Site İçi Arama

savunma

Türk Tipi Hücumbot Projesi Hususunda Değerlendirmeler

Soğuk savaş yıllarında, Batı Almanya’dan Zobel sınıfının gelişmiş versiyonu, güdümlü mermi ateşleme kapasitesine sahip 9 adet Kartal sınıfı hücumbot siparişi ile, modern anlamda ilk hücumbotlarımıza kavuştuk.

Bildiğiniz üzere, Savunma Sanayii İcra Komitesi, Cumhurbaşkanımız başkanlığında, 3 Ocak 2023’te toplandı. Deniz kuvvetlerimiz ve tersaneciliğimizi oldukça sevindiren bu toplantıda, alınan ve açıklanan şu karara dikkat çekmek isterim: “... ve milli hücumbotun inşasına yönelik kararlar alındı.” Bu yazıda “Türk Tipi Hücumbot” Projesi (TTH) hakkındaki fikir ve düşüncelerimi okuyacaksınız.

Türk Deniz Kuvvetleri ve Modern Hücumbotlar

Kuvvetimizin çeşitli tip ve boyutlarda tekneler kullanma tecrübesi geniş olsa da, modern anlamda hücumbota sahip olmayı milat olarak almayı tercih ederim. Bu kapsamda başlangıç noktasını Kartal sınıfı botların hizmete girmesi olarak alacağım. Soğuk savaş yıllarında, Batı Almanya’dan Zobel sınıfının gelişmiş versiyonu, güdümlü mermi ateşleme kapasitesine sahip 9 adet Kartal sınıfı hücumbot siparişi ile, modern anlamda ilk hücumbotlarımıza kavuştuk. 1966-1970 yılları arasında Lürssen Werft Tersanesi’nde üretilen bu botların, gövdesi çelikten, üst yapısı ise ahşaptan oluşmaktaydı. Donanmamız bu botları, düşük silüete ve tonajına rağmen; sahip olduğu top, güdümlü mermi, ağır torpido ve mayın dökme kabiliyeti ile görev süreleri boyunca beğenerek kullandı. 2013-2016 yılları arasında peyderpey hizmet dışı olan botlar, Deniz Kuvvetlerimizin, Alman Hücumbot Ekolünü benimsemesine sebep oldu.

Yine Alman tasarımı olan Doğan sınıfı ile devam eden hücumbot projesinde, ilk bot Almanya’da, kalan üç bot ise Türkiye’de yerli olarak üretildi. Türk Deniz Kuvvetleri envanterinde bulunan en eski hücumbot sınıfı olan Doğan’lar, 1977-1981 tarihleri arasında kabul edilmiş ve sadece biri envanter dışına çıkarılmıştır. Yine Alman tasarımı 4 adet Rüzgâr sınıfı hücumbot, Doğan sınıfı hücumbotlarla çok büyük benzerlik göstermektedir. Türkiye’de Taşkızak Tersanesi’nde üretilen, 1986-1988 yılları arasında göreve alınan bu botlar da, Doğan sınıfları gibi Harpoon füzesi atma kabiliyetine sahiptir.

Deniz Kuvvetleri filosundaki Alman etkisi, Yıldız, Kılıç-1 ve Kılıç-2 sınıfı hücumbotlarla varlığını sürdürmeye devam etmiştir. 2005-2010 yılları arasında 6 adet hizmete alınan Kılıç-2 sınıfının, Kartal sınıfı 9 botun yerini aldığı söylenebilir. Bununla birlikte yaşlanan Doğan ve Rüzgar sınıfı botların, bu sefer yerli ve milli platformlarla değiştirilmesi için, bir süredir planlama gerçekleştirilmektedir. Bu kapsamda resmi başlangıcı, Türk Tipi Hücumbot Projesi Dönem-1 Kontrat Tasarımı Sözleşmesinin, Savunma Sanayi Başkanlığı ve STM arasında, 31 Ağustos 2020 tarihinde imzalanması olarak alabiliriz.

Hücumbot Platformlarının Görev Tanımı Nedir?

Hücumbot platformundan beklentiler, ülkelere göre değişiklik gösterse bile, bu botların tanımı şu çerçeveye oturtulabilir. Küçük ve hafif tekneler olmakla birlikte, düşmana ciddi zararlar verebilecek miktarda silah yükü taşırlar. Diğer birçok tekne türünden daha hızlıdırlar. Adaların, sahil şeridinin, diğer büyük gemilerin gölgesinde saklanabilirler. Ufak boyutlarından ötürü personeli daha azdır ve denizde seyir süreleri kısıtlıdır. Bu nedenle üslere daha bağımlı bir sınıf olduğu söylenebilir. Ofansif ağırlıklı bir tasarım ve kullanım konseptleri vardır.

Yukarıdaki tanım ışığında, kendisinden çok daha ağır ve pahalı tekneleri batırmak amacıyla üretilen bu botların; asimetrik bir savaş doktrininin, simetrik bir donanma tarafından benimsenerek, olabildiğince küçük bir platforma dönüştürülmüş ve mevcut kuvvet yapına dahil edilmiş hali olduğu söyleyebilir.

Hayatına 1. Dünya Savaşı öncesinde, zamanının en etkili silahı olan torpidoyu kullanarak, torpidobot olarak başlayan bu tekneler günümüzde; güdümlü mermiler kullanan hücumbotlara dönüşmüştür. Ayrıca üzerinde bulunan deniz toplarıyla da, oldukça ciddi zararlar verebilirler. Bununla birlikte söz konusu sınıfın öz savunma yetenekleri, daima saldırı kabiliyetlerinin gerisindedir.

Modern Deniz Savaşlarının Değişen Doğası ve Hücumbotlar

Bilgi ve iletişim teknolojileri başta, bilimsel gelişmelere paralel olarak savaş alanlarında da radikal değişiklikler gözlemliyoruz. Modern deniz muharebelerindeki değişimin, hücumbot başta tüm tekne sınıflarını etkilemesi doğaldır. Bununla birlikte yaptırım gücü, boyutuna göre oldukça büyük olan hücumbotların, diğer sınıflardan daha önce ve daha çokça etki altında kalacağını öngörülebilir. Bu etkinin doğal tepkisiyse, değişim ve dönüşüm olmak zorundadır. Bu değişim ihtiyacı, (Japonya misali) bazı donanmaların hücumbotları envanter dışına çıkarmasına yol açmıştır. Kapalı denizlerde harekât icra etmek zorunda olan ülkeler ise, isterlerini tekrar düzenlemiştir.

Bu kapsamda hücumbotları şu açılardan tekrar değerlendirmek gerekir:

1. Artan/güçlenen tehditler. (Daha çeşitli ve farklı özellikli seyir füzeleri gibi.)

2. Yeni tür tehditler. (Dronlar, dolanan mühimmatlar ve SİHA’lar gibi.)

3. Sınıfın görev yükünü üstüne alabilecek yeni tip platformlar. (SİDA’lar veya OPV’ler gibi.)

4. Artan elektronik sistemlerin ve alt sistemlerin, enerji üretme ve depolama başta artan artan ihtiyaçları karşılama potansiyeli.

Bununla birlikte hücumbot sınıfının ortak zaaflarını da değerlendirmek durumundayız. Örneğin boyutuna göre oldukça yüklü olan bu tekneler, vurulduğu zaman diğer sınıflardan çok daha yüksek oranda zarar görürler. Bu nedenle mümkünse tespit edilmemek, edildiğinde ise görevini zaten yerine getirmiş olmak ihtiyacındadırlar. Gökyüzünün eskisinden çok daha fazla ve çok daha etkili sensörlerle donatıldığı çağımızda, bu beklenti gerçek dışı olarak algılanabilir.

Bu nedenledir ki, dünyada emsali pek görülmemiş hızıyla, hayatta kalma beklentisini arttıracak FAC 55 tasarımı, kuvvetin isterleri doğrultusunda şekillenmiştir. Fakat hem ekonomik hem teknolojik hem de endüstriyel açıdan oldukça zorlu bir proje haline dönüşen, stealth tasarım prensibine sahip olan FAC 55, başlamadan arşiv raflarına kaldırılmıştır. 

Bunun yerine mevcut hücumbot tecrübelerimizden yola çıkılarak, daha klasik bir yaklaşımla geliştirilen STM-MPAC (Çok Maksatlı Hücumbot) projesi görücüye çıktı. Güdümlü füze kullanımı ile yakın hava savunma ve öz savunma kabiliyetine de sahip olması beklenen MPAC platformu, hücumbotlardan beklenilen yeni yeteneklerin bir kısmını kapsamayı önermekte. Bununla birlikte, sadece daha önce MANPADS kullanımıyla kapsanmaya çalışılan hava savunma yeteneğinin, füzeli veya namlulu bir sistemle hücumbota kazandırılması; platformun modern muharebe sahasındaki bekasını ve işlevselliğini, ne derece muhafaza edebilir? Bu cevabı zor sorular nedeniyle SSİK kararlarında, tek bir hücumbotun inşa edileceği vurgulanmış olabilir.

Türk Deniz Kuvvetlerinin Platform Üretim ve Kabul Tarzı

Türkiye, modern ve milli bir savunma ve havacılık sanayisi oluşturma yolculuğuna, birçok ülkeden çok daha geç başlamıştır. Bu gecikmenin bir sonucu ise, dikkatle ve özenle hareket etmektir. Bu nedenle MİLGEM projesi kapsamında ADA sınıfı korvetlerle yola çıkalım. İlk ADA sınıfı korvetin teslimatıyla, kabulü arasında oldukça önemli bir zaman dilimi bulunmaktadır. Bu zaman diliminde tasarımda iyileştirmelere gidilmiş, arzu edilen alt sistemler olgunlaştırılmış, seri üretim için en doğru model ortaya çıkarılmıştır. Takip eden üç korvet bu nedenle hızlıca üretilerek envantere girebilmiştir. Aynı durum İstif sınıfı fırkateynlerde de görülmektedir.

Benzeri bir yaklaşımı, TTH projesinde de göreceğimize inanıyorum. Bu nedenle tek bir prototip imali ardından, oldukça uzun bir test ve değerlendirme süreci yaşayacağımızı düşünüyorum. Çünkü sadece bir platformun değil, bizzat hücumbot sınıfının geleceğine dair, “askeri felsefi tabanın” da netleştirilmesi gerekmektedir.

Birinci Meydan Okuma: İnsanlı-İnsansız Sistemler İşbirliğinde Hücumbotun Yeri

Denizde kalış süresi, harekât çapı, silah gücü, vb. açılardan bakıldığında, Silahlı İnsansız Deniz Araçları (SİDA) ve Hücumbotlar arasında büyük bir benzerlik bulunmaktadır. Bu nedenle SİDA alanında oldukça ciddi çabalar sarf etmekte olan Türkiye’nin, ilk olarak akla gelen şu soruyu cevaplaması gerekmektedir: Hücumbotların yerini SİDA’lar mı alacak? / Almalı mı?

Konu SİDA olduğunda ilk akla gelen husus “Sürü Harekât” icra edebilme yeteneğidir. Fakat bu yeteneğin “insan kontrolünde icrası” (human in the loop) hususunda yeterince düşünce sarf edilmemektedir. Bugüne kadar korvet, hücumbot, denizde ikmal ve destek gemileri vb. büyük platformlar üzerinde kurgulanan, SİDA komuta ve kontrol altyapısı için, aslında en uygun platform türü hücumbotlardır. Zira SİDA ve hücumbotların kinematik benzerlikleri, birlikte operasyon icrasını da düşünmeyi dikte eder.

Bir benzetme yapmak gerekirse gerek hücumbotlar gerekse SİDA’lar, düşman ile ilk yüzleşen, bunu dost yada düşman denizlerde yapmaya devam eden, vuran ve vurulan Akıncılara benzer. Deniz harbinde bu “cephe/ateş hattı” anlamına gelir. Cephe hattında en doğru ve isabetli kararları, karargah değil, cephe hattındaki komutan verir. Bu sebepledir ki, hücumbotların geleceği tartışılırken, şu sorulara cevap vermek önem taşır:

SİDA sürü konseptinde, döngüde insan kavramını önemsiyor muyuz?

Bu amaçla hücumbot platformunun kullanımı potansiyeline nasıl bakıyoruz?

Bu doğrultuda hücumbotun yapısal konseptinde ne gibi değişikliklere gitmeliyiz?

Ağ merkezli harekât konsepti çerçevesinde, disributed lethality ve distributed sensor fusion kavramlarını; merkezinde hücumbot olan bir SİDA sürü harekâtı konseptine nasıl adapte edebiliriz.

İkinci Meydan Okuma: Aktif/Pasif Sensörler, EH ve Tespit Edilebilirlik Açısından Hücumbot Platformu

Bildiğiniz üzere deniz savaşları gemilerin değil, filoların çarpışması seklinde icra edilir. Yani farklı platformlardan oluşan iki hasım filo, engin deniz üzerinde birbirini bulmak, tartmak ve en önemlisi de yenmek zorundadır. Bu doğrultuda icra edilen en çok ve en önemli görev türlerinden birisi de avcı özellikli keşiftir. Cebri keşif söz konusu olduğunda, donanmaların en çok kullandığı platformun hücumbot olduğu görülür.

Bu gerçeği bir deniz platformundan beklenen stealth özelliğiyle birlikte tekrar değerlendirelim. Radar ve diğer tip düşman sensörlerine yakalanmama başarısı, aktif radar ve veri iletişim yayını yapmamakla doğru orantılıdır. Öte yandan stealth konsepti, radar dalgalarını kaynağına geri yansıtmamayı temel alır. Bu nedenledir ki yayın yapıcı ve yansıyan dalgaları algılayıcı parçaları, fiziksel olarak birbirinden ayırma modelleri geliştirilmiştir. Elektronik Harp (EH) yetenekleri de bu kapsamda farklı bir yayın kaynağı olarak konuya dahil edilebilir.

Cebri keşiften sorumlu bir platformun aktif yayın ve EH yapma hususunda “daha az çekingen” davranması gerekeceği açıktır. Burada sormamız gereken modern muharebe soruları şunlardır:

İnsansız hava ve deniz araçları, uydular, deniz havacılık unsurları gibi yeni platformlar ve modern teknolojiler; cebri keşif imkanlarına gelecekte de sahip olma gerekliliğini ortadan kaldırabilir mi?

Düşman tarafından daha kolay tespit edilebilecek, aktif yayın ve EH yapan, görece hesaplı ve feda edilebilir bir platform gereksinimi varsa, bu ihtiyaç hücumbotlar tarafından icra edilebilir mi?

Söz konusu yeni görev tanımı ihtimali, hücumbotlarda ne gibi fiziksel ve niteliksel değişimleri gerektirmektedir?

Jeostratejik İhtiyaçlar ve Ülkemize Özel Gereksinimler

Askeri denizcilik ile ilgilenen herkesin bildiği bir gerçektir. Olası bir Türk-Yunan savaşında, adaların avantajını kullanmak isteyecek Yunan donanması, savaşı Adalar Denizi’nde kabul etmeyi tercih eder. Bu avantajdan kaçınmak isteyen Türk donanması ise, savaşı Doğu Akdeniz sularında kabul etmeyi yeğler. Peki, iki taraf da kendisine üstünlük sağlayacağını düşündüğü yerde bekleyip durma lüksüne sahip midir?

Aslına bakarsanız, savaşı kabul etmek istediğin yerde beklemek, limanda beklemek gibidir. Limanda bekleyen milyarlarca dolarlık donanmalar, çok ucuza ve çok daha etkili vasıtalarla, harekat icra etme imkanı dahi bulamadan, imha edilirler. Öyleyse adalara rağmen, Yunan donanmasını cebren sürecek ve açığa çıkaracak bir güce gereksinim duyduğumuz açıktır. Bu görev şimdiye kadar hücumbotlar ağırlıklı olarak planlanmış idi. Yıpratmak ve darbe vurmak ise denizaltı platformlarına düşüyordu. Devam eden bu ihtiyaç gelecekte nasıl ve hangi platformlar üzerinden icra edilecektir?

Zaferin mayası kandır. Bu bedel, özellikle dezavantajlı olduğunuz coğrafyalarda savaşmak zorunda iseniz yükselir. Bu tanım, olası bir Türk-Yunan deniz harbinin tarifine uygundur. Dolayısıyla mevcut ve gelecek deniz kuvvetlerimizin yapısını değerlendirirken, hücumbot platformundan beklentilerimizi şekillendirirken, içinde bulunduğumuz ahval ve şeraitleri de denkleme dahil etmek mecburidir.

Spekülasyonlar:

TTH ile ilgili yapılan yayın ve yorumlarda, ihtiyacın 10 adet olduğu belirtilmiştir. Ayrıca SSİK kararlarında bir adet belirtilmediği vurgulanmıştır. Donanmalarda genellikle envanterden çıkarılan bir geminin yerine yenisinin konulması eğilimi vardır. Bununla birlikte Kartal, Doğan ve Rüzgâr sınıfı botları birebir değiştirecek ve 10 adede ulaşacak bir alım paketi; deniz harbinin değişen gerçeklikleri ile ne kadar bağdaştırılabilir? Bu hususta şüpheliyim. Dolayısıyla tek bir bot inşasını ve bu botun birçok açıdan benzerlerinden çok daha uzun süre test ve değerlendirme süreçlerine tabi tutulmasını bekliyorum. İhtimal birden farklı konseptte, birden fazla tek bot da inşa edilebilir. Şüphesiz bu hareket tarzı daha isabetli olacaktır.

Kuvvet ile endüstri arasında, TTH hususunda fikir ayrılıkları olduğu söylenmektedir. Bu gayet doğaldır ve FAC 55 den MPAC’e evrilen süreçte de açıkça görülmektedir. Fakat bu farklılıkların, TTH projesinin önünde aşılması güç engellere dönüşmesini beklemenin gerçekçi olmadığı kanaatindeyim. STM kendisine verilen sürede anlamlı çözümler ve alternatifler üretebilecek yetenekte bir kurumdur. Dolayısıyla bu projedeki olası gecikmeleri, kurumlar arası fikir ayrılıklarına değil, hücumbot platformunun doğasından ve geleceğinden beklentilerin değişimine bakarak aramamız gerekir.

TTH’den beklenilen hız hususunda da kamuoyu zihninde soru işaretleri oluşmuştur. MPAC tasarımında klasik değil, iki adet su jeti kullanımını içeren itki sistemi tercihi; botların ne kadar yerli ve milli olacağı hususunda tartışmalara yol açmıştır. Zira Türk savunma ve havacılık endüstrisinde, su jeti itki sistemi üretimi hususunda yeterli bilgi ve tecrübe birikimi bulunmamaktadır.

İtiraf etmeliyiz ki hız, manevra kabiliyeti ve stealth tasarım ile birleştirildiğinde; modern tehditlerden kaçınma, görev etkinliğini ve beka kabiliyetini arttırma açısından ilk akla gelen çözüm yoludur. Dolayısıyla hız faktörünün öncelendiği hücumbot, SİDA vb. diğer tekne türlerini de ileride görmemiz olasılık dahilindedir. Bu sebepledir ki gerek güç grubu gerek hibrit elektrikli tahrik sistemleri gerekse de itki sistemleri hususunda, alternatif ve yeni yöntemleri de içeren, kapsamlı çalışmalar yapmamız gerekir.

Sonuç:

Dünyadaki birçok donanma için savaşın ağırlığı derin sulara kayarken, hücumbotlar gözden düşmekte olan platformlara dönüşüyor. Fakat Türkiye için bu özenle değerlendirilmesi gereken bir husus. Zira çevremizin özgün coğrafi yapısından kaynaklanan özgün ihtiyaçlarımız, hücumbot platformundan istek ve beklentilerimizi arttırabilir. Bu nedenle söz konusu platformu, geleceğin muharebe sahasını tefekkür ederek, potansiyel değişimlerle birlikte tekrar ele almak gerekir.

TTH projesi özelinde neler beklemeliyiz? Açıkçası beni en büyük hayal kırıklığına uğratacak beklenti, birebir değişime yönelik klasik hücumbot yapısında takılı kalan, tamamen klasik askeri ve endüstriyel yaklaşımın tekrarı olacaktır. Zira bu platformun potansiyel değişim ve dönüşümü, anlam ve önemi beklentilerin ötesine ulaşan bir mahiyette tezahür edebilir.

Bununla birlikte alternatif platformlar üzerinde çalışmaya başlamanın da büyük önemi vardır. Bu nedenle bir süredir sosyal medya üzerinden “Türk Tipi Hafif Korvet” üzerine düşüncelerimi paylaşmaktayım. Aynı zamanında, “OPV’ler” üzerinde düşüncelerimi paylaştığım gibi. Ki bu düşüncelerimin, (beklediğimden farklı tezahür etse de) deniz kuvvetlerimiz tarafından benimsenmiş görünmesinden de ayrı bir gurur duymaktayım. (Bakınız: Defenceturk Donanmamız Üzerine Derin Düşünceler Makalesi)

TTH projesine, sadece platform odaklı değil; SİHA ve diğer alandaki çalışmalarımızı da dahil ederek, bağlaç odaklı, özel bir önem atfediyorum. Bu nedenle söz konusu projeyi, Türk Deniz Kuvvetlerindeki zihni dönüşümün bir göstergesi olarak, belirleyici bir faktör olarak değerlendiriyorum. Bu zorlu yolculukta gerek kuvvete gerekse de endüstrimize başarılar diliyorum. Pruvanız neta, dümeniniz viya, rüzgârınız kolayına olsun.

Makale Üzerine:

Bildiğiniz üzere Türkçe bağlaçlı bir dildir. Bu dili kullanarak düşünme alışkanlığı edinen kişiler için, farklı konuları birbirine bağlamak gayet doğal bir süreçtir. Fakat bu sürecin bir başka doğal sonucu ise, bir konuya odaklı yazı yazmanın zorluğu ve bir şeyi kapsamlı bir sebep-sonuç ilişkisi içinde aktarmanın imkansızlığı olmaktadır. Bu sebeple okuduğunuz yazıda, TTH projesi ve hücumbotun geleceği hakkındaki düşüncelerimin çok cüzi bir kısmını buldunuz. Meydan okumaların (cahallenge) ise sadece iki maddesini yazıya dahil edebildim.

Bu gibi makaleler aslında kitap formatına dönüşmesi gereken, kapsamlı çalışmalardır. Bir kişi ürünü değil, bir grubun işbirliğiyle ortaya çıkar ise, çok daha anlamlı olacak araştırmalardır. Fakat bir kişi olarak bile, bu hususta düşüncelerimi olduğu gibi paylaşmaktan kaçınmak zorunda kaldığımı itiraf etmeliyim. Türk savunma ve havacılık sanayisinin bu gibi düşünsel işlere, önemine paralel bir değer addetmesini, “boş bir ümitle” beklemeye devam ediyorum. Saygılarımla...

Serbest Araştırmacı Yazar Aybars MERİÇ
Serbest Araştırmacı Yazar Aybars MERİÇ
Tüm Makaleler

  • 08.01.2024
  • Süre : 5 dk
  • 8858 kez okundu

Google Ads