Günümüz Savaşlarının Temel Özellikleri
Savaş artık Jömini’nin belirttiği gibi hatlara bağlı bir faaliyet olmaktan ve Clausewitz’in öne sürdüğü şekilde politikanın bir devamı olmaktan çıkmıştır.
Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından meydana gelen askerî harekâtlar, tarih boyunca meydana gelen askerî harekâtlardan oldukça farklı özellikler taşımaktadır. Çünkü bu dönemdeki savaşlar, savaş halinde olan iki devletin ordularından ziyade uluslararası koalisyonlar ve gayri nizami silahlı unsurlar arasında meydana gelmiştir. Bu silahlı unsurlar; El Kaide, Taliban, PYD ve IŞİD gibi terör örgütleri ile bazı suç örgütlerine kadar geniş bir çeşitlilik göstermektedir.
Suriye ve Libya gibi iç savaş yaşayan ülkelerde ise aşiretlerin, dini grupların ve çeşitli siyasi grupların kurduğu silahlı güçlerin de hem kendi aralarında hem de resmi devlet ordularıyla yaşadığı mücadele ise zaten oldukça karmaşık olan çatışma ve savaş kavramlarını daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir.
Bu yetmezmiş gibi, ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra bazı şirketler de savaş alanlarında görülmeye başlamıştır. ABD şirketi Blackwater, Irak’ta Amerikan Ordusu’nu desteklemek ve özel operasyonlar icra etmek dahil birçok askerî harekât gerçekleştirmiştir. Rus şirketi Wagner ise Libya’daki çatışmalarda meşru hükümeti devirmeye çalışan eski bir general olan Halife Hafter hesabına çatışmalarda yer almaktadır. Hafter'in saflarında ayrıca, Kaddafi'nin kurduğu halk komiteleri ve bazı radikal gruplar; Sudan'da hükümet adına isyancılarla savaşmış olan Cancavid askeri çeteleri; Çad'daki isyancılar, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Fransa'dan gönderilen bazı subaylar da dahil çok çeşitli çevrelerden insanlar bulunmaktadır.
Muharebe meydanlarında ortaya çıkan bu karmaşık yapı, savaşın doğasını olmasa bile karakterini oldukça değişmiştir. Savaş artık Jömini’nin belirttiği gibi hatlara bağlı bir faaliyet olmaktan ve Clausewitz’in öne sürdüğü şekilde politikanın bir devamı olmaktan çıkmıştır. Günümüzde savaş da politika da ve ordular dışındaki diğer milli güç unsurları ile yapılan mücadelelerle ilgili kavramlar da iç içe girmiş durumdadır. Buna paralel olarak savaşlar, eskiden olduğu gibi bir başlangıcı olan ve savaş ilanı ile başlayıp ateşkes veya barış anlaşmaları ile sona eren bir faaliyet olmaktan çıkmıştır.
Çatışmalar, Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi bir dış müdahale ile başlayıp iç savaş şeklinde yıllarca devam edebilmektedir. Suriye ve Libya’da olduğu gibi savaşan taraflardan hangisinin meşru, hangisinin gayrimeşru olduğu her devlete ve hatta her kişiye göre değişebilmektedir. Bu sebeple büyük veya küçük her çatışan grup, belli bir oranda muhatap bulabilmekte ve dar bir çerçevede bile olsa kendisinin meşru bir silahlı güç olduğunu iddia edebilmektedir. Böylece, iç savaş yaşayan ülkelerde onlarca küçük silahlı grup varlığını sürdürebilmektedir.
Bu garip durumun bir sonucu olarak, farklı görüşlerdeki çeşitli silahlı gruplar birbirleri ile çarpışırlarken, bu grupları doğrudan veya dolaylı olarak destekleyen devletler de bir şekilde savaş ortamına fiilen girmektedir. Burada ilginç olan, karşılıklı çatışma halinde olan gruplar birbirleri ile sert bir mücadeleye girmelerine rağmen bu grupları destekleyen devletlerin birbirleri ile savaş halinde olduklarının kabul edilmemesidir.
Bu sebeple, bazı akademisyenler tarafından günümüzdeki savaşların vekâlet savaşları olduğu söylenmektedir. Ancak uygulamalara göz atıldığında, mevcut savaşların vekâlet savaşlarının çok ötesinde bir görünüm arz ettiği anlaşılmaktadır. Çünkü çeşitli devletlere vekâlet eden gruplar birbirleri ile savaşırlarken vekâlet edilen devletlerin özel birlikleri, hava kuvvetleri ve bazı ateş destek vasıtaları da fiilen çatışma alanlarında bulunmakta ve hatta çatışmalara iştirak etmektedir.
Örneğin Suriye’de; Türk, ABD, İran ve Rus ordularına mensup kuvvetler fiilen harekât alanındaki yerlerini almış durumdadır. Bu ordu birlikleri, birbirleri ile doğrudan bir muharebeye girmemektedir. Bunun yerine her ordu kendi desteklediği grubu ön plana çıkarmakta ve sanki kendileri orada yokmuş gibi davranmakta, fakat örtülü veya açık bir şekilde zaman zaman çatışmalara fiilen katılmaktadır.
Bunun sonucunda, çeşitli gruplar birbirleri ile mücadele ediyormuş gibi görünürken, geri planda olsalar da bu grupları destekleyen devletlerin orduları da birbirleri ile karşı karşıya gelmektedir. Bu garip durum zaman zaman (Türk savaş uçaklarının bir Rus savaş uçağını düşürmesi gibi) tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bazı gelişmelere sebep olmaktadır.
Yeni çatışma ortamı, ülkeler arasındaki ittifak ilişkilerine de darbe vurma potansiyeli taşımaktadır. Örneğin ABD, NATO’daki en önemli müttefiklerinden biri olan Türkiye’ye karşı yıllardır terör eylemleri düzenleyen ve kendisinin de terör örgütü olarak kabul ettiği PKK Terör Örgütü’nün Suriye kolu olan PYD Terör Örgütü’nün en büyük destekçisidir. Türkiye, ABD’yi bu davranışından vazgeçirmek ve ABD askerlerini PYD Terör Örgütü bölgesinden çıkarmak için elinden gelen her şeyi yapmış, hatta tarihi düşmanı Rusya ile iş birliği içine bile girmekten çekinmemiştir. Ama Türkiye ABD’nin çekildiği bazı bölgelere yönelik olarak harekâta başlayınca, karşısına ABD yerine yakın ilişki içine girdiği Rusya çıkmakta ve Türkiye’nin kontrol altına almayı planladığı bölgelerin önemli bir kısmına Esat rejimi askerlerini sokmaktadır.
Öte yandan İŞID gibi örgütler, alanda bulunan hemen her devlet ve silahlı grup için bir terör örgütü ve dolayısıyla düşman olarak kabul edilmektedir. Örneğin PYD Terör Örgütü, Türkiye’ye karşı düşmanca bir tutum içinde olmasına rağmen Türkiye gibi IŞİD ile mücadele etmektedir. Normalde Türkiye ile PYD Terör Örgütü, IŞİD’e karşı doğal müttefik durumunda olması gerekiyormuş gibi görünse de Türkiye ile PYD Terör Örgütü de birbirini düşman kabul ettiklerinden IŞİD bölgesini PYD’nin ele geçirmesini Türkiye, Türkiye’nin ele geçirmesini ise PYD ve dolayısıyla ABD istememektedir.
İlginç bir şekilde, Türkiye’nin böyle bir hareketini ABD ile çıkar çatışması içinde olan Rusya, İran ve Esat rejimi de istememektedir. Yani çıkarlar ve çıkar çatışmaları çok boyutlu ve olabildiğince karmaşık bir hale gelmiştir. Dost ve düşman kavramları zamana, mekâna ve kimin kiminle çatışma halinde olduğuna göre değişmektedir. Bu durumu, klasik savaş kavramlarıyla açıklamak mümkün değildir. Bu sebeple, yeni durumu tanımlamak için yeni terimler ortaya atılmaktadır.
Aslında, savaş tanımları ile ilgili arayışlar yeni değildir. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından Varşova Paktı çöküp iki kutuplu dünya düzenine ait tehdit tanımlamaları geçerliliğini kaybedince akademisyenler ve askeri kurumlar yeni duruma uygun yeni tehdit tanımlamaları bulma ve bu tanımlamaları karşılayan yeni doktrinler ve konseptler geliştirme çabası içine girmişlerdir. Bu çabaların sonucunda, ortaya çıkan gelişmelere paralel olarak Doğrusal Olmayan Savaş (Non-linear Warfare), Yeni Savaşlar (New Wars), Sınırsız Savaşlar (Unrestricted Warfare), Terörle Savaş (War on Terror) ve Bileşik Savaşlar (Compound Warfare) gibi birçok terim ortaya atılmıştır. Fakat bu terimler, ortaya çıkan yeni çatışmaları tanımlamada yetersiz kalmıştır. Bunun sonucunda, savaş için yeni tanımlar ve terimler arayışına devam edilmiştir.
Son zamanlarda savaşın aldığı durumu tarif etmek için yeni bir terim olarak Hibrit Savaş (Hybrid Warfare) kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Latince hybrida, hibrida veya ibrida kelimelerinden türetilen hibrit kelimesi, karışım anlamına gelmektedir. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde ise hibrit kelimesi; "melez" veya "iki farklı güç kaynağının bir arada bulunması" olarak açıklanmıştır. Dolayısıyla Hibrit Savaş, muharebe alanında birden fazla güç kaynağının bir arada bulunması ya da kullanılması olarak tanımlanabilir.
Bununla birlikte; Afganistan, Irak, Suriye ve Libya’da yaşanan çatışmalar ve kullanılan yöntemlerin yanında Rusya’nın Ukrayna topraklarından bir kısmını işgal etmesi sürecinde kullandığı siber savaş ve elektronik harekât gibi yöntemlerin de etkisiyle Hibrit Savaş ve Hibrit Ortamda Harekât terimleri için yapılan tanımların kapsamı iyice genişlemiştir.
Hibrit Savaş veya Hibrit Ortamda Harekât terimleri artık; geniş bir yelpazeye yayılarak varlığını sürdüren, çok boyutlu ve öngörülmesi zor, belirsizlikler içeren hibrit (karma) tehdit ve riskleri karşılayacak şekilde; askeri, politik, teknolojik, ekonomik, sosyolojik, bilişim, medya, sivil asker iş birliği ve stratejik iletişim yeteneklerinin eş zamanlı olarak kullanıldığı, çok yönlü koordineyi gerektiren bir harekât türü olarak tanımlanmaktadır.
Bu yeni tanıma göre Hibrit Savaş ve Hibrit Ortamda Harekât; konvansiyonel harbin yanında, barışı destekleme harekâtı, teröristle mücadele, kriz yönetiminin desteklenmesi, güç gösterisi, abluka, ambargo, insani yardım, yasadışı göçü önleme, deniz haydutluğu ile mücadele, algı yönetimi, siber savaş gibi faaliyetleri de kapsamaktadır.
Bu sebeple, hibrit harekât ortamında dost ve düşman ayrımı güçleşmiş, özel güvenlik kuruluşları, sivil toplum örgütleri vb. aktörler fazlalaşmış ve hedef tespiti ve uzun menzilli isabetli atış yapan sistemlere ihtiyaç artmıştır. Barış ve kriz dönemlerinin birbirinden ayırt edilmesi zorlaşmış, sürprizlerle dolu harekât ortamında anlık ve doğru istihbarat ile durumsal farkındalığın artırılması ihtiyacı hasıl olmuştur. Hatlara bağlı olmayan, her yerin temas hattı olabileceği bir ortamla karşı karşıya kalınmış, meskûn mahallerde muharebenin önemi artmıştır. Faaliyetler medyanın yakın takibinde icra edilmiş, bu nedenle hataya yer verilmemesi ve hassas olunması gerekliliği önemli hale gelmiştir.
Bu durum orduların yapılarında, doktrinlerinde ve uyguladıkları konseptlerde değişikliğe gidilmesi yönünde bir eğilim ortaya çıkarmıştır. Bunun sonucunda, askeri alanda yeni bir dönüşüm yaşanmaya başlanmış ve bu süreç hala devam etmektedir. Bu kapsamda, son dönemde ortaya çıkan çatışma alanlarından çoğuna bilfiil müdahil olan veya bu çatışmalardan milli çıkarlarının olumsuz etkilenmesi riski altında olan Türkiye’nin de pratikten doğan yeni uygulamalar ve tecrübelerle ordusunda bir dönüşüm başlattığı anlaşılmaktadır.
Ancak, bu değişim ve dönüşümün, olayların seyrini takip eden reaktif bir tepkiyle yapılması yeterli görülmemeli; değişim ve dönüşüm ihtiyacı proaktif yaklaşımlarla geleceğe dair yapılacak projeksiyonlar ve öngörülere göre sistematik bir şekilde ortaya çıkarılmalıdır. Bunun sonucunda da teşkilatta, teçhizatta ve malzemede kapsamlı yenilikler yapılması düşünülmelidir. Ayrıca, yeni duruma uygun yeni doktrinler ve konseptler geliştirilmelidir. Bu yapılırken, hibrit kelimesinin ruhuna da uygun olarak sadece silahlı kuvvetler değil devletin diğer kurumları, üniversiteler ve düşünce kuruluşları gibi asker olmayan çevrelerin de bu konu üzerinde çalışmaya sevk edilmesinin faydalı olacağı değerlendirilmektedir.