Site İçi Arama

savunma

Son Hibrit Savaş: Belarus Krizi Nedir?

Belarus-Polonya sınırında meydana gelen gelişmelerden sanırım herkesin haberi vardır. Tüm dünya Ukrayna krizi ile yeterince meşgul iken bu kriz beklenmedik şekilde ortaya çıkınca başta AB olmak üzere birçok ülkeyi şaşkınlığa düşürdü. Bu durum günümüzde devletler arası mücadelenin yeni boyutunu yansıtması açısından ilginç bir deneyim oldu. Peki Belarus-AB sınırında neler oluyor?

Belarus-Polonya sınırında meydana gelen gelişmelerden sanırım herkesin haberi vardır. Tüm dünya Ukrayna krizi ile yeterince meşgul iken bu kriz beklenmedik şekilde ortaya çıkınca başta AB olmak üzere birçok ülkeyi şaşkınlığa düşürdü. Bu durum günümüzde devletler arası mücadelenin yeni boyutunu yansıtması açısından ilginç bir deneyim oldu.

Peki Belarus-AB sınırında neler oluyor?

Bu konuda yorum yapabilmek için konuyu başlangıcından itibaren incelemekte fayda var. Öncelikle şunu belirterek söze başlamanın uygun olduğunu düşünüyorum: Tüm olayların başlamasına Belarus’ta yapılan başkanlık seçimi sebep olmuş gibi görünüyor. Ancak bu işin sadece görünen tarafı. Olay, Soğuk Savaş sonrasında dünyada ve özellikle de Avrupa’da yaşanan gelişmelerin bir sonucundan ibaret. 1. Dünya Savaşı’nın başlamasına Avusturya-Macaristan veliahdının öldürülmesinin sebep olduğunu söylemek ne kadar saçma ise bu olayı da sadece seçim ve sonrasında yaşanan gelişmelerle ilişkilendirmek o kadar saçma bir teori olur.

Belarus Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko, 1994'ten beri ülkeyi yönetiyor. 9 Ağustos 2020’de yapılan seçimin sonuçlarına göre Lukaşenko'nun %80 oy alarak altıncı defa seçimi kazandığı ilan edildi. Fakat, hile yapıldığına dair kuvvetli şüpheler bulunan bu seçimin ardından, Lukaşenko’nun koltuğunu o kadar kolay koruyamayacağını gösteren olaylar yaşanmaya başlandı.

Seçim sonuçlarının açıklanmasından hemen sonra başkent Minsk'te sokak gösterileri patlak verdi. Ülkedeki muhalifler ve bazı sandık görevlileri sonuçların manipüle edildiğini savunarak Lukaşenko'nun istifa etmesini istediler. Şehrin bazı caddelerini kapatan emniyet güçleri bu gösterilere çok sert bir şekilde karşılık verdi. Gösteriye katılan ve katılmayıp da muhalif olduğu bilinen çok sayıda insan gözaltına alındı.

Koltuğu kaybetmeyi göze alamayan her otoriter yönetici gibi Lukaşenko da kendi yönetiminin hatalarını kabul etmedi ve derhal bir dış güçler söylemi geliştirmeye başladı. Bu kapsamda, iktidar tarafından protestocuların Polonya, İngiltere ve Çekya’dan yönetildiği iddia edildi ve ülkede bir ihtilale izin verilmeyeceği söylendi.

Aslında muhalefet iddialarında ne kadar haklıysa, Lukaşenko da bu iddiasında o kadar haklıydı. Hatta az bile söylemişti. Sadece adını zikrettiği devletler değil, diğer AB devletleri ve ABD de bu işin bir şekilde içindeydi. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden itibaren AB ve ABD (NATO ve ikili anlaşmalar vasıtasıyla) Rusya’ya karşı Avrupa, Kafkasya ve Afganistan-Orta Asya istikametlerinden hızla ilerleyerek mevzi kazanıyorlardı. Bunu yaparken, silahlı bir çatışmaya girmeden demokrasi ve insan hakları gibi kimsenin itiraz edemeyeceği ve daha çok Batı’nın kendi değerleri olduğunu düşündüğü silahlarla saldırıyorlardı.

AB ve ABD bu silahı aynı anda Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da da uygulamışlardı. ABD kovboy kültürünün bir yansıması olarak bunu silah çekerek yapmış fakat AB daha çok yumuşak gücünü kullanmayı tercih etmişti. AB, yıllarca demokratik reform karşılığı Kuzey Afrika’ya ekonomik yardım yaparak ortamı Arap Baharı denilen kara kışa uygun hale getirmişti. Böylece, biri sert gücünü, diğeri yumuşak gücünü kullanarak birçok ülkede yönetimleri değiştirmeyi başarmışlardı.

Aynı şey Kafkasya’daki Gürcistan ve Ermenistan olaylarında da yaşandı ancak Rusya olaya el koyunca planlar tutmadı. Batılılar önce Gürcistan’da renkli bir devrim yaparak Batı taraftarı yönetimleri iş başına getirdiler. Saakaşvili Batı’ya fazla güvenerek Rusya’ya kafa tutmaya başlayınca Rus gücü dünyaya yeniden korku verecek şekilde hızla harekete geçerek Osetya ve Abhazya’yı işgal etti. Aynı durum, Ukrayna’da da benzer şekilde sonuçlandı. Kuzey Afrika’ya çok fazla müdahale edemeyen Rusya, Suriye iç savaşıyla Suriye’ye de tekrar güçlü bir şekilde girdi. Yani Rusya, yeniden küresel ve bölgesel çıkarları için güç kullanmayı göze alacak kadar kuvvetlendiğini göstermeye başladı.

Belarus olayı da bunun yeni bir sahnesinden başka bir şey değilmiş gibi görünüyor. Nitekim Amerika Birleşik Devletleri, olaylar başlar başlamaz protestolar nedeniyle endişeli olduklarını belirterek Belarus hükümetini, "insanların barışçıl toplanma haklarına saygı duymaya ve güç kullanmaktan kaçınmaya" davet etti. Beyaz Saray sözcüsü, seçimlerde yerel bağımsız gözlemcilerin oy kullanma merkezlerine erişimlerinin engellenmesi ve muhalif adayların yıldırılmaya çalışılması ile birçok protestocu ve gazetecinin tutuklanmasının seçim sürecini bozduğunu söyledi.

Diğer yandan Avrupa Komisyonu Başkanı, seçim sonuçlarına tepki gösteren göstericilere yönelik saldırıları kınadı ve oyların doğru sayılması çağrısında bulundu. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Seçim Gözlem Organizasyonu da Belarus seçimlerinin tekrarlanması çağrısı yaptı. AGİT gözlemcileri ise Belarus'ta gerçekleşen devlet başkanlığı seçimleri öncesinde, sırasında ve sonrasında büyük boyutlarda hak ve hukuk ihlali yapıldığını rapor ettiler.

AGİT gözlemcileri haksız da değillerdi. Çünkü mayıs ayında seçim kampanyasının başlamasından 2021 yılbaşına kadar 33 binden fazla insan gözaltına alındı ve bunların çoğu idari tutuklamalara ve büyük para cezalarına maruz kaldı. Bir yerde AB ve ABD varsa orada onların resmi temsilcilerinden çok NGO’ları bulunur. Bu NGO’ların başında da yardım kuruluşları ile insan hakları örgütleri gelir. Ben bunu 1990’lı yıllarda Irak kuzeyinde bizzat görme imkanına sahip oldum. Nitekim insan hakları aktivistleri Belarus’ta da Irak’ta yaptıkları şekilde harekete geçtiler.

Bu kişiler, ülkede gazetecilere mesleki faaliyetlerinden dolayı baskı uygulandığını ilan ettiler. Ülke kötü yönetildiğinden ve söylenenlerin büyük bir kısmı doğru olduğundan bu aktivistler hem söylediklerini teyit edecek yerel unsurlar hem de kanıtlar bulmakta sıkıntı çekmediler. Nitekim Belarus Gazeteciler Derneği, 19 gazetecinin ceza davalarında şüpheli veya sanık olarak izole edildiğini, 477 gazetecinin gözaltına alındığını ve 97 gazetecinin tutuklandığını duyurdu.

Artık kazan kaynamış ve yeterince koku ortaya çıkmıştı. Ama bir ülkeyi 25 yıldır demir yumrukla yöneten birinin içeride protestolar, dışarıda kınamalarla hemen pes etmesi sağlanamazdı. Biraz daha sıkıştırılması ve hatta bu sıkıştırmanın bireysel bazda tehdit oluşturarak göstericilere baskı uygulayan makamlar üzerinde endişe yaratması gerekiyordu. Bu maksatla 2020 Aralık ayında, ABD Hazine Bakanlığı, Belarus seçimlerinde olayların şiddetle bastırılmasına rolü bulunduğu gerekçesiyle Belarus İçişleri Bakan Yardımcısı ve Kriminal Polis Teşkilatı Müdürü Henadz Arkadziyeviç Kazakeviç ile 3 emniyet birimi ve Merkezi Seçim Komisyonu’nu yaptırım listesine aldı.

Fakat bu hamle pek işe yaramadı. Çünkü ne yaptığınız kadar ne zaman ve nerede yaptığınız da önemlidir. Rusya’nın çöküş içinde olduğu 90’lı yıllar ve 2000’lerin başında Ortadoğu’da Saddam’a operasyon yapmakla Belarus’a müdahale etmek arasında bu yüzden çok büyük bir fark vardır.

Rusya, 1990’larda Batı’ya yaklaşmış hatta NATO’ya girmek istediğini bile dile getirmişti. AB’ye ve ABD’ye de Avrupa ve Kafkasya’da ilerlemelerinin kendisini tedirgin ettiğini bildirmişti. Ama bu uyarılar dikkate alınmadı. Bu sebeple, Putin iktidara gelince yeniden toparlanan Rusya, sonuç almak için rica etmek yerine yumruk göstermenin daha etkili olacağına karar verdi. Çünkü her ne kadar Sovyetler Birliği dönemine göre çok zayıflamış olsa da hala dünyanın en büyük iki nükleer gücünden biriydi.

Böylece Rusya, Batı’yı kendisini sınırlandırmaya çalışmakla ve kendisine karşı hibrit savaş uygulamakla itham etmeye başladı. NATO’nun ve AB’nin kendi sınırlarına doğru hızla gelişmesine karşı tehditkâr ifadeler kullanmaktan çekinmedi. Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO’ya alınmasına sessiz kalamayacağını açıkça ilan etti. Ne yapabileceğini de Gürcistan ve Ukrayna’daki askeri operasyonlarla gösterdi. Hatta Batı’ya yanaşan Paşinyan liderliğindeki Ermenistan’ı bile Azerbaycan önünde korumayarak cezalandırdığını söylemek mümkün.

İşte bu durum, Lukaşenko’nun elini güçlendiriyordu. Lukaşenko, iktidarı süresince Rusya’nın Gürcistan’da yönetimin değişmesini sağladığını ve artık günleri sayılı denilen Esat ve Baas rejimini iktidarda tutmayı başardığını gördü. Kendisine de aynı desteği, hatta daha fazlasını vereceğini de biliyordu. Çünkü ülkesinin konumu ve problemin ortaya çıktığı zaman, kendisine büyük bir avantaj sağlıyordu.

AB ve ABD’nin Brest Litovsk (Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı ve Bulgaristan ile Rusya arasında 3 Mart 1918’de imzalanan antlaşma) sınırlarına ulaşmaya çalıştığı Soğuk Savaş sonrasındaki gelişmelerle açıkça ortaya çıkmıştı. Nitekim, bu günkü Ukrayna, Belarus, Letonya ve Estonya’nın doğu sınırları, Brest Litovsk anlaşmasının çizdiği Rusya sınırıyla hemen hemen aynı.

Batı, 1990’dan beri, 2. Dünya Savaşı sonrasında Tuna Nehri batı ve güneyine kadar genişleyen Rus tehdidini, bir daha aynı şeyi asla yapamayacak kadar doğuya, yani Dinyeper Nehri doğusuna sürmeye çalışıyordu. Çünkü tarih boyunca Dinyeper hattını geçen her Asyalı güç, ilk fırsatta Tuna hattına ve daha sonra da Güneydoğu Avrupa’ya kadar ilerlemişti. Bu sebeple AB, Soğuk Savaş sonrasında hızla Doğu Avrupa ülkelerini bünyesine aldı. ABD, aynı şeyi bu devletleri NATO’ya alarak gerçekleştirmeye çalıştı. Bunda da büyük oranda başarılı oldular. Dinyeper hattına ulaşmak için artık sadece Ukrayna ve Belarus kaldı.

İşte bu yüzden Lukaşenko, olayların başlangıcından itibaren Rus desteğine güvenerek hareket etti ve ihtiyaç duyduğu desteği de aldı. Bu sebeple Batı baskısı üzerine geri adım atmak yerine daha da pervasız ve rahat bir şekilde davrandı. Örneğin 23 Mayıs 2021’de Atina-Vilnius seferini yapan Ryanair yolcu uçağını bomba ihbarı bahanesiyle Belarus'un başkenti Minsk'e indirdi ve uçaktaki muhalif gazeteci Roman Protaseviç'i gözaltına aldırdı.

AB liderleri bu eylemi korsanlık olarak nitelendirdiler ve gazetecinin derhal serbest bırakılmasını istediler. Fakat Lukaşenko, bunu reddederek karşı taarruza geçmekten çekinmedi. Bu maksatla Protasevich'in ülkede bir ayaklanma başlatmayı planladığını ileri sürdü ve Batı'yı kendisine karşı çok yönlü bir savaş yürütmekle suçladı.

Çok yönlü savaş ile kastettiği ise hibrit savaş’tı. Bir süredir, askeri ve akademik çevrelerde klasik savaş anlayışı dışında olup da bilinen askeri tabirlerle ifade edilemeyen her türlü gelişmede kullanılan ve zamanımızın moda terimi olan hibrit savaş kavramı, bundan sonra tarafların birbirlerini suçlarken kullandıkları en önemli argüman haline geldi.

Aslında, tarafların bundan sonraki hamleleri de hibrit savaş ile kastedilen şeyin varlığını destekler nitelikte oldu. Bu yöndeki ilk adımı AB attı ve AB ülkeleri Belarus hava yolu şirketlerine AB hava sahasını kapattı. Bunun üzerine Belarus, AB ile Geri Kabul Anlaşması’nı askıya aldı.

Bundan sonra AB, hızla yeni adımlar atmaya devam etti. Belarus’a petrol ve gübre gibi hammadde ihracatı askıya alındı. Bunun üzerine Lukaşenko, hibrit savaş kapsamında dolaylı tutum konseptinin hiç umulmayan bir uygulamasını yürürlüğe koydu. Bu maksatla kullanılan silah, asimetrik etki yaratacak nitelikteydi.

Bu silah, göçmenlerdi. Minsk yönetimi, ülkesinin göçmen akışını kontrol altına almak için gereken fonlardan yoksun bırakıldığını iddia ederek yasa dışı göçü durdurmak için yapılan anlaşmaya artık uymayacağını açıkladı. Lukaşenko, mayıs ayı sonunda yaptığı açıklamayla da ülkesinin göçmenlerin AB topraklarına geçişini engellemeyeceğini duyurdu.

Stratejide başarı için en önemli husus, düşmanın güçlü taraflarından kaçınırken hassas taraflarını istismar etmek ve tüm gücü ağırlık merkezine darbe vuracak şekilde bir noktada toplamaktır. Lukaşenko, bu adımıyla stratejinin tüm inceliklerini kullanarak iktidarda kalmaya kararlı olduğunu göstermiş oldu.

Bu durum Avrupa’nın hiç beklemediği bir hamle oldu. Dolayısıyla asimetrik bir etki yarattı. Nitekim, seçim yolsuzluğu ve insan hakları ihlalleri ile başlayan tartışma birden göçmen sorununa evrildi. Bu durum, insan hakları ihlali kartının sadece AB’ye ait olmadığını, AB’ye karşı da kullanılabileceğini gösterdi. Çünkü, çocuk ve kadınların da bulunduğu göçmen gruplarına karşı uygulanacak en küçük bir zorlama tedbiri, Belarus için paha biçilmez propaganda argümanları sağlayacaktı.

Avrupa’nın böyle bir hamleyi neden beklemediği ve baskına uğradığını anlamak zor. Çünkü AB, bu tür tehditler ve uygulamalarla ilk defa karşılaşmıyordu. Türkiye, AB’yi 2015 yılında göçmenler konusunda gerekli desteği vermeye zorlamak için sınırlardaki geçirgenliğin artmasına göz yummuş ve bütün Avrupa’yı ayağa kaldırmayı başarmıştı. Gerçi Türkiye, AB’nin gerekli hamleleri yapması üzerine geri adım atmıştı fakat o zamandan beri her fırsatta sınırları açabileceği tehdidini masaya koymaktan da çekinmemişti.

AB, muhtemelen Belarus’un kriz yaşanan ve büyük göç hareketlerine sahne olan coğrafyalara çok uzak olduğundan böyle bir tehdit ile karşı karşıya geleceğini beklemiyordu. Ama günümüzdeki ulaşım imkanları göz önüne alındığında bunun ne kadar hatalı bir değerlendirme olduğu ortaya çıktı.

Lukaşenko, televizyon ekranlarına yansıyan bu açıklamayı duyurmak için çok fazla çaba sarf etmek zorunda kalmadı. Basın, bu haberi her yere duyurdu. Bunun üzerine Türkiye’de bulunan Suriyeli ve Afganlı göçmenler ile Irak kuzeyinden ve başka yerlerden çok sayıda insan sırt çantasını hazırlamaya başladı. Pasaportunu kapan, Belarus’a gitmek için uçak bileti kuyruğuna girdi. Belarus, vize vesaire konusunda bunlara hiçbir zorluk çıkarmadı. Böylece çok sayıda göçmen Belarus’a akmaya başladı.

AB, bu tehdit karşısında Türkiye karşısında yaptığı gibi geri adım atmadı. Tam aksine, yeni tedbirlerle Belarus’u sıkıştırmaya devam etti. 21 Haziran 2021’de, ciddi insan hakları ihlalleri ve Ryanair uçağının indirilmesi nedeniyle Belaruslu 78 kişi ile 8 kuruluşa kısıtlayıcı tedbir uygulama kararı aldı. AB Konseyi, 7 kişi ve 1 kuruluşu daha gazeteci Roman Protaseviç'in gözaltına alınması nedeniyle yaptırım listesine ekledi.  

AB'nin uygulamaya koyduğu bu yaptırımların Lukaşenko'ya yakın bazı iş insanlarını da kapsıyordu. Yaptırım listesinde, çok sayıda hâkim, savcı, bürokrat, üst düzey güvenlik görevlisi ve milletvekilinin yanı sıra Lukaşenko'nun oğlu Dimitry Lukaşenko da yer alıyordu. Listeye alınan kuruluşlar arasında ise dünyanın en büyük kamyon üreticilerinden devlete ait OJSC Belaz, otomobil üreticisi OJSC Minsk ile Belarus'tan petrol ürünleri ihraç yetkisine sahip tek özel şirket olan NNK bulunuyordu. Yaptırımlar, seyahat kısıtlaması ve varlıkların dondurulması gibi uygulamaları da içeriyordu.

Ayrıca BA ülkeleri, Berlarus'a yeni finansal krediler verilmeyeceği konusunda da uzlaştılar. Yapılan açıklamalarda; bir dizi ekonomik yaptırım daha hazırlanacağı ve bu yaptırımların Belarus ekonomisine büyük zarar vereceği belirtildi. Bu ekonomik yaptırımlarla; Avrupa şirketleri ve vatandaşlarının Belarus’a yatırım yapması, bu ülkeden tahvil alması, AB bankalarının Belarus için yatırım hizmetleri sunması ve ihracat kredileri vermesi yasaklandı.

Yaptırımlar, Belarus için özel önem taşıyan ekonomik alanlara ve rejimin gelirine odaklandı ve Lukaşenko'ya bu işin geri dönüşünün olmadığı mesajı verildi. Ayrıca AB, Belarus'a hangi ürünlerin ihracatının yasaklanacağı konusunda bir liste hazırladı. Bu listede, iletişim ekipmanları ve av tüfekleri de dahil sıkı bir silah ambargosu için gerekli her şey yer aldı. Tütün, petrol ve petrol ürünleri ile Belarus'un en önemli ihraç ürünü olan potasyum hidrat (gübre) ithalatına da kısıtlama getirildi.

Bunun üzerine Lukaşenko, göçmen kartını bir defa daha ve daha ciddi bir şekilde masaya koydu. 6 Temmuz’da yaptığı konuşmada, Rusya ve Belarus’a yönelik Batı’nın tutumlarından sonra artık savaştan kaçan insanları kendilerinin alamayacağını açıkladı. Göçmen kartının yanında Rusya ismini de zikrederek, arkasında güvendiği bir güç olduğunu ve bu gücün desteği varken kendisini dize getiremeyeceklerini ima etmek istiyor gibiydi.

Ayrıca, diplomatik bir kurnazlık yaparak sanki göçmen akınının kendi açıklamaları üzerine artmamış da Belarus’un da Türkiye gibi göçmenleri ülkesinde ağırlayan ve bunun getirdiği yüklerle uğraşan bir ülke olduğunu iddia etti. Avrupa’ya gitmek üzere Belarus’a gelen mültecileri ülkede tutmayacaklarını söyleyen Lukaşenko, Polonya, Litvanya, Letonya ve Ukrayna ile sınırları kapatacaklarını ve Belarus’un Afganistan, İran, Irak, Libya, Suriye, Tunus’tan gelen mülteciler için yerleşim yeri hale geleceğini düşünenlerin yanıldıklarını söyledi. Açıklamaya göre; göçmenlerin Belarus’ta kalmak için gelmedikleri, aydınlanmış, sıcak, rahat Avrupa’ya gitmek istedikleri bildirildi.

Bu açıklamalar üzerine, AB sınırlarına göçmen akını daha da arttı. Bu göçmenlerin bir kısmı AB topraklarına girmeyi başardı. Bu durum, AB’de paniğe sebep oldu ve Ukrayna topraklarının bir kısmının işgaline rağmen Rus ordusuna karşı bile sınırlarda alınmayan güvenlik tedbirleri uygulanmaya başlandı. Önce Litvanya, göçmenlerin topraklarına girmesini önlemek için Belarus sınırına telden duvar örmeye başladı. 23 Ağustos’ta da Polonya, Belarus sınırındaki asker sayısını artırdı ve sınıra 2,5 metre yüksekliğinde telden duvar öreceğini açıkladı.

Bu ülkeler, sadece sınır güvenliğini artırmakla kalmadılar. Polonya, Litvanya, Letonya ve Estonya Belarus’u "hibrit saldırı” ile suçladılar. Ayrıca, ortak bir açıklama yaparak Lukaşenko’yu, çoğu Afganistanlı ve Iraklı olan göçmenleri bilinçli bir şekilde sınırlara göndererek bir silah gibi kullanmakla ve böylece AB’nin uyguladığı yaptırımların intikamını almaya çalışmakla itham ettiler.

Birleşmiş Milletler Teşkilatı’na da çağrı yaparak göçmenleri komşu ülkelerde istikrarsızlık yaratmak için kullanmanın hukukun açık bir ihlali olduğunu bildirdiler. Ayrıca, bu hamlenin tüm AB’ye karşı bir hibrit saldırı olduğunu iddia ettiler. Polonya başbakanı ise, Ortadoğu’dan gelen göçmenlerin Belarus üzerinden Polonya’ya girmeye çalışmasını Lukaşenko ve Kremlin’in AB’nin yaptırımlarına karşı birlikte oynadığı kirli bir oyun olduğunu iddia etti.

Polonya, 2 Eylül’den itibaren 418 kilometre uzunluğundaki Belarus sınırında üç kilometre genişliğindeki bir bölgeye girişleri tamamen kapattığını ilan etti. Binlerce askeri sınırında konuşlandıran ve tel duvar ören Polonya, burada yaşayan kendi vatandaşları hariç hiç kimsenin bu bölgeye girmesine izin vermeyince Avrupa basın kuruluşları, insan hakları dernekleri ve yardım kuruluşlarınca eleştiriye maruz kaldı. Fakat bu eleştirilere aldırmayan Polonya parlementosu, 1 Ekim’de uygulanan yasağın ve olağanüstü halin 60 gün daha uzatılmasını onayladı.  

Bunun üzerine yardım kuruluşları, Varşova’yı sığınmacıların uluslararası hukuktan kaynaklanan iltica başvurusu hakkını ihlal etmekle suçladılar. Olağanüstü hâl sebebiyle gazeteci ve yardım kuruluşu çalışanlarının bölgeye sokulmadığını, bu yüzden bölgede yaşananları takip edemediklerini söylediler. Fakat Polonya, bu suçlamaları da dikkate almadı. Çünkü göçmen akını, olayların başlamasından beri en yüksek seviyeye ulaşmıştı. Bir yıl önce aynı dönemde 120 göçmen sınırı geçmeye çalışırken eylül-ekim aylarında bu rakam yedi bine çıktı.

Kasım ayı başından itibaren havaların soğuması üzerine, sığınmacılar arasında insani dramlar yaşandığı haberleri duyulmaya başladı. Belarus yönetimi sınıra sağlık, iaşe ve barınma için tesisler kurduklarını ve personel görevlendirdiklerini açıkladı. Bölgeden servis edilen haberler ve görüntüler ile Belarus sınırındaki AB ülkelerine karşı psikolojik harekât yürütmeye başladı. Verilen mesaj ise gayet basit ve açıktı. “Bize demokrasiden ve insan haklarından dem vuran AB, kendisi söz konusu olunca insan haklarını umursamıyor ve çocukların da içinde bulunduğu çok sayıda çaresiz insanı soğuğa, açlığa ve ölüme mahkûm ediyor.”

Bu hamle, AB ülkelerinin tavrını değiştirmese de bazı yardım kuruluşları üzerinde etkili oldu. Yardım kuruluşları, Varşova'yı sığınmacıların uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını ihlal etmekle suçladılar. Bu olaylar durumu, daha da gerginleştirdi. Polonya Dışişleri Bakanlığı, 1 Kasım gecesi Belarus topraklarından silahlı ve üniformalı bazı kişilerin sınırı ihlal ettikleri gerekçesiyle Belarus Maslahatgüzarı’nı ikaz etti. Belarus sınır yetkilileri hemen bu iddiaların asılsız olduğunu açıkladılar.

Bu gerginlik ve artan sığınmacı baskısı üzerine Polonya, 3 Kasım’da Belarus sınırına yeni bir duvar inşa edilmesini öngören bir yasa çıkardı. Yasaya göre, sınıra 5,5 metre yüksekliğinde duvar örülmesi öngörülüyordu.  350 milyon Euro’ya mal olacak bu engelin 2022 yazına kadar tamamlanması kararlaştırıldı. Sınırın yarısını kapatacak olan bu engelle beraber hareket sensörleri ve gözetleme sistemleri de kullanılacaktı.

Bu gelişmeler üzerine Belarus Dışişleri Bakanlığı, 4 Kasım günü Minsk'teki Polonya Maslahatgüzarına sert bir dille sınırdaki gerilimi artırmanın kabul edilemez olduğunu bildirdi. Konu ile ilgili olarak yapılan açıklamada ise Belarus’un, her türlü sorunu karşılıklı saygı çerçevesinde çözmeye hazır olduğu bildirildi.

Durumun giderek daha da vahim hale geldiği ve sorunun kısa süre içinde çözülmesinin mümkün olmadığını anlayan Litvanya, 5 Kasım’da Belarus sınırındaki göçmen akınına karşı çelik duvar inşaatına başladı. Yapılan duvarın yüksekliği 3,5 metre olarak planlandı. Ayrıca duvarın üzerine yarım metre yüksekliğinde de dikenli tel konulacaktı.

Litvanya, Eylül 2022'ye kadar 500 kilometresini inşa etmeyi planladığı duvar için 152 milyon Euro ayırdı. AB de, Belarus sınırında yapılan bu engellerin inşasını desteklemek için ekonomik destek vereceğini açıkladı. Fakat bu tedbirlere rağmen kasım ayında sınırı geçmeye çalışan göçmen sayısında büyük bir artış yaşandı. Bu durum, Belarus ile komşuları arasındaki gerilimin şiddetini daha da artırdı.

Polonya, Belarus’u silahlı çatışma çıkarmaya çalışmakla suçladı. Lukaşenko bunu reddederken Belarus’un sınır güvenlik kuvvetleri de Polonya’yı, sınıra askeri teçhizat yığmakla ve göçmenlere yardımların ulaşmasını engellemekle itham etti. Belarus Dışişleri Bakanlığı ise içlerinde pek çok çocuk ve kadının da bulunduğu silahsız insanlara karşı yasadışı olarak güç kullanmayı haklı göstermek için Belarus’a yönelik provokasyon gerçekleştirmemesi konusunda Polonya tarafını uyardıklarını açıkladı.

Bu gelişmeler üzerine NATO Genel Sekreteri, Belarus'un göçmenleri hibrit taktik olarak kullanmasının kabul edilemez olduğunu açıkladı ve NATO’nun bölgedeki NATO müttefikleriyle dayanışma içinde olduklarını belirtti. Bunun üzerine Rusya’da Belarus’u destekleme ihtiyacı hissetti.

Kremlin Sözcüsü, bir basın toplantısı düzenleyerek Belarus-Polonya sınırında yaşanan gelişmeler nedeniyle endişeli olduklarını, sorunun Rusya için bir tehdit hâline gelmeyeceğini umduklarını ve Belaruslu uzmanların konuyla ilgili çok sorumlu bir biçimde çalıştıklarını gördüklerini belirtti. Kremlin Sözcüsü ayrıca, Belarus ile yakın temas içinde olduklarını söyledi.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise Belarus-Polonya sınırındaki krizin suçlusunun Batı’nın Ortadoğu’daki eylemleri olduğunu iddia etti. Sorunların uluslararası insan hakları prensiplerine uygun biçimde çözümlenmesi gerektiğine inandıklarını söyleyen Lavrov, mevcut durumun kökenlerinin NATO ve AB ülkelerinin kendi demokrasi anlayışlarını dayatmaya çalışarak Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde yürüttükleri politikalar olduğunu vurguladı.

Lavrov ayrıca, göçmenlerin Avrupa’ya gitmek için çıkış ülkelerine karşı çifte standartlar uygulanmaması gerektiğini belirtti. Göçmenler Türkiye’den çıkış yapmak istediğinde AB’nin, onların Türkiye topraklarında kalması için finansman ayırmasına rağmen neden Belarus’a yardım etmediğini sordu. Avrupa’nın kendi sözlerinin ve davranışlarının sorumluluğunu üstüne almasını istedi.

Kremlin, 9 Kasım’da da Putin ile Lukaşenko arasında bir telefon görüşmesi gerçekleştirildiğini duyurdu. Liderler görüşmelerinde, Polonya’nın düzenli ordu birimlerinin sınıra yığılmış olmasından duydukları endişeyi dile getirdiler. Belarus-Polonya ve Belarus-Litvanya sınırlarındaki durumu değerlendirdiler. Telefon görüşmesinde ayrıca, Polonya’nın düzenli ordu birimlerinin sınırda toplanmasının endişe verici olduğu kaydedildi.

Bu görüşmeden kısa süre sonra Lukaşenko, Varşova'nın göçmenlerle mücadele etmek için sınıra Leopard tankları sevk etmesini, şantaj olarak nitelendirdi. Modern dünyada silaha sarılmanın ölümle ve intiharla aynı anlama geldiğini ve Rusya'nın duruma müdahil olacağını kaydeden Lukaşenko, Rusya’nın bir nükleer güç olduğunu ve bu durumun vahim gelişmelere sebep olabileceğini söyledi.

Bu açıklamalar üzerine Polonya Başbakanı, Belarus-Polonya sınırındaki göçmen krizinin planlayıcısının Putin olduğunu iddia etti. 10 Kasım günü Kremlin Sözcüsü, Polonya Başbakanı’nın sınırdaki gerilimden Rusya’yı sorumlu tuttuğuna dair açıklamasının kabul edilemez olduğunu belirtti. Sözcü, krizin sorumlusunun AB’nin kendisi olduğunu ifade etti ve Avrupa ülkelerinin, göçmenlere yönelik tavırlarıyla kendi insani değerlerine dahi arka çıkamadıklarını gösterdiklerini söyledi.

Putin ve Lukaşenko, daha önce iki ülke arasında Birlik Devleti Savaş Doktrini başlıklı bir belge imzalamışlardı. Bu belgeye dayanarak Rusya, verdiği desteği vurgulamak üzere iki savaş uçağını Belarus semalarında devriye uçuşuna gönderdi. Rusya Savunma Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, iki Rus TU-22M3 bombardıman uçağının Belarus hava sahasında devriye uçuşu yaptığı belirtildi.

Rusya Dışişleri Bakanı da, Belaruslu mevkidaşı ile düzenlediği ortak basın toplantısında Avrupalıların kendilerini oldukça tehlikeli bir girdabın içinde bulmamaları için sorumlu davranacaklarını umduğunu belirtti.

Rusya’nın yakın desteği sebebiyle Belarus üzerindeki yaptırımları etkili olmayan AB ülkeleri, bu yönde yeni teşebbüslerde bulunmaya karar verdiler. 11 Kasım’da, göçmenleri Belarus'a taşıyan havayollarına karşı yaptırım uygulamayı tartıştılar. AB'nin bu kapsamda Rus havayolu şirketi Aeroflot'a yaptırım uygulamayı değerlendirdiği yönündeki haberler üzerine Rusya, "Bu çılgınlık olur!" şeklinde sert bir açıklama yaptı.

Bu sırada Lukaşenko, Rus uçaklarının ülkesinde bulunduğunun unutulmamasını istermişçesine bir demeç verdi ve sınırdaki durumu izlemeleri gerektiğini, bu uçakların nükleer silah da taşıyabildiklerini, ama şu anda sadece sınırı gözetlediklerini söyledi. Belarus Savunma Bakanlığı da yaptığı bir yazılı açıklamada, Polonya birliklerinin sınırdaki askeri yığınağı artırdığını belirterek, buna karşılık kendi askeri birliklerinin tek başına veya stratejik müttefik Rusya ile birlikte gerekli önlemleri almak zorunda kaldığını bildirdi.

Polonya’nın tankları, hava savunma füze sistemlerini, ağır silahları ve 15 bin askeri sınırda toplamasını göçmenlere karşı tepki olarak adlandırmanın mümkün olmayacağına işaret edilen açıklamada, bunların daha ziyade saldırı gruplarına benzediği savunuldu.

Lukaşenko, yaptırımların ve AB sınırlarındaki askeri tedbirlerin artması hakkında yaptığı bir açıklamada Batı'nın Belarus’a yaptırım uygulamadan önce, Belarus üzerinden Avrupa’ya giden doğal gaz sevkiyatını düşünmesi gerektiğini belirterek, "Avrupa'yı ısıtıyoruz, hala sınırı kapatacakları konusunda bizi tehdit ediyorlar. Peki ya doğal gazı kesersek ne olur?" dedi.

13 Kasım’a gelindiğinde Polonya ile Belarus sınırında yaşanan göçmen krizi devam ederken AB, Rusya desteği sebebiyle Belarus’a baskı yaparak bir sonuç alamayacağını anlamış olmalı ki sorunu kaynağında çözmek için bazı girişimlerde bulundu. Bu kapsamda Türkiye ile Avrupa Birliği, bir dizi önlem üzerinde anlaştı.

Buna göre Türkiye, Belarus'a giden göçmen sayısının azaltılması için daha sıkı kontrol mekanizması kuracaktı. Anlaşma çerçevesinde Irak, Suriye ve Yemen vatandaşlarının Türkiye üzerinden Belarus'a uçmasının kısıtlanması kararlaştırıldı. Ayrıca, Polonya sınırında yığılan ve AB ülkelerine gitmek isteyen göçmen baskısının azaltılması için Türkiye, Belarus uçuşlarında tek yön bilet satışına son verecekti. Türk Havayolları'nın Orta Doğu ağlarının da Belarus Ulusal Havayolu Belavia tarafından kullanılmasının önüne geçileceği belirtildi.

Türkiye'nin AB'nin baskısıyla önlem alacağı haberlerinin ardından Belarus, Ulusal Havayolu Belavia bir açıklama yayımladı. Açıklamada, Ankara'nın talebi doğrultusunda Türkiye'den yapılacak uçuşlara Irak, Yemen ve Suriye vatandaşlarının cuma gününden itibaren alınmayacağını duyurdu.

Ancak Türkiye tarafı, AB yetkililerine bu sorunla mücadele etmenin zor olduğunu bildirdi. Türk yetkililer, çoğu göçmenin uçuş ve kimlik belgelerinin tam olduğunu, bu nedenle bu insanları durdurmanın güç olduğunu kaydettiler. Avrupa Birliği ise, Polonya sınırından geçmeye çalışan göçmenleri Belarus'a getiren havayolu şirketlerini kara listeye almaya ve Minsk yönetimine karşı alınacak yaptırımları Amerika Birleşik Devletleri ile koordine etmeye hazırlandığını açıkladı.

14 Kasım’da tartışmalar yeni bir boyuta taşınmaya başladı. Çünkü İngiliz genelkurmay başkanı Rusya ile savaşa hazırlanmak gerektiğini ve NATO’nun buna hazır olmasının zorunlu olduğunu açıkladı. Buna karşılık Putin ise göçmenlerle alakalarının olmadığını, Avrupa’nın her sorunun altında Rusya’nın olduğunu iddia ettiğini, bundan vazgeçmeleri gerektiğini söyledi.

Putin, bu soruna ABD ve Avrupa’nın sebep olduğunu iddia ederek göçmenlerin ABD’nin müdahalesi sonucunda istikrarsızlaşan Irak ve Afganistan’dan geldiklerini söyledi. Putin, Polonyalı güvenlik güçlerini de sınırdaki göçmenlere şiddet uygulamakla suçladı. Rus lider, Lukaşenko ve Merkel’in krizi ele almalarını umduğunu ve göçmenlerin esas olarak Almanya’ya gitmek istediğini, Moskova’nın bu durumla hiçbir ilgisi olmadığını belirtti.

Kasım ayı boyunca bu ve benzeri açıklamalarla sorun bir çözüme kavuşturulamadan devam etti. Kış soğuklarının bastırmasıyla zor durumda kalan ve sınırlarda alınan tedbirler yüzünden Avrupa’ya gitme umutları kırılan bazı göçmenler ülkelerine dönmeye başladılar. Fakat hala çok sayıda göçmen zor koşullar altında Belarus ile AB arasındaki sınırda çadırlarda yaşamaya devam etmektedir. Bu sorun, göçmenlerin geldiği Türkiye dahil çok geniş bir bölgeye yayılan birçok devleti içine çekme potansiyeli taşımaktadır.

Sonuç olarak; yukarıda incelenen tüm gelişmeler dikkate alındığında, yaşanan krizin aslında Belarus başkanlık seçimleri ile de göçmen sorunu ile de doğrudan bir bağlantısının olmadığı anlaşılmaktadır. Sorunun esas kaynağı, Soğuk Savaş sonrasında ABD ve AB’nin Rusya’yı kuşatma ve merkezi topraklarında sınırlandırma stratejisinin yarattığı gerginliktir.

Rusya, Soğuk Savaş sonrasında Afganistan-Orta Asya, Kafkasya ve Doğu Avrupa üzerinden hızla üzerine doğru gelen AB ve ABD’yi uzun süredir durdurmaya çalışmaktadır. AB ve ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ile bu bölgede amaçlarına ulaşmış gibi görünmektedir. Kafkasya’da, İran ve Ermenistan ile işbirliği içinde hareket eden Rusya, Gürcistan’ı Batı’ya yanaşmaktan alıkoyamayınca Osetya ve Abhazya’yı işgal ederek etkisiz hale getirmiş yani Batı etkisinin Kuzey Kafkasya’ya yayılmasının önünü kesmiştir. Ermenistan’ın Batı’ya yakınlaşmasını da 2020 yılında Karabağ’da Azerbaycan’a engel olmayarak akamete uğratmıştır.

Geriye bir tek Doğu Avrupa kalmıştır ve Doğu Avrupa Rusya için çok önemlidir. Çünkü Ukrayna ve Belarus, Moskova’ya çok yakındır. Öte yandan Ukrayna’nın kontrolden çıkması, Rusya’nın Karadeniz’de bir donanma bulundurması açısından da büyük sıkıntılara sebep olacaktır. Çünkü Kırım, Karadeniz’de Rusya donanması için uygun tek bölgedir ve Kırım Ukrayna toprağıdır. Yani Ukrayna, sadece Doğu Avrupa’da Rus varlığı açısından değil Rusya’nın sıcak denizlere çıkması açısından da önemlidir.

Ukrayna sorununu, uzun süren mücadeleler sırasında bazen Rus yanlısı bazen Batı yanlısı hükümetlerle çözmeye çalışan Rusya, Ukrayna’yı yolundan döndüremeyeceğini anlayınca Gürcistan’da olduğu gibi Ukrayna topraklarının bir parçası olan Kırım’ı ve iki sanayi bölgesini işgal etmiştir. Bundan sonra Rusya’nın, Doğu Avrupa’da güvenebileceği ve dayanabileceği tek devlet, Belarus olmuştur. Çünkü bu ülkede iktidarda olanlar, iktidarlarını sürdürebilmek için Rusya’nın desteğine muhtaçtır. Bu sebeple Rusya, krizin başından itibaren Lukaşenko’yu desteklemiştir.

Bu durum, Irak ve Suriye’de olduğu gibi mücadele alanını hibrit bir ortam haline getirmiştir. Çünkü mücadelede düzenli ordu birlikleri sınır güvenliği, caydırıcılık vb. maksatlarla kullanılırken, psikolojik harekât, propaganda, dolaylı tutum uygulamaları ve asimetrik harekatlar da mücadelede önemli bir yer tutmuştur. Bu maksatla göçmenlerin mücadelenin temel unsuru olarak kullanılması, ikiz kulelere sivil uçaklarla yapılan saldırıdan beri en yaratıcı asimetrik saldırı yöntemi olmuştur.

Dünya artık çok aktörlü bir güç dengesine doğru evrilmektedir. Bu güçler gelişmiş konvansiyonel silahların yanında nükleer silahlara da sahiptir. Dahası, uzaya da yayılmaya başlamışlardır. Bu durum, Soğuk Savaş dönemindeki gibi devletler arasında bir dehşet dengesi ortaya çıkarmıştır. Bu sebeple, mücadeleler klasik savaşlardan ziyade hibrit savaşlar ve mücadeleler şeklinde yaşanmaktadır. Belarus krizi, bunun en son ve belki de en ilginç örneğidir.

Dr. Mehmet ÇANLI
Dr. Mehmet ÇANLI
Tüm Makaleler

  • 14.12.2021
  • Süre : 18 dk
  • 1631 kez okundu

Google Ads