” diyerek konuyu siyasi açıdan analiz etti. M. Yaşar Soyalan bu bağlamda deizmin yolunu biz yetişkinlerin açtığını söyler. Ümit Kıvanç ise dini değerleri önceleyen kesimde yapılan bu tartışmaların “aslında din yorgunluğu değil başka bir şey olduğunu söyler. Gençlere -ve kendimize- yaptığımız esas kötülüğün akıl-mantıktan, herkes için geçerli hakikat duygusundan, kavramından uzaklaştırmak olduğunu söyler.
Şimdi bu bilgisel hazır bulunuşluktan sonra deizm kavramının analizini yaparsak tartışmaların tutarlılık derecesini inceleyelim.
Tanrı-Evren İlişkisinin Temellendirilmesi
Günümüz tartışmalarda anahtar kavram “Deizm”; ama bunun analizi için teizm, ateizm ve agnostizm terimlerinin de sözlük ve ıstilahi anlamlarına bakmak lazım. Bu terimlerin tahlili için öncelikle Aydınlanma Felsefesinin evrenselci bakış açısından harekete eden Avrupa merkezli ilerlemeci-pozitivist bilim anlayışının bilinmesi gerekir. Bu bağlamda Deizm, natüralist determinizm, nadiren de materyalizm gibi basit felsefi varsayımları tahlillerinde temel alındığını hatırlamak gerekir. Bu noktada Felsefe, varlık (Tanrı-evren) bilgi ve değer üzerine sistematik düşünceler üretmeyi, böylece insanın içinde bulunduğu sorunlara çözüm önerileri üretmeye, mevcut seçenekleri artırmaya çalışan bir üst disiplin olarak gördüğümüzü belirtelim.
İslam Felsefesi bağlamında söyleyecek olursak, Tanrı-Evren-İnsan irtibatının nasıl kurulduğunu inceleyen disiplinleri analiz eden ve “Felsefeye Giriş” mahiyetinde bir kitap olan İhsau’l-ulum’u yazan Farabi, öncelikle bir dil felsefesi yapmış, dil, düşünce mantık irtibatını kurgulamıştır. Ardından Evrenin mahiyetini inceleyen temel talimi/pozitif ilimlerin neler olduğunu gösterir. Evrenin yaratılması/oluşmasını matematiksel düzeninin kavradıktan sonra Tanrı ve sıfatları üzerine düşünmeyi İlahiyat ilmi bağlamında alır. Dünyada refah ve huzur (tahsilu’s-saade) ahirette ise mutlak kurtuluşu ve mutluluğu (saadetu’l-kusva) etmek için gönderilen temel ilkelerin evrende uygulanmasını ise medeni (fıkıh, kelam ve ahlak) disiplinleriyle olabileceğini söyler. Talimi/pozitif disiplinler ile ilahiyat bilgisini şahsında toplayan kişiye insan-ı kâmil denir. Bu ilahi ve kevni, külli ve cüzi bütün âlemleri kendinde toplamış insandır.
Bu bağlamda akla gelen sorular şunlar:
Varlık terimini büyük harfle yazıp Tanrı, var olması için bir başka varlığa muhtaç olmayan (Vacibu’l-vucud) diye tanımlayıp, onun dışındaki her şeyin alem/evren olduğunu söyleyen, oradaki düzeni kavrayan fizik ve metafizik irtibatını kuran hekim ve hakim yani filozof olan kişilerce kurulan tasavvura teizm mi denir?
Yahut bu tanımın bir totoloji olduğunu dolayısıyla Tanrı vardır önermesinin tutarlılığını kabul etmeyen kişiye a/theist yani Tanrı tanımaz mı denir? Kendisini “gerekli bir öteki” olarak konumlandırılmasına müsaade etmeyen materyalist birine ısrarla aslında sen ateistsin demenin tutarlılığı nedir?
Ateist ve materyalist terimlerinin rastgele kullanımının yaygınlaşması üzerine bu hususu biraz daha açacak olursak, “Ben bu Tanrı terimine dair tasavvurunuzun tasdik etme tarzlarını tutarlı bulmuyorum ve/ya kabul etmiyorum” diyen kişi Tanrı tanımaz mıdır?
Diğer bir ifadeyle sizin fikirlerinizi temellendirmek için “gerekli bir öteki konumuna girmem” ve ilk nedene atom ve benzeri bir “madde” diyerek evren açıklamamı herhangi bir aşkın güç gereksinimi duymadan yaparım diyene deist mi diyeceğiz.
Yahut Aristoteles’in Nedensiz İlk Neden’e “İlk Muharrik” diyerek evreni mekanik bir düzen ve amaç içinde (maddi, suri ve gaye sebeplerle) oluşturan bir veya birkaç fail/etken illetten bahsetmek deizm ise buradan ateizm nasıl çıkarılır diye sorulmaz mı?
Veya bu kavramların İslam düşüncesindeki olası karşılıkları nelerdir ve benzer görüşleri savunanlar varsa kimlerdir diye araştırılması yerinde olmaz mı?
Fizik ve metafizik irtibatını kurarken hocası Platon’un idea’sından hareket eden ve Tanrı’yı en yüce iyi diye tanımlayan bir sisteme nasıl ateizm denilebilir ki?
Evrenin fizik, matematik ve astronomi disiplinlerince ilgilenen ve sebep sonuç arasındaki irtibattaki düzenliliği inceleyen bir bilim tasavvurundan Tanrı’nın evrene müdahale edip etmediği nasıl çıkartılabilir ki?
Tanrı evrenin işleyişindeki temel kurallara sürekli müdahale mi ediyor, zaten var olan sebep/neden ve illet mi keşf ediliyor?
Velhasıl bu sorular bağlamında diyoruz ki, evrende yaratıldığı/oluştuğu andan itibaren hep aynı mekanik işleyiş vardır ve fizik ve matematik evrendeki düzenliliği anlama ve açıklamaya çalışırken farklı modeller üretilir. Bu nedenle evren ve işleyiş kurallarına dair Batlamyus, Kopernik, Newton ve Einstein’in açıklama modelleri farklıdır.
Şimdi bu modellerin farklılığı Tanrı’nın evrendeki düzenliliğe sürekli müdahale ettiği ve evrenin işleyişine yeni kurallar koyduğu anlamına mı gelir?
Görüldüğü üzere insanlık düşünce tarihinde Âlemin mahiyetine dair birçok fiziki mantıki-matematiksel ve felsefî varsayımlar üzerinde müzakereler devam etmektedir. Bununla birlikte kozmolojik bir sorunun bütün düşünürleri bağlayacak şekilde mutlak bir çözümün mümkün olmadığı da malum. Nitekim modern felsefede bu hususlar antinomi/çatışkı bağlamında ele alınmaktadır.
Kant ile birlikte evren sınırlıdır, sınırsızdır (nicelik çatışkısı), Evrenin bir nedeni/yaratıcısı olan Zorunlu bir varlık vardır/yoktur (kiplik çatışkısı) önermeleri eş zamanlı olarak kabul veya reddedilebilir. Taraflar kendi önermelerini tutarlılığına dair ispatlar getirir, aynı anda iki cevap da geçerliliğini sürdürebilir bir durumda olmasından dolayı antinomi/çatışkı denildiği de malum.
Deizm kavramı bağlamında Tanrı ve evren irtibatının kurulması
Terim, Latince Deus (Tanrı) sözcüğünden türetilmiş ve ilk önceleri ateizm (tanrı tanımazcılık) karşıtı olarak kullanılmıştır. Daha sonra Yunanca “Theisme” diye başka bir kavram türetildiği için deizm kendine özgü bir anlam kazandı. Bu terim, Osmanlıca ilahiyye, günümüz Türkçesinde, Yaradımcılık veya Yaradancılık ve Nedentanrıcılık olarak çeşitli şekillerde karşılanmıştır.
Bu inanışta, Tanrı salt ilk neden olarak kabul edilir. Başka hiçbir güç ve nitelik ona tanınmaz. Doğanın yaratıcısıdır; ama önceden tespit ettiği akışa müdahale etmez, insani işlerle ilgilenmez. Yönetici bir Tanrı anlayışı yoktur. Evren artık kendi kurallarına göre işlemektedir. Dolayısıyla Tanrı dışındaki vahiy, peygamber, kitap, kilise, papaz vb. hiçbir anlamı olmayan kavramlardır.
Görüldüğü üzere, deizmde, akıl ön plandadır, gizemli din anlayışına yer yoktur. Kilisenin otoritesi reddedilmektedir. Aydınlanma hareketine yol açan deizm, temelde, yarı dini, yarı felsefi bir harekettir. Batı düşüncesi açısından söyleyecek olursak, 30 yıl savaşları da denilen ve mezhepler adına insanların katliama uğraması da bu arayışları tetiklemiştir.
İnsanların din/mezhep adına birbirlerini öldürmelerinin ve Tanrı adına konuşmalarının ortaya çıkardığı sorunları gidermeye yönelik olumlu etkilerine karşın olumsuz ve eleştiriye açık yönleri de vardır. Şöyle ki:
Aklın dini konuları incelemede yetersiz kalacağı göz ardı edilmiştir. Din salt aklı çerçeveye oturtulması, vahiy dâhil bir çok konunun dışlanmasını getirmiştir. Bu ise ateizm ve/ya materyalizm diye nitelendirilen Tanrı Tanımazlık öğretisinin güçlenmesine yol açmıştır. İnsani işlere karışmayan Tanrı anlayışı insandaki iman, ümit, bağlanma, tevbe gibi gündelik hayatında önemli olguları anlamsız kılmıştır. Âleme müdahale etmeyen bir Tanrı, gerçekten güçlü, iradeli ve bilgili bir yaratıcı mıdır? Bu özelliklere sahip olmayan gerçekten Tanrı niteliğini kazanabilir mi?
Kötülük/Theodicy sorunu da dair bu ve benzeri sorular, deizmin tutarsızlıklarını ortaya konulması açısından önem taşır.
Deizm ve Din Yorgunluğu Tartışmalarını Kötülük Sorunu Bağlamında Okumak
Metnin başlangıcında Türkiye’de yetiştirilmek istenilen “Dindar Nesil” projesi başarıya ulaşmamış, gençler bu süreçte “din yorgunu oldu” diyenlerin gerekçeleri sıralanmıştı. Bunların tutarlılığının ayrıntılı ve felsefi/akademik bir metinde müzakere edileceğini belirterek, “sadece yaşanılan veya sunulan din tasavvurlarıyla ortaya çıkan çelişik durumları izah etmede zorlanan gençler, tabiri caizse Tanrı’yı paranteze alarak yoldaşlığını devam ettirmeye çalıştıkları” tespiti hatırlayalım. Nitekim gerçekten “gençler, Batı düşüncesinde tarihsel temelleri belli olan deist düşünceye mi kaymaktadırlar? Ve ateizm, deizmin önceki istasyonu ve özdeşi midir?” sorularına yönelik açıklamalar yapıldı.
Yine Batı düşüncesinden devam edelim ve kötülük sorunu üzerinden bu kaçışın Tanrı ile yoldaşlığına halel gelmesin diye içeriğini bilmediği Deizm’e yönelmesi sorunlara çare mi olacaktır?
Sorunu böyle ortaya koymak yerine, “ülkemizde önemli sayıda olan engelli/özürlü insanlarımızın, bunların ailelerinin karşılaştığı sorunlar veya sel, deprem vb sonucunda ortaya çıkan fizik ve metafiziksel felaketler karşısında insanlara çözüm önerisi diye sunulan dini söylemleri yeni nesil tutarsız buluyor olamaz mı?” diyerek çuvaldızı biz İHL, İlahiyat ve DİB görevlileri kendimize batırsak daha tutarlı değil mi? Çünkü Arap Baharı ile tetiklenen bir süreç sonunda Şii-Selefi kavramlarıyla meşruiyeti sağlanan bir medeniyet içi çatışmayla bölgede Müslümanlar birbirlerini öldürmektedir. Herkes birbirini tekfir ediyor, ötekileştiriyor. Ülkede dini ve siyasi açıdan kamplaşmalar artıyor; özellikle ağırlıklı olarak kadınlar üzerinden yapılan açıklamalar karşısında gençler ne oluyor diye sorup, kendilerini ve Tanrı tasavvurlarını paranteze alıp korumaya çekiliyor olamazlar mı?
Bu çerçevede fiziksel ve metafiziksel kötülüklere karşı çözüm diye sunulan önermeleri kısaca analiz edelim:
Siz, “İyilik, kötülük olmadan var olamaz, yahut iyiliğin değerinin
bilinmesi ancak kötülüğün olmasıyla ve bilinmesiyle mümkün olur” derseniz genç niye diye sormaz mı?
Bu önerme aslında, Tanrı’nın eş zamanlı olarak kötülüğü yaratmadan iyiliği yaratamayacağını öngördüğü için Tanrı’nın yapacaklarına bir sınır getirmektedir. Gençler bunun farkında olmuş olamazlar mı?
Kötülük iyiliğe neden olan bir araç olarak zorunludur” önermesi de tutarsızdır.
Bu da Tanrı’nın kendini belirli neden ve yasalarla sınırlandırdığını söylemek anlamını içinde barındırır.
“Kötülük, insanın özgür iradesinden kaynaklanmaktadır.” önermesiyle özgür ve yaptıklarından sorumlu bir insanın ortaya koyduğu kötülüklerin Tanrı ile bir ilgisi olmadığını iddia edilir.
Metafiziksel kötülüklerin sonuçlarının bile ahlaklı ve özgür iradeye sahip bir insanın eylemleriyle azaltılabileceği gerçeği, bu önermeyi tartışmayı daha önemli kılmaktadır.
Böylece kötülük sorunu özgür insana atfederek çözülmeye çalışılmaktadır, ama bunları söylemek, öte yandan sürekli vurgulanan Tanrı’nın mutlak kudret ve irade sahibi olmasıyla çelişmez mi? Burada ortaya çıkan paradokslar şunlardır:
Mutlak Kudret ve Egemenlik Paradoksları
Bu bağlamda Mutlak Kudret Paradoksu diye müzakere edilen eğer insanlar gerçekten özgürlerse ve her şeyi yapabilecek güce sahiplerse, Tanrı kontrol edemediği bir varlığın ortaya çıkmasına müsaade ediyor anlamına gelmez mi? Ya da mutlak kudret sahibi Tanrı, sonuçta kontrol edemediği bir şeyi yaratır mı?
Yaratmaz denilirse, özgür irade önermesi yanlışlanır. Yaratır denilirse, bu Mutlak Kudret Sahibi Tanrı’nın kendine aşan kurallar ortaya koyması demektir, ki bu Tanrı’nın kendini sınırlaması demektir.
Sınırlı bir Tanrı’nın mutlak kudrete sahip olması ise mümkün değildir, zira bu, Tanrı’nın yapamadığı şeylerin olduğunu söylemektir. Tanrı’yı zamanın dışında tutmak şartıyla mutlak kudret paradoksundan kurtulmak mümkün olabilir. Ama kötülük sorununun özgür irade çözümünün, bu şekilde olamayacağı da açıktır. Çünkü mutlak kudret sahibi bir varlık, kendini bağlayacak nedensel veya maddi yasalar ortaya koymaz. Bir de Egemenlik Paradoksu ortaya çıkmasına izin vermez. Egemenlik paradoksundan kasıt, yasal bir krallığın gelecekte kendi yasal gücünü sınırlayan bir yasa yapıp yapmayacağıdır.
Şimdi bu tartışmalardan haberdar İHL gençleri var mı ve bunlar deizmi bilinçli olarak mı kullanıyorlar, ateist olduklarını mı söylüyorlar yani? Siyasiler ve onlara bilgilendirme yapanlar veya kamuoyuna bu hususla açıklama yapanlar bu sorunlardan ne derece haberdar acaba? Yapılan açıklamalara bakınca cevabın ortada olduğu görülmektedir. Kanaat önderi diye geçinenlerin söylemlerini hiç ciddiye almıyorum zaten çünkü…
Paradoksların İslam Düşüncesi Açısından Analizi
Mutlak Kudret paradoksunu aşmaya yönelik bu çaba, İslam düşüncesindeki tekvini ve teşrii irade ayrımıyla yapılmaktadır. Bütün yaratıkları kapsamına alan tekvini iradedir. Evrendeki her şey, bu irade çerçevesinde Tanrı’nın mutlak kudret ve iradesine göre hemen olur. Teşrii İradeye “dini irade” de denilir. Allah'ın bir şeyi sevmesi ve hoşnut olması, rıza göstermesi demek olup, iyiliklere, güzel işlere yöneliktir. Kötülüklerin yapılmaması istenir.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Teşrii irade de, adaleti gerçekleştirmek, insanların dilek ve isteklerine, iradelerine bağlı kılınmıştır. İnsanlar, cüzi iradeleriyle, seçer, yapar ve Allah’ta mutlak kudret ve külli iradesiyle bunları yaratır. Yaptıklarından sorumlu olan insan, kötülüklerden kaçar, iyiliklere yönelir. Böylelikle hem Tanrı’nın bilgisine, mutlak gücüne ve iradesine, hem de insanın özgürlüğüne ve sorumluluğuna eksiklik gelmemesine çalışılmaktadır.
Sözün Özü; bunları teorik olarak öğrenen genç, ev, okul ve toplumdaki yaşanılanlara kendilerine din diye sunulan söylemleri görünce iyice örselenmiş bilincini korumak için kendini içe kapatıp Tanrı ile olan irtibatını korumaya çalışıyor olamaz mı?
Sonuç:
Dindar Nesil tasavvuru bağlamında İlahiyat ve İmam Hatip Orta okul ve Liselerinin sayılarının artırılması, Diyanet İşleri Başkanlığının daha işlevsel kılınması ve bütçesinin olağanüstü artırılması, Kur’an Kurslarının yaygınlaştırılması, sivil toplum kuruluşu diye örgütlenen cemaatlere her türlü kolaylığın sağlanmasına rağmen gelinen nokta bana göre de gençlerin din yorgunu olduklarıdır. Özellikle İHL için söyleyecek olursak gençlerin deizme yönelmesinin özellikle siyasal hayatta olağanüstü bir tedirginlik yarattı. “Nerede hata yapmış olabiliriz?” diye sormak yerine sert siyasi söylemlerle sorun örtülmeye çalışıldı. Bürokratlar da artık böyle bir şey olmamalı diye açıklamalar pansuman niteliğindedir. Deizmin kendi içinde bile farkları bulunduğuna dikkat edilmeden konunun uzmanları bile bu fikri sapkınlık olarak nitelendirmesinin ise istedikleri olumlu etki yerine ters etki yapması daha muhtemeldir.
Bana göre bu tartışmalar nihayetinde hakikat kıvılcımlarının ortaya çıkmasına katkıda bulunabilir. Gençler özellikle İHL okuyanlar deizm gündeminde olmadığı halde bile inceler, deizm dedikleri gibi mi; bu nasıl bir Tanrı ve din tasavvuru diye araştırabilir. Veyahut İHL mezunu ve Felsefe profesörü olması hasebiyle Batılı kavramların tasavvur ve tasdik süreçlerini bildiği halde Türkiye fikir havzası açısından bu kadar rahat nasıl kullandı diyerek akademisyenlerin veya bürokratların açıklamalarının tutarlılığını inceleyebilir.
Deizm ve ateizm analizlerinden hareketle kendilerine “Teizm” veya “Dindarlık” olarak sunulan söylemlerin niçin bu kadar çatışmacı bir dile sahip olduğunu araştırabilir. Her grubun/cemaatin hakikati tekelinde tutup, diğer bakış açılarını ötekileştirmesinin, tekfir etmesinin tutarlılığını sorgulayabilir?