Çocukluk Hayalimdeki Hava Kuvvetleri
O zamanlar hayalimdeki ihtiyat kuvveti planı şöyleydi: 200 savaş uçağını kenarda tutmak. Bunlardan biri doğuda biri batıda olmak üzere iki meydanda, 80 adedi (4 filo), hava kuvvetlerimizin bir parçası olarak aktif uçuşlarda kullanılırken, İç Anadolu Bölgesinde de diğer 120 tayyareyi (6 filo) 2-3 ayrı hava üssünde konuşlandırmaktı.
F-16 Projesi
Sizlerle bugün bir çocukluk hayalimi paylaşmak istiyorum. Malum bizim gibi 40’lı yaşlardaki insanlar, askeri havacılıkla F-16 projesi paralelinde tanıştılar. Zira bu proje ile birlikte savunma medyası da şenlenmiş, internetin olmadığı o çağda dergiler vasıtasıyla kamuoyu bilincinde bir yükselmeye sebep olmuştu. Savunma ve Havacılık, M5, Uçantürk gibi dergileri sürekli gazete bayilerinden takip ettiğimi hatırlıyorum. Ayrıca bir öğrenci gözüyle yine iştiyakla takip ettiğim Bilim Teknik dergisinde de zaman zaman askeri teknoloji alanlarında doyurucu makaleler yayınlanırdı.
Ardından gelen ve ilk defa televizyonlarda canlı yayınlanan Birinci Körfez Savaşıyla, tüm dünyada ve ülkemizde askeri hususlara olan ilgi epeyce arttı. 160 adetlik ilk parti F-16 uçaklarının Türkiye’de üretim projesinin (Peace Onyx 1) sonuna yaklaşılmaktaydı. Körfez harbinde ABD’nin yanında olmanın ve Irak petrol boru hattını kesmenin karşılığı olarak, Türkiye’nin uğradığı zararların bir kısmının ABD’nin işaret ettiği Arap ülkeleri tarafından karşılanmasına karar verildi. Bu kapsamda 80 adetlik ikinci parti F-16 (PO-II) üretimi için Arap ülkeleri kaynak aktardılar. ABD de bir miktar ikinci el F-4E uçağını Türkiye’ye hibe etti. Bunlar Körfez Savaşındaki katkılarımızın bir sonucu olarak sunulmuştu.
F-16C/D seçiminin çok yerinde bir karar olduğunu bilmeme rağmen, yine de bazı şeyler beni rahatsız ediyordu. Askeri havacılık alanı radarıma girmeden önce de sağlam bir okuyucu olduğumu söyleyebilirim. En sevdiğim alanlardan birisi de tarihti. Askeri tarih ise çok zevkle okuduğum kitapların öznesiydi. Yaptığım okumalardan kendi kendime şöyle bir değerlendirmeye vardığımı hatırlıyorum: Yedek / ihtiyat kuvvetleri askerî açıdan çok ama çok önemliydi. Hatta tarihteki birçok meydan muharebesinde de yedek (ve dolayısıyla daha dinç) bu kuvvetlerin savaşa girmesi neticesinde kesin zaferi getiren muharebelerle sonuç alındığını okumuştum. Ne kadar süratli ne kadar teknolojik olursa olsun, havacılık da bir askeri alandı. Bu alanda anlamlı bir ihtiyat kuvveti bulunduramadığımızı düşünüyordum. Bu durum da beni rahatsız ediyordu.
F-5 E/F Uçaklarından İhtiyat Kuvveti Oluşturma Hayali
Bu süreçte bir ergenin bakış açısıyla fark ettiğim bir başka husustan da bahsetmek isterim. Malum bir miktar ABD üretimi F-5A/B ve bunun eğitim türevi T-38 uçaklarına sahiptik. Bu uçakların üreticisi Northrop firması, bu platformların bir üst versiyonunu üretmiş ve F-5E/F uçaklarını “Tiger” ismiyle satmayı başarmıştı. Türkiye ise anlayamadığım bir sebeple, bu gayet yetenekli uçaktan uzak kalmayı tercih etmişti. Ardından F-5E/F üzerinden türetilen, tek motorlu ve F-16 ile her açıdan yarışacak kabiliyette bir F-20 TigerShark uçağı ortaya çıkarılmıştı.
ABD hava kuvvetlerinin ATF programı çerçevesinde F-16 tercihini anlayabiliyordum. Bununla birlikte F-5 ve F-20 uçaklarının kıymet görmemesinin arkasında bilinçli bir tercihin bulunduğunu da hissediyordum. Zira bu uçaklar uzun yıllar hizmette kalacak kadar fazlaca iyiydi ve doğru ellerde ABD’nin öngördüğünden çok daha uzun ömürlü olacakları da belliydi. Üzerine inşa edildikleri basit ve güvenilir teknolojiler, gizli plan ve niyetler için uygunsuz bir zemin oluşturmaktaydı. Bilgisayar sisteminin içine bir kutu ya da parça yerleştirebilirsiniz ama hidroliklerin içine bir şeyler yerleştirmek, hele kullanıcı bu teknolojinin diline hâkim ise oldukça zordu. Özellikle F-20 savaş uçaklarının hat bakım sürelerinin son derece kısa olması ve hızlı ikmale / yenilemeye müsait yapısıyla, savaşta en yüksek sorti oranını sağlamakla övünen bir tayyareydi. Aslında Türkiye dahil, birçok hava kuvvetlerinin ihtiyacı olan bir çözümün parçası olarak görünüyordu.
Öte yandan F-16 projesinden de memnundum. Bu uçağı seviyordum ve hava kuvvetlerimizde olması da genç yaşımda bana güven veriyordu. Fakat F-16'dan önce keşke F-5E/F ve F-20 üzerine gelişimi devam ettirecek, bir miktar tayyareyi hem üretecek hem de dışa satacak bir girişimi başlatabilseydik diye de hayıflanıyordum. Ankara'da Lockheed Martin ortaklığıyla kurulan TAI (TUSAŞ) gayet yerinde bir girişimdi. Ama keşke Eskişehir'de de Nortrop ortaklığıyla bir firma kurup, hava kuvvetlerimizin yerleşik personel ve olanaklarından da yararlanıp, bu hesaplı ve etkin tayyareye, kendimize özgü bir şekil verebilseydik diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Belki de hayal kuruyordum ama benim gerçekliğim o dönemde bu uçaklara yoğunlaşmaktı. Bu hayalimin en büyük gerekçesi de somut bir gerçekti: Kendi uçağının üreticisi değilsen, ihtiyat kuvveti kurmayı ve ilave bir yedek bir güç yapılandırmayı düşleyemezsin.
Hayalimdeki Hava Kuvvetinin Detayları:
O zamanlar hayalimdeki ihtiyat kuvveti planı şöyleydi: 200 savaş uçağını kenarda tutmak. Bunlardan biri doğuda biri batıda olmak üzere iki meydanda, 80 adedi (4 filo), hava kuvvetlerimizin bir parçası olarak aktif uçuşlarda kullanılırken, İç Anadolu Bölgesinde de diğer 120 tayyareyi (6 filo) 2-3 ayrı hava üssünde konuşlandırmaktı. Bu ihtiyat kuvveti, iklim kontrollü, bombardımana dayanıklı, yer altı depolarında saklanacaktı. Asansör sistemiyle korugan içine çıkarılacaktı. 2-3 yıllık aralıklarla bunlar aktif filolardaki tayyarelerin yerini değişimli olarak alacaktı. Depolandığında da tüm bakım idameleri gerçekleştirilecek ve uçakların harbe hazır olmaları garanti edilecekti.
Aktif filolar hem hava yollarına geçen hem de emekliliğin tadını çıkaran tüm pilot ve bakım personelinin, bilgi ve tecrübesini taze (currency) tutmak için de kullanılabilecekti. Böylece aktif kullanımdaki F-16 uçaklarının yanında, uzun yıllar (70-80 yıl) yedek kuvvet olarak kenarda tutulacak F-5 savaş uçaklarına sahip olmaya devam edebilecektik.
O zamanlar F-16 projesi paralelinde, Savunma Sanayi Müsteşarlığının da kurulması, tüm kuvvetlerin ihtiyaçlarının yeni bir organizasyon içinde, yeni bir heyecanla merkezi bir sistem üzerinden tedarik edilmesi, benim gibi yeni yetme bir delikanlının ümit kapılarını aralıyordu. Bu ivme sürekli devam edecek ve biz de yavaşlamadan yerli ve milli savunma sanayine kavuşmakta adımlar atacağız diye düşünüyordum. Devlet denen mekanizmanın en başta hayalleri ve ümitleri söndürecek, devasa bir öğütücü olduğunu henüz bilemeyecek yaştaydım elbet. Bürokratik hantal düzenden haberdar değildim. Zamanla öğrendim.
Savaşın Değişmeyen Felsefesinde Yeni Uygulamalar:
Aradan uzun yıllar geçti. Gençlik çağım zamanla olgunluğa evrildi. Bu arada dünyamız gerçekten oldukça radikal bir biçimde değişti. O zamanlar 3. ve 4. nesil uçaklar göklerdeydi. Şimdilerde gelişmiş ülkelerde, 4+ ve 5. nesiller ülkelerin hava sahasını korumaktadır. O zamanlar modern uçakların donanımlarında anlayamadığım şeyler beni endişelendirmekteydi. Şimdi yazılımları bile çok karmaşık hale geldi. Uçak üretimi karmaşıklaştığı oranda da pahalandı. Savaş uçakları öyle dallandı budaklandı ki, artık bir ağın parçası olmadıkça, uçar kalmanın bile anlamı sorgulanır hale geldi. Hayatla birlikte savaşın doğası ve ortamı da çok değişti. Benim okuduğum kitaplardan farklı bir savaş şekli ortaya çıkmaya başladı.
Fakat aslında savaşın felsefesi hiç değişmedi. Bundan bin yıl önce atalarımız, çeşitli manevralar yaparak, kaz kanadı taktiğiyle düşmanı çember içine almayı hedefliyorlardı. Şimdiyse örnek aldığımız ABD Hava Kuvvetleri, radarda fark edilen F-15EX tayyarelerinin çevresine, stealth F-35A'ları koyarak, aynı taktiği uygulamayı çalışıyor. Sonra bir benzerini insanlı-insansız platformların iş birliği ile yapmayı hedefliyorlar. Yani araçlar hususunda birçok şey radikal biçimde değişiyor, hızlanıyor. Lakin amaçlar değişmediğinden, eski yöntemler ve taktik uygulamalar da felsefi tabanını koruyarak, yeni araçlara uyum sağlıyor.
Dürüstçe itiraf etmeliyim. Şimdilerde bu çocukluk hayalimden vaz geçtim. Artık daha belirgin biçimde yerlileşen ve millileşen bir savunma ve havacılık endüstrisine sahip olmamıza rağmen hayalimin sürdürülebilir olmadığının, olsa bile pahalıya mal olacağının farkına vardım. Bununla birlikte mali kaynaklarımız güçlü olsa ve elimizde de yeterli teknik imkanlar olsa, şüphesiz başka hayaller peşinde koşardım. Örneğin Deniz Kuvvetlerimize bağlı bir muharip donanma havacılığı inşa etmek gibi. Ya da insansız sistemlere (bizdeki ve dünyadaki diğer birçok örnekten farklı biçimlerde) yatırımlar yapardım.
Uçak Üretiminde Karmaşıklık ve Gerçeklik:
Şunu net anladım. Her düşünce kendi çağında geçerli ve kendi çağında güzel. Zamanında hayata geçirilemeyen en parlak fikirlerin bile günü geçince bir anlamı kalmıyor. Hele ki çağımızda işler artık oldukça karışık bir hal aldı. Sanayi çağından bilgi çağı medeniyetine bir dönüşüm yaşıyoruz. Bu askeri havacılıkta büyük bir kaos oluşturuyor aslında. Geçmişin 3. ve 4. nesli gibi değil bu dönüşüm trendi. Şimdi 4+, 5-, 5, 5+, 6-, 6, vb. nesiller ve geçişler tamamen bulanıklaşıyor. Bir şeyleri çok daha farklı yapıda, çok daha farklı biçimlerde ele almanın mecburiyet haline geleceği bir başka türlü, anlamakta bile zorlanmakta olduğumuz yeni bir devir önümüzde açılıyor.
Bu yeni devrin bir başka özelliği daha var. Artık insanlar ve diğer tür zekalar, işin felsefi tarafından operasyonel tarafına kadar, bilimsel öngörülerde bulunuyor. Bunu simülasyon ortamlarında tekrar tekrar, farklı parametrelerle test ediyor. Etkin olacağına inandığı bir yaklaşımı seçerek, bunun üzerine bir şeyler inşa etmek zorunda kalıyor. İnşa ettiği şeyler de ateşle sınanıyor. Yani gerçek muharebe sahasında test ediliyor. Bu durum, bir milletin, bir devletin hatta tüm insanlığın geleceğine etki edebiliyor. Bunu yapabilmek de, bunu yapanları takip edebilmenin çok daha ötesinde bir potansiyeli açığa çıkarıyor.
Şimdilerde olası bir Türk - Yunan çatışmasına odaklanmış durumdayız. Hatta bir yerlerde, bilinçli biçimde bu olasılığın ısıtıldığı da söylenebilir. Böylesi bir çatışma ihtimali de, özellikle hava kuvvetlerini öne çıkarıyor. Düşünceler zinciri beni tekrar çocukluk hayallerime kadar sürükledi. Yazımda bahsettiğim bu hayal, benim çocukluk dönemimde safça aklından geçen şeyler. Evet, ben bu hayalimden vaz geçtim. Lakin merak ediyorum sizce vaz geçilmeli mi? Ya da yerine ne gibi yeni hayaller konmalı?