Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) Düzen Neden Bozuldu? Tamiri Mümkün müdür?
askerliği yaşam tarzı olarak benimseyenler ile sadece meslek olarak benimseyenler arasında, TSK kurum kültürü içerisinde ciddi ayrışmalar yaşanması muhtemeldir.
Yıllar içinde, birçok kurumda olduğu gibi TSK’da da sicil ve terfi sisteminde yapılan yanlış uygulamalar ve liyakatin önemini kaybetmesi sonucu hiyerarşik yapı bozuldu. Bunu sonucunda emir komuta zincirinde kırılmalar, disiplinden sapmalar ve kurum içindeki güven ortamından uzaklaşmalar oldu. Askeri Liselerden başlayarak verilen askerlik ve silah arkadaşlığı ruhuyla birlikte oluşan “askerliğin bir yaşam tarzı” olduğunu idrak etme duygusu, zamanla yerini askerliği sıradan bir meslek olarak görme anlayışına dönüştü.
TSK’da askerliğin yaşam tarzı olarak görülmesi önemlidir. ‘Asker’ olan herkes ettiği yemine bağlı kalır, gereğini yerine getirir. Hiçbir beklenti içinde olmadan Vatan ve Millet uğruna seve seve canını vermeye hazır, çakı gibi bir asker olarak tüm benliğiyle görevine bağlı kalır, bu şeklide askerlik yaşantısını sürdürür.
Askerliği bir meslek olarak görenler ise şahsi menfaatleri doğrultusunda hareket etmeyi önceliği olarak görür. Bu meslekten maddi anlamda neler kazanabileceğine odaklı bir hayat yaşar. Tüm hesabını maddi getiri üzerine yapar ve mesleki kariyer basamaklarını sadece daha fazla maaş için bir araç olarak görür.
Burada askerliği yaşam tarzı olarak benimseyenler ile sadece meslek olarak benimseyenler arasında, TSK kurum kültürü içerisinde ciddi ayrışmalar yaşanması muhtemeldir.
Askerliği bir yaşam tarzı olarak benimseyenler, görevlerinin gereği olarak kendilerini ve emirlerinde bulunan diğer askerleri savaşa hazırlamak için mesai mefhumu gözetmeksizin fedakârca çalışma gayreti içinde olurlar. Özellikle genç yaşlarda ve rütbelerde gece gündüz, eğitim, atış ve spor alanlarından ayrılmazlar, bunu bir yük olarak da görmezler. “Barışta ter akıtmayan savaşta kan akıtır” deyişinden hareketle yorulsalar da, uykusuz kalsalar da, ıslansalar da, üşüseler de, gerektiğinde aç kalsalar da şikâyetçi olmayı akıllarının ucundan dahi geçirmezler. Bu uğurda terlerinin son damlasını da akıtmaktan çekinmezler, kendilerine verilen görevden asla taviz vermezler. Bunların arasından genellikle daha idealist olanlar, askerlik yaşantısının ‘yüksek lisans’ eğitimi diyebileceğimiz ‘kurmaylık’ eğitimini almak için istekli olabilirler. Kurmay Subay olmayı hayal edebilirler. Görevlerini bihakkın yerine getirirken kendilerinden feragat ederek akademi sınavında başarılı olmak için boş zamanlarından, aileleri için ayıracakları zamandan ayırabildikleri vaki zarfında disiplinli bir çalışma ile akademiyi kazanmak için hazırlık yaparlar. Bunlardan ancak çok az bir kısmı Harp Akademilerine girmeye ve kurmay subay olmaya hak kanabilirler.
Bir grup subay için de askerlik sadece bir meslekten ibaret olabilir. Maddi kazancı yüksek, askerliğin ruhuna ters olmakla birlikte ettiği yemini bile unutup rahat edebileceği ve daha çok para kazanabileceği bir alana geçme çabası içerisinde olabilirler. Bu düşüncedekiler eğitim alanlarında ter dökmek yerine emir komutayı emrinde bulunan, askerlik tecrübesi olmayan daha düşük rütbedeki çavuş ve asteğmenlere vererek, kendileri için daha fazla boş zaman yaratabilirler. Böylece onlar da kurmay olmak için akademiyi kazanma yönünde çalışmayı veya yabancı dillerini geliştirmeyi tercih edebilirler. Öyle ki yabancı dilden yüksek bir not alarak yurt dışında bir göreve seçilmeyi, böylece maddi açıdan getirisi yüksek bir beklenti içinde olmayı isteyebilirler.
Bu iki hareket tarzından özellikle askerliği sadece bir meslek ve bir anlamda ‘çıkarlarını karşılayan bir mekanizma’ olarak görenler, askerliği bir yaşam tarzı olarak benimseyenlere göre, mesleki açıdan daha başarılı bir profil çizmeyi başarabilirler.
Buraya kadar bir varsayım gibi, TSK’daki subayların Harp Okullarından mezun olduktan sonra izledikleri iki patikadan bahsettim. Gerçekte ben ve benim devre arkadaşlarım, bu iki patikayı da yaşayarak tecrübe ettiler.
Sonuçta akademiyi kazananların ve yurt dışı daimî görevlere seçilenlerin büyük bir çoğunluğunun askerliği sadece bir meslek olarak görenler olduğunu yaşayarak idrak ettik. Sonradan öğrendik ki, bazıları bağlı oldukları dini cemaatleri tarafından kendilerine soru verilerek akademiyi bile rahatlıkla kazanabilmişler. Benzer bağlantıların yurt dışı daimî görevlerine atanmalarda da işe yaradığına şahit olduk. Bunlar normal miydi? Şüphesiz değildi. Ama çoğunluklu gizli bir şekilde ama gözümüzün önünde gerçekleşen şeylerdi. Adına koyamadığımız, tanımlayamadığımız ama yakından şahit olduğumuz şeyler. Bu adam kesinlikle akademiyi kazanamaz, bunun için gereken birikim onda yok dediğimiz birkaç arkadaşımızın kurmaylık apoletini gururla taktığına şahit olduk. Ya da yurtdışına seçildiğine.
Hem eğitim alanında ter döküp hem de kendisinden ve ailesinden feragat ederek akademi çalışanlar, eğitim alanına uğramadan sadece kendisine çalışarak bir yerlere kapak atanları gördükçe ciddi moral bozukluğu yaşadılar ve maalesef onlar da eğitim alanlarından uzaklaşmaya başladılar. Eğitim alanındaki kaliteli subay sayısı azaldıkça da TSK’daki eğitimin zaman zaman olması gereken kalitesi düştü, bazen standartlardan taviz verilmesine neden oldu. Sonuçta özellikle içi güvenlik harekâtında istenmeyen zayiatlar bile az da olsa yaşanır oldu.
Bu yetmiyormuş gibi 2000’li yıllarda TSK’yı bitirmeye yönelik bir facia yaşanmaya başladı. Konusuna ve nasıl alındığına bakılmaksızın herhangi bir şekilde yüksek lisans yapan bir subaya, başarısından dolayı bir yıl erken terfi etme hakkı tanında. Subayların büyük bir çoğunluğu, ‘iyi bir subay olmak’ ve bunun karşılığında iyi bir sicil almak, sonra sicili yüksek olanlar arasından sıyrılıp erken terfi almak (mümtaz terfi) yoluna gitmek yerine, üniversitelerde yüksek lisans yapma ve böylece çok kısa bir süre içerisinde kendi devre arkadaşlarının önüne geçme fırsatı yakaladı.
Klasik, olması gereken “mümtaz” terfilerin dışında gelişen bu erken terfi sistemi ile ikişer üçer yıl haksız terfi almalar yüzünden TSK’nın geleneksel hiyerarşik yapısı da maalesef bozuldu. Bazı subaylar kendisinden Harp Okulu Mezuniyetinden bir iki sene önce olan mümtaz bir subayın önüne geçerek onun mahiyeti iken üstü durumuna geçiverdi. Öyle ki kıdemli bir subay binbaşı iken ondan daha kıdemsiz bir subay yarbaylığa terfi ettirildi. Bu arada enteresan durumlar da yaşandı. Ağız alışkanlığı olsa gerek yarbay binbaşıya komutanım demeye devam etti.
Subaylar arasında “Kaçlısın” diye sorulduğunda herkes Harp Okulu mezuniyet yılını esas alarak devresini söyler. Söz gelimi, Harp Okulundan 1988 yılında mezun olmuş ise “88’liyim” der. Bazı kendini bilmezler Türk Silahlı Kuvvetleri ile hiçbir alakası olmayan, su ürünlerinden almış olduğu bir iki senelik yüksek lisans kıdemini de üzerine ekleyerek, örneğin 1990 yılında Harp Okulundan mezun olduğu halde 89’luyum, 88’liyim demeye başlayınca, TSK’nın klasik hiyerarşik yapısı bir anda allak bullak oldu. Bu durum eşlere ve çocuklara kadar sirayet etti.
Bir de bize göre hiç hak etmediği halde kurmay olabilenler dikkatimizi çekiyordu. Bu tür kişiler, eğitim alanında edinmesi gereken bilgi ve tecrübenin eksikliğini gizleyebilmek için görev aldığı karargahlarda komutanın gözüne girebilmek için olmadık varyasyonlara girmeye başladılar. Aldıkları görev itibarı ile eğitim alanındaki genç subaylara destek olmaları ve onların yetişmesine katkı sağlamaları gerekirken en iyi yansıyı hazırlama yarışına girdiler. Kıt’a subayları bu davranışlara “Power Point” savaşları ismini taktı.
Bunların birçoğunun kıtaya hiçbir faydaları olmadığı gibi birçoğu da amirlerini, komutanlarını yanlış yönlendirme yoluna bilerek veya bilmeyerek gitti. Komutanların bazıları da aynı çarktan geçtiği için bu türden gururlarını okşayan ama aslında klasik bir subaya yakışmayan hareketlere dur demek istemediler. Belli ki hoşlarına bile gidiyordu.
Askerlikte “Her şey Kıt’a için” olmalıdır. Bu temel prensiptir. Atatürk’ün veciz bir şekilde dediği üzere, “mektebi asli kıtadır”. Ancak bu anlayış, zamanla “Her şey karargâh için” anlayışına doğru evirildi. Bu hak etmediği halde kurmay olan subaylardan bazıları, Bölük Komutanlığı yapmaya bile fırsat bulamadan doğrudan Tabur Komutanı yapıldı. Bu nedenle, ehliyetsiz ve liyakatsiz bu kişilerin elinde, TSK’nın en önemli icra kademesi olan taburlar da bozuldu. Bu yüzdendir ki Tabur Komutanının yetersizliğini gören astlar Tabur Komutanına güvenmemeye, astın güvensizliğini gören liyakatsiz Tabur Komutanları da astlarına güvenmemeye başladı. İşte size önemli bir bozulma nedeni.
Bu yapıdan beslenen bazı kripto Fetöcülerin varlığı, ast-üst ilişkisinde güvensizliğin olduğu bu ortamda, TSK içinde tehlikeli bir güvensizlik ortamının oluşmasına katkı sağladı. Astına ölmeyi emredebilecek komutanların sayısı gün geçtikçe azaldı. Vatan için seve seve canını feda edebilecek asker sayısı da aynı oranda azaldı. Bu güvensizlik ortamına zaman zaman üzülerek de olsa, birçok arkadaşım gibi, bizzat ben de şahit oldum.
Bozulan bu ortamda, maalesef sicil sistemi de bozuldu. Öyle ki başarı odaklı, disiplini ve performansı esas alan sicil sistemi göz ardı edildi. Üstün astı objektif değerlendirmesi yerine abi-kardeş ilişkisi, karşılıklı menfaatler ve yaşam tarzlarının benzerliği sonucu verilen hak edilmeyen yüksek siciller ön plana çıktı. Aynı devredeki subayların sicil ortalaması 100 tam puan üzerinden 97 gibi inanılması güç bir ortalama puana indirgendi. Bunun anlamı şuydu. Herkes iyi subay. Siz işinizi çok iyi yapan bir subay da olsanız, amiriniz size o yıl için 95 sicil verdiğinde, bu çok yüksek puan aslında size verilmiş bir ceza gibi görülür oldu. Çünkü ortalamanın altındaki bu sicil notu, sizi devre arkadaşlarınızın çok gerisini düşürüyordu. Bir subayı demoralize etmek, yurtdışına göndermemek, hatta kurmay subay yapmamak istiyorsanız, bu türden azıcık düşük not vermeniz yeterli oluyordu. Buradan adalet, liyakat çıkar mı? Şüphesiz çıkmadı.
Bugün de alabildiğim duyumlar doğrultusunda anlayabildiğim kadarıyla bu durum maalesef değişmemiş. TSK’nın en temel subay kaynağı olan Askeri Liselerimiz maalesef kapalı. Son yıllarda Kıt’alardaki subay eksiğini tamamlamak için sivil kaynaktan çok sayıda subay alımı yapıldı. Teknik sınıflar için bu yolla subay alımlarını hoş karşılamak mümkün ama muharip sınıflar için de benimsenen bu yol memleketimizin geleceği için hiç de doğru bir yol değil. Bu tür muharip subay alımı kabul edilemez. Çünkü, bizim bildiğimiz bir şey var ki subay alınmaz yetiştirilir. Askerlik nosyonunun oluşturulması çok uzun bir süre gerektirir. Durum değerlendirmesi yapabilmek, durum muhakemesi yapabilmek, karar verebilmek ve emir verebilmek bu uzun eğitim sürecinin sonucunda oluşabilen bir şeydir. Bu durum sadece bizim için geçerli olan bir şey de değildir. Tüm dünya ordularında bu işin özü ve gereği budur. Üniversite kaynağından doğrudan subay temin etmek ve sonrasında bu kişilere subay olma yeteneklerini kazandırabilmek bir yol olsa da, normalden çok daha uzun bir zaman ayrılmasını gerektirir. Detaylı ve meşakkatli bir eğitim lazımdır. Her şeyden önce ölümü göze aldırabilecek sağlam bir psikolojiyi oluşturabilmek profesyonel bir eğitim sürecini gerektirir. Bu eğitimin küçük yaşlarda başlaması, bu nosyonun küçük yaşlardan itibaren kazandırılması elzemdir.
“TSK Yeniden Sağlam Bir Yapıya Kavuşturulabilir mi?” sorusunu kendi kendime sorduğumda, sizlere toplamda 26 yıllık subay hayatım ve 8 yıllık askeri öğrencilik hayatımla birlikte önerebileceğim maddeleri sıralamak istedim. Umarım, devletimizin yetkili mecralarında bu tür fikirler değer bulur, TSK’nın daha iyi bir noktaya taşınabilmesi için gerekli adımlar atılır.
1. Öncelikle TSK siyasetten arındırılmalıdır. Kendi içinde disiplinin yeniden tesisi için İç Hizmet Kanunu, Disiplin Mahkemeleri Kanunu, Askeri Ceza Kanunu TSK’nın disiplini ve işleyişini belirleyen kanunlar yeniden revize edilerek yürürlüğe girmelidir.
2. Disiplin Mahkemeleri, Askeri Mahkemeler ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi yeniden kurulmalıdır.
3. Tugay seviyesinde kurulacak olan Disiplin Mahkemelerine Hâkim Sınıfından subaylar atanmalıdır.
4. Askeri Liselerin açılmalıdır.
5. Her subayın en az bir yabancı dili askeri alanda akademik seviyede, bir yabancı dili de konuşup anlayabilecek seviyede öğrenebilmesi için Askeri Lise eğitiminde yabancı dile ağırlık verilmeli. Dil bilgi seviyesinin üst seviyede tutulması için de her yıl yabancı dil sınavlarının yapılması sağlanmalıdır. Yabancı Dil Sınavından alınmış olan not subayın emsalleri arasındaki sicil ve kıdem sıralamasına da etki etmelidir.
6. Askeri Liseler mezun verinceye kadar Harp Okullarına alınacak öğrencilerin güvenlik soruşturmaları çok iyi yapılmalı ve etkili bir sınav sonrası alınmalı.
7. Eğitim alanları cazip hale getirilmeli, görevde yükselmeler, yurt dışı görevlendirmeleri ve harp akademilerine alınacak subayların en önemli kıstası olarak eğitim alanı başarısı olmalı. Eğitim alanı başarısının üzerine belli oranlarda kıt’a sicili, almış olduğu ödüllerin puanı ve disiplin notu ilave edilerek subayın başarı sırası belirlenmelidir.
8. Harp akademilerine giriş en erken Binbaşı rütbesinde olmalı. Bir subay binbaşı rütbesine kadar Kıt’alarda Tim, Takım ve Bölük Komutanlığı görevlerini yapmalı. Bu arada en az bir şark görevini tamamlamış olmalı.
9. Kara Harp Okulundan mezun olan subayların tamamı Sınıf Okuluna gitmeden önce Komando Temel Kursu görmeli ve Piyade sınıfına mensup subayların tamamı ise Komando Tekamül Kursları, Serbest Paraşüt Kursları ve Dalgıçlık Eğitimlerini mutlaka almış ve başarı sağlamış olmalıdır. Bu kurslarda ilk seferde başarısız olanlara kurslar tekrar ettirilmeli, bundan da başarısız olanlar yardımcı sınıflara ayrılmalı. Harp Akademileri ve Yurt Dışı Daimi Görev seçimlerinde subayın almış olduğu kursların başarı puanları Harp Akademileri giriş puanlamasında artı puan olarak ilave edilmeli.
10. Harp Okulundan sonra gidilen sınıf taktiği ve tekniğinin öğretildiği Sınıf Okulları, Komando Temel Kursundan sonra başlamalı.
11. Sınıf Okulları, Komando Temel Kursu ve Kıt’a Stajını da kapsayacak şekilde en az iki yıl olarak uygulanmalı.
12. Terfilerde sırası gelenin terfi etmesi yerine rütbeye göre kadro ihtiyacını karşılayacak şekilde en başarılı olanlar terfi ettirilmeli. Hangi sınıftan hangi rütbeye kaç personel lazım ise ona göre teknik kadro çalışmaları yapılmalı, hem hak edenin terfi etmesi, hem de üst rütbelerde yığılmanın önlenmesi sağlanmalı.
13. Subay ve astsubayların askerliğin gelişmesine katkı sağlayan çalışmaları ödüllendirilmelidir. Ceza ve ödül sistemi birlikte yürütülmeli.
14. Atamalar adil olmalı.
15. Astsubaylıktan subaylığa geçişlerde astsubayın en az 4 yıllık fakülte bitirmiş ve kendisini bilgi ve görgü olarak subay seviyesinde geliştirmiş olmasına dikkat edilmelidir. Böyle bir subayında Harp Akademilerine giriş yolu açık olmalı.
16. Komutanlık görevi alacak subaylar emsalleri içinde temayüz etmiş olmalı. Tabur Komutanlığı yapmayan bir subay Alay Komutanı, Alay Komutanlığı yapmamış bir subay ise Tugay Komutanlığı görevine atanmamalı.
17. Her subayın yüksek lisans ve doktora yapma hakkı elinden alınmamakla birlikte erken terfi edebilmesi için TSK’ya katkı sağlayacak bir tez üzerinde çalışması ve bu tezin hayata geçirilmiş olması şartı konulmalı.
18. Harp Okullarının yapısı yeniden eski şekline döndürülmeli. Harp Okulu Komutanı ile Dekan aynı seviyede olmamalı. Dekan Harp Okulu Komutanına bağlı olarak çalışmalı. Komutan, bir Komutanın olması gerektiği gibi, Harp Okulunun her şeyinden sorumlu olmalı.
Bazı fikir ve önerilerimi kabullenmekte bazı kişiler zorlanabilir. Bu da doğaldır. Önemli olan bu tür yaşanmışlıklardan türeyen fikirlerin değer görmesi, gerektiğinde bir araya gelinerek en uygun hareket tarzlarının belirlenmesi gerekir. Ancak o zaman en doğru ve olması gereken noktaya TSK’yı taşımak için bir fırsatı hep birlikte yakalayabiliriz. Değilse, ‘ben dedim oldu’ diyerek, hiçbir şeyin ‘olmadığını’ görürüz ancak inanmak da istemeyiz.