Güney Çin Denizi, Üçüncü Dünya Savaşı’nın Başlangıç Noktası Olabilir mi?
Denizin çeşitli kısımlarına ilişkin olarak, denizden birbirine komşu altı ülke de hak iddia ediyor. Bu ülkelerin birçoğu aynı zamanda bölgede bulunan adacıklar, sığlıklar ve resifler üzerinde de birtakım hakları olduğunu düşünüyorlar. Taraflar arasında anlaşmazlık konusu olan iki ana adacık grubu var.
ABD ile Çin arasındaki mücadelenin satranç tahtası olarak görülen Güney Çin Denizi, gerçekte yüksek ticaret kapasitesi, zengin balıkçılık alanları, devasa petrol ve doğal gaz rezervleriyle de öne çıkan bir deniz olarak biliniyor.
Güney Çin Denizi'ni konum itibariyle tanımlamak zor. Deniz Vietnam kıyılarına kadar uzanıyor ama aynı zamanda Çin, Filipinler, Brunei, Malezya ve Tayvan kıyılarını da kapsıyor. Bu denizin coğrafi olarak birçok ülkeyi birbirine bağlayan ve ortak kullanımı gerektiren uluslararası sahalarının varlığı; hem bölge ülkelerini birbirleriyle zorunlu iş birliğine itiyor hem de bu ülkelerin bölgesel hak ve menfaatleri bağlamında aralarında olası krizlere davetiye çıkarıyor.
Güney Çin Denizi’yle bağlantılı Malakka Boğazı; Hint ve Pasifik Okyanusları arasında, 805 kilometre uzunluğu ve 40 ila 100 kilometre genişliği olan ana denizyolu pasajını oluşturuyor. Dünyanın nüfusça en kalabalık 3 ülkesi olan Hindistan, Endonezya ve Çin'i deniz yoluyla dünyanın geri kalanıyla ticaret yapma imkânı tanıyor. Dünyadaki en uzun boğaz yoludur. Bu boğazı, Güney Çin Denizi’nden ve son yıllarda bu deniz kaynaklı sorunlardan ayrı düşünmek mümkün değildir.
Denizin çeşitli kısımlarına ilişkin olarak, denizden birbirine komşu altı ülke de hak iddia ediyor. Bu ülkelerin birçoğu aynı zamanda bölgede bulunan adacıklar, sığlıklar ve resifler üzerinde de birtakım hakları olduğunu düşünüyorlar. Taraflar arasında anlaşmazlık konusu olan iki ana adacık grubu var. Bunlardan Spratly Adaları; Filipinler, Malezya ve Brunei'ye en yakın doğu grubu adalarıdır. Bu adaların kuzeybatısında yer alan Paracel Adaları ise Vietnam, Çin ve Tayvan'a daha yakın olan adalar grubudur.
Aslında burası sakin bir denizdi. Amerikan hegemonyasının geçerli olduğu bu denizde yaygın bir ticaret ağı kurulmuştu. Bu ticari ortamdan Çin dahil tüm bölge ülkeleri yararlanmaya, dış ticaretlerini artırmaya çalışıyorlardı. Ticaret eksenli bu yapı, ülkelerin toprak iddialarıyla çalışan sisteme zarar vermesine ve/veya bölgede olası krizlerin ortaya çıkmasına da müsaade etmiyordu.
Öte yandan, dünyanın bir numaralı ekonomik devi olmasına ramak kalan Çin Halk Cumhuriyeti; son yıllarda askerî gücünü artırmaya yönelik gözle görülür bir uğraş veriyor. Pasifik’te olmasa da Güney Çin Denizi’nde Amerikan hegemonyasından rahatsızlığını saklamıyor. Çin gibi dev bir ülke, ABD’nin müttefikleri durumundaki bölge ülkelerinin kendisini Güney Çin Denizi üzerinden çevrelemesine, bu bağlamda Güney Kore ve Japonya’nın da dolaylı olarak bu çevrelemenin bir parçası olmasına rıza göstermek istemiyor. Bunun için Güney Çin Denizi’ni öncelikle kendi hakimiyet alanı, hegemonik gücünü inşa ve test sahası olarak görüyor.
Bu nedenle, son yıllarda hiçbir bölge ülkesinin Güney Çin Denizi'ndeki toprak iddialarını ileri sürmemesine rağmen, Çin yaklaşık 1,35 milyon mil kare büyüklüğe sahip bu denizin %90’lık kısmında hak iddiaları olduğunu çeşitli platformlarda dile getirmeye başladı. Diğer ülkeler, bu denizin sadece bir köşesinde hak iddia ederken, Çin bölgedeki çoğu ülkenin aksine, Çin denizin yüzde 90'ında hak iddia ediyor. Hem ekonomik hem siyasi hem de askeri yönden bölge ülkelerinin tek başlarına Çin’in bu toprak/deniz alanları taleplerine hayır deme güçleri bulunmuyor. Bölge ülkeleri, agresif Çin politikaları karşısında tutunacak bir dal arıyorlar ve bu doğal olarak bölgedeki hegemonik varlığını devam ettirmek isteyen ABD imdatlarına yetişiyor. Çin’i kontrol altında tutmak isteyen ABD için de bu ülkelerle işbirliği içinde olmak adeta bir zorunluluk. Kendi başına Çin’i kuşatması, kontrol etmesi mümkün değil. Bu ülkelerin çoğunun topraklarında askeri üsleri bulunan ABD’nin askeri varlığının devamı da bölgesel gerilimlerin sürmesine bağlı olduğunu herkes görebiliyor. Bu koşullar altında Çin, toprak talepleriyle bölgesel gerilimi artıran bir role soyunurken, ister istemez karşısında ABD’yi buluyor.
Çin’in Karasularını Genişletme Hakkı Var mı?
Bölgeye ilişkin sorunlardan biri, Güney Çin Denizi'ndeki toprak iddialarının genellikle kara parçalarına odaklanmasıdır. 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi imzacı devletlere; kendi kara kütlelerinden 12 deniz miline kadarlık bölümde, kendilerine ait karasularını talep etme ve yine karadan 200 mile kadarlık bölümde ise münhasır ekonomik bölge ilan etme hakkı veriyor. Ancak Güney Çin Denizinde gerçek anlamda büyük adalar bulunmuyor. Ada diye geçen toprak parçalarının çoğunluğu en iyi ihtimalle atol, adacık ve sığlık alan olarak nitelendiriliyor. Hatta bu ada ve adacıkların bazıları yüksek gelgit zamanlarında önemli miktarda bölümlerini belirli süreliğine su altında bırakıyorlar. Bu derecede değişken ve küçük yapıları olan ada ve adacıkların uluslararası hukuka göre bir ülkenin topraklarını genişletmek için referans teşkil etmesi, kullanılması ekseriyetle kabul görmüyor.
Bu durumun farkında olan Çin; kendi lehine toprak kazanma uğraşlarını devreye sokuyor. Nitekim 2010'lu yılların başından itibaren çeşitli tarama gemilerini seferber ederek, bu ada ve adacıkların etrafındaki denizin altındaki toprakları taşımak suretiyle, daha geniş toprakları olan adalara dönüştürmeye çalışıyor. Yakınlarındaki deniz tabanlarını kullanarak inşa edilen Mischief Resifi (yasal olarak gelgit yüksekliği), Fiery Cross Resifi (yasal olarak bir kaya) ve Woody Adası (yasal olarak bir kaya/ada) gibi yerler bu yönüyle tüm dünyanın dikkati çeken yapılaşmalar olarak görüldü. Adaları inşa eden ve daha sonrasında bu adalar üzerinde binalar da yapan Pekin, bu gayretlerini bilimsel araştırma merkezleri ve ileri karakolları olarak adlandırıyor. Çin’in Güney Çin Denizi’ndeki ada ve adacıkları büyütme ve genişletme çabaları, bölge ülkeleri tarafından yakından izleniyor. Nitekim 2016 yılında Tayvan’ın, Woody Adası'ndaki Çin karakolunun karadan havaya füzelerle donanmış olduğunu açıklamasıyla beraber, bölgede bazı adaların Çin tarafından anlaşmalara aykırı olarak silahlandırıldığı ilk defa tescil edilmiş oldu.
2016 yılında Hollanda'nın Lahey kentindeki bir uluslararası hukuk mahkemesi, Çin'in Güney Çin Denizi'ndeki geniş toprak iddialarının uluslararası hukukta hiçbir dayanağı olmadığına ve geçersiz olduğuna karar verdi. Çin, herhangi bir yasal yaptırım içermeyen bu kararı kınamakla yetindi.
Bu arada Güney Çin Denizi’ndeki uluslararası sularda ve üzerindeki hava sahasında ABD, Avustralya ve Kanada, bazı diğer dış askerî güçler deniz ve hava vasıtalarıyla varlıklarını göstermeye devam ediyorlar. Uluslararası sularda seyrüsefer özgürlüğü ilkesi bölge dışındaki ülkelerin dayandığı ve uçuş operasyonlarına, deniz geçişlerine verdikleri temel gerekçe oluyor. Aynı zamanda bu ülkelerin askeri vasıtaları, kendi ülkelerinin Güney Çin Denizi’nin uluslararası sularını kullanma haklarını engelleyici bir tavrın gelişmesine karşı da bölgedeki varlıklarını sürdürmek istiyorlar. Çin'in zaman zaman bahse konu gemilere ve uçaklara verdiği karşılık ‘taciz’ olarak nitelendirilecek kadar dikkat çekici olabiliyor.
Güney Çin Denizi’nde Neden Savaş Tamtamlarımı Çalıyor?
Çin Ordusu son yıllarda, eşi benzeri görülmemiş bir şekilde büyümeye devam ediyor. Öyle ki Çin Donanması, gemi sayısı bakımından ABD Donanması'ndan daha büyük ölçekte bir donanma gücüne erişmiştir. Çin Silahlı Kuvvetleri; Güney Çin Denizi'nde hak iddia eden diğer tüm bölge ülkelerinin askerî güçlerinin toplamından daha büyük ve güçlüdür. Bu ülkelerin hiçbiri tek başına ve hatta toplamda hepsi birlikte, Çin'in bölgedeki genişlemesine ve/veya bölgesel hegemonyasına karşı çıkacak askeri kapasiteye erişebilecek durumda değiller. Bu durum, bölge ülkelerini ittifak arayışına itiyor.
Güney Çin Denizi’nde Çin’in hilafına beklentileri/iddiaları olan bölge ülkeleri; son yıllarda ABD, Avustralya, Kanada ve İngiltere’nin yanı sıra Japonya ve Hindistan'ın da aralarında bulunduğu ülkelerden oluşan gevşek bir koalisyonun parçası olmayı gerekli görüyorlar. Bölge ülkeleri, ekonomik ve siyasi çıkarlarının devamı için mevcut kurallara dayalı uluslararası düzenin devam etmesini istiyorlar. Uluslararası mahkemenin Çin aleyhine verdiği kararlara Çin’in uymasını bekliyorlar.
Şüphesiz bir diğer beklenti de eğer Çin komşularını çok fazla zorlarsa, başta ABD olmak üzere Kanada, Avustralya, İngiltere, Japonya, Hindistan, Güney Kore gibi ülkelerin Güney Çin Denizi’ndeki anlaşmazlıkların çözümünde kendileri lehine taraf olmalarıdır. Bu durum ABD ve diğerlerini de içine çekme potansiyeli olan büyük bir bölgesel çatışmaya davetiye çıkarıyor. Hatta bazılarının Üçüncü Dünya Savaşı olarak adlandırabileceği bir çatışmanın fitilinin ateşlenmekte olduğu yorumlarının yapılmasına neden oluyor.
Çin, yabancı ülkelerden oluşan bir koalisyonun Çin'i çevrelemek ve izole etmek için komplo kurduğunu iddia ederek, bölge ülkelerinin bir anlamda Batı dünyasıyla ittifak ilişkileri geliştirmelerinden rahatsızlığını dile getiriyor. Çin, 1945 sonrası ABD merkezi kurulan Pasifik, özelde de Güney Çin Denizi’ndeki dengeden rahatsızlığını saklamıyor. Buradan er ya da geç ABD hegemonyasının son bulmasını gerekli görüyor. Burnunun dibindeki ada ve adacıklara hükmü olmayan bir Çin’in bölgesel hegemonya inşa politikasını kimse kabullenmiyor. Sorun, son 35 yılda güçlenen ve bu gücünü kendi hak ve menfaatlerini korumak için kullanmak isteyen Çin’de mi yoksa Çin’in komşularıyla ittifak kurarak son 80 yıldır bölgeye kazık çakan ABD’nin bölgeden çıkmamak için Çin’i genişleme politikasına ket vurma çaları mıdır?
Çin güçleniyor, genişlemek istiyor. Bunu durdurabilecek tek güç olan ABD, Çin genişledikçe dünya denizlerinde daralmaya gitme riskiyle karşı karşıya bulunuyor. Bu bölgedeki her şeyin aslında ABD’nin bu daralmaya ne derece razı olduğuyla ilişkili seyredeceğe benziyor diye değerlendiriyorum.