Dış Kaynaktan Savaş Uçağı Tedarikinde Alternatif Bir Model
Hürjet ve Kaan gibi yerli ve milli muharip uçak projelerimiz devam ediyor. Elimizdeki F-16’ları da modernize ederek, gerek son konfigürasyon Block 70 Viper gerek yerli Özgür olarak; iki farklı tipe evrilterek geleceğe taşımayı planlıyoruz. Fakat tüm projeler ve niyetler günümüzün acil hale gelmeye başlayan ihtiyaçlarını tam olarak kapsamıyor.
Bildiğiniz gibi Türk Hava Kuvvetlerinin bel kemiğini, Amerikan orijinli F-16 savaş uçağı oluşturuyor. Yakında F-4E 2020 uçaklarının da emekli edilmesiyle bu durum, tamamen tek kaynak ve tek tipten oluşan bir muharip uçak kanadına evrilecek. F-35 JSF projesinden çıkarılmamız, uzun zamandır ister boşluk doldurucu (Gap Filler) ister ikinci bir ana tip olarak; dış kaynaktan uçak tedariki konusunu gündemimize taşıyor.
Evet, Hürjet ve Kaan gibi yerli ve milli muharip uçak projelerimiz devam ediyor. Elimizdeki F-16’ları da modernize ederek, gerek son konfigürasyon Block 70 Viper gerek yerli Özgür olarak; iki farklı tipe evrilterek geleceğe taşımayı planlıyoruz. Fakat tüm projeler ve niyetler günümüzün acil hale gelmeye başlayan ihtiyaçlarını tam olarak kapsamıyor. Bu nedenle dış kaynaktan savaş uçağı tedarik etme noktasında çabalar devam ederken, konuya alternatif modelleri de kucaklayacak bir bakış açısıyla yaklaşma mecburiyeti doğuyor. Okuyacağınız bu makale, söz konusu alternatif modeller hususunda ufkunuzu geliştirme potansiyeli taşıyor.
ABD Muharip Havacılığının Genetik Kodları
Her iki tarafı da okyanuslarla çevrili ve görece güvende bir ana karaya sahip olan ABD, global güç projeksiyonunun temeline hava gücünü yerleştirdi. Tüm okyanuslara hakim olmasını sağlayan bir deniz havacılığı, savaş alanlarında hava üstünlüğü ve hava hakimiyeti kurmasını sağlayan bir hava kuvvetleri, bu durumunu stratejik olarak güçlendirecek bir bombardıman, lojistik ve destek güçlerini içeren güç çarpanı unsurları... Tamamen ofansif biçimde yapılandırılan bu güçler; teknolojinin gelişimine ve bilgi çağına geçiş sürecine paralel olarak, Amerikan hegemonyasındaki önem ve konumlarını sürekli güçlendirdi.
Son otuz yılın tek kutuplu dünya düzeni, bu güçleri besleyen endüstri kanadının esnekliğini azalttı ve ileri görüsünü kaybetmesine yol açtı. Çünkü; zaten iyi yaptıkları ve rekabet yaşamadıkları bir şeyi, bildikleri gibi yapmaya devam etmek yeterliydi. Bu sebeple JSF projesi başta tüm yenilikler; aşırı maliyetli, zaman alıcı, daha karmaşık, daha pahalı, idamesi zor ve endüstriyel açıdan sıkıntılı bir şekle büründü. Bu süreçte ABD hava gücünü ve onu besleyen savunma ve havacılık sanayisinin genetik kodlarını anlamak, ayrı bir önem taşıyor. Bunu maddeler halinde özetlemeye çalışalım:
- ABD kara, deniz vs. tüm muharebe sahası boyutlarında; hava üstünlüğü hatta hakimiyeti sağlamayı öncelikli bir koşul hatta mecburiyet olarak görüyor.
- ABD hava güçleri ağırlıklı olarak ofansif bir yapıya sahip.
- Giderek daha fazla ağ merkezli ve hatta, sürdürülebilir bir ağ yapısına bağımlı hale geliyor.
- Bilgi çağına geçiş sürecini; ilave ettiği her özelliği sanayi çağı yaklaşımıyla, endüstri ekosisteminin bir parçası haline getirerek ve alt eko-sistemini genişleterek çözmeyi tercih etti. Bu nedenle F-15 ve F-16 gibi yarım asırlık uçakların üretim hatları hala açık ve yeni talepler de alıyor.
- Karşısındaki yükselen güçler ise (Türkiye dahil), bazı alışkanlıklara ABD askeri-endüstriyel kompleksi kadar bağlı değil. Bu sebeple daha modern ve geleceğe daha dost bir endüstri altyapısı kurmaya daha yakın görünüyor.
- İnsansız / Robotik hava unsurları, bu süreçte katalizör rol üstleniyor.
- ABD hava güçleri ise, insansız sistemleri; endüstriyel dönüşüme bir katkı vesilesi ve ilk deneme sahası olarak görme eğilimi taşıyor.
- Modülarite, anlayana göre oldukça büyük değişiklik gösterebilen bir kavram. Modülaritenin, bazı doğru uygulama alanlarına şahit olurken, birçok projede olumsuz ve maliyet arttırıcı etkileri de gözleniyor.
- Yetenekli, liyakatli, polimat üst düzey yönetici eksikliği; karar alma aşamasında askeri-endüstriyel sistemin büyük bir zaafı haline gelmiş görünüyor.
- Savaş uçaklarından beklenti arttıkça ve yeni özellikler eklendikçe, maliyetlerde eskisine nazaran çok daha büyük bir artış gözleniyor. (Yine mevcut endüstriyel altyapı ve eski nesil yönetim anlayışları nedeniyle.)
- Bu maliyet artışı, ister istemez, bir trade-off yapma gerekliliği doğuruyor. (İdeal bir avantaj ve dezavantaj dengesini hedefleyen, bir çeşit bilimsel ticaret.) ABD bu dengeyi sağlamakta çok daha beceriksiz, yavaş ve isteksiz bir görüntü veriyor.
- ABD hava güçleri ve bunu destekleyen altyapı, ülkenin sosyal hayatı ve üretim gücünün çok önemli bir parçası. Bu sebeple vaz geçilmesi zor ve değişime karşı muhafazakar bir yapıda. (Too big to fail, too big to change...)
- ABD, politik etki kabiliyeti, pazarlama gücü, teknolojik ve psikolojik üstünlüğü ve propaganda yeteneğiyle; kendi hava gücü anlayışlarını, diğer ülkelere dikte ettirmeye devam ediyor. Bunun ne kadar sürdürülebilir olduğu bilinmiyor.
- Sanayi çağına askeri alandan çıkıp sivil hayata adapte olan teknolojiler damga vurmuşken; bilgi çağına geçiş sürecinde, sivil hayattan çıkıp askeri alanda kullanım imkanı bulan teknolojilerin artmakta olduğu gözleniyor. Bu durum, alt uçlarda Amerikan sistemine nüfuz edebilirken, üst yapıda kendisine gerekli alanı açamıyor.
- Tüm gelişmiş ülkelerde göründüğü gibi, ABD de yeterli “nitelikli insan gücünü” askeri alana ve endüstrisine çekmekte zorlanıyor.
“Savaş Uçağı Seçmek, Pakt Seçmektir Anlayışı”
Askeri havacılık; teknolojiler paralelinde sürekli gelişen, oldukça pahalı, teknik açıdan karmaşık ve temini kadar idamesi de politik destek gerektiren bir yapı arzediyor. Bir ülke istediği bir dış kaynaktan silah satın alabilir. Fakat konu muharip uçaklar olduğunda, soğuk savaş yıllarından beridir “Uçak seçmek, pakt seçmektir.” anlayışı kabul görüyor. Bu anlayış değişir mi? Değişim olacaksa, bu nasıl gerçekleşir?..
Aslında askeri havacılığı ilgilendiren endüstrilerin temeline indiğimizde; her ülkenin kendisine özgü bir felsefe, anlayış, teknik standartlar çerçevesinde bu işi gerçekleştirdiğini görülüyor. Bu durumun tek istisnası olan ABD ise; politik, ekonomik ve askeri gücü sayesinde, kendi standartlarını NATO ittifakı standardı haline getirebildi. Bu durum Avrupalı üreticilerin de iştiraki sayesinde, söz konusu standartların daha da yükselmesine ve gelişmesine yol açtı. Zamanla sivil havacılıkta da ABD’li Boeing ve Avrupalı Airbus’un duopolysi; NATO’nunkine benzer bir sivil havacılık standartlarının oluşmasını da mümkün kıldı. (Pek bilinmez ama Çin J-10 ve JF-17 uçakları; kablaj, konnektör, veri iletişimi vs. tüm altyapı kullanımında, sivil havacılık standardı ürün ve protokoller kullanır biçimde imal edilmiştir.)
Savunma ve havacılık sanayisinde çok büyük değişim ve dönüşümlerin gerçekleşeceği muhakkak. Buna yönelik onulmaz bir ihtiyaç var ve birçok işareti şimdiden görülebiliyor. USAF, NGAD projesini rafa kaldırıp yerine “Digital Century Series” yaklaşımıyla birçok farklı uçak koyabilir miyiz düşüncesinde. İnsansız eşlikçi muharip uçaklar (CCA) için; exponential üreticiler ana kontraktör, dev savunma ve havacılık firmaları ise alt yüklenici olarak belirlenerek, değişime böyle ayak uydurabilir miyiz suları yoklanıyor. Northrop-Grumman gibi köklü üretici firmalar ise; exponential kimlikli Scaled Composites gibi alt firmalar kurarak, kendi adaptasyon yeteneklerini arttırmaya çalışıyor. Örneğin Vanguard projesiyle; insansız bir hava aracına pilot yerleştirme fikriyle, insanlı bir hava aracının pilotsuz versiyonunu geliştirmenin çok ötesinde bir maliyet avantajı yakalamayı deniyor.
Uzun zamandır bu hususlarda düşünen birisi olarak, birçok farklı modeli analiz ettiğimi söyleyebilirim. Bu analizlerim arasında henüz olmayan, düşünülmeyen ya da açıklanmayan iş yapma modelleri de bulunuyor. Enteresan bir fikir fırtınasıyla direk konuya dalalım ve bahsettiğim alternatif modellerden birini masaya yatıralım. (What If...?) Türkiye, Çin Halk Cumhuriyetinden; radar, elektronik harp ve öz savunma sistemi, mühimmat, görev bilgisayarı, vb. hiçbir şey içermeyen; çıplak J-10CN (Naked) uçakları satın alsa? Yine de pakt seçmiş sayılır mı?..
Alternatif Bir Tedarik Yöntemi Olarak Çıplak Uçak Satın Almak
JSF projesi çerçevesinde geliştirilen F-35 uçağı için; uçan bilgisayar, uçan yazılım, süper bilgisayar vb. birçok yakıştırma okudunuz. Doğrusu bilgi çağına geçiş süreci uçakları da temelde iki ayrı alt bileşene ayırmamızı gerektiriyor. Donanım ve yazılım. Birbiriyle kimi zaman bütünleşik kimi zamansa modüler ve ayrık bir yapı arz ediyor bu iki ana bileşen. Örneğin bir uçağın uçma yetisini yöneten, bol yedekli uçuş kontrol bilgisayarı, gövdenin ayrılmaz bir parçası sayılabilir. Fakat uçağa savaşma yeteneklerini sağlayan görev bilgisayarı, ayrı bir modül olarak düşünülebilir. Bu kapsamda çıplak bir J-10CN uçağı kurgulayalım.
Bileşenleri:
- Uçağın tüm iskelet ve gövdesi
- İniş takımları
- Hidrolik ve/veya elektronik tüm altyapısı
- Motoru (Single Cyristal Blade teknolojili WS-10C)
- Uçuş kontrol bilgisayarı (Tercihen kaynak kodu ile birlikte)
- Fırlatma koltuğu ve diğer tüm pilot kabini donanımları
- Uçuş için gerekli tüm actuator vb. alt bileşenleri
- Tüm ilave edilecek sistemler için hazır durumda, enerji ve veri kablajı
- Gövdeyle alakalı tüm detayları içeren çizim ve veri paketi
- Yedek parçalar ve bakım/idame altyapısı
Bu alınacak gövdeye yerleştirilmesi/entegre edilmesi gereken, yerli ve milli alt sistemler:
- Görev bilgisayarı
- AESA Radar
- Entegre öz savunma ve elektronik harp teçhizatı
- IRST
- Hedefleme, ELINT, Keşif vb. amaca uygun diğer podlar
- Havadan Havaya Mühimmatlar
- Havadan Karaya Mühimmatlar
- Veri bağı alt sistemi
- IFF alt sistemi
- Gerekli görülecek diğer tüm alt sistem ve bileşenler
Hürkuş, Hürjet, Kaan, F-16 Özgür gibi projelerde belirli bir aşamayı geçmese idik; bu düşüncemi açmaz ve kendi zihnimde muhafaza etmeye devam ederdim. Fakat ülkemizin savunma ve havacılık sanayisi belirli bir kabiliyet eşiğini aştı. Bu sebeple de söz konusu tedarik mekanizmasının gerçekleşebilmesi yönünde bir imkân doğdu.
Bir uçağın gövdesinin üretimini, diğer alt bileşenlerin dışında mili yeteneklerimiz içerisinde görebilirsiniz. Evet, kaporta yapımından birçok şeyden daha iyi anlarız. Gövde imalatında kendisini ispat etmiş bir eko-sistemimiz var. Öyleyse, şu soru aklınıza gelebilir: Neden dış kaynaktan bir gövde alma ihtiyacı duyalım? Alacağımız sadece gövde değil, üretiminde zorlandığımız motor ve yirmi yıla yakın süredir kullanımda olan bir savaş uçağı altyapısı. Lojistik beklentileri, ömür ve bakım süresi ihtiyaçları, gövdeye uygun muharebe taktikleri... En önemlisi de pakt değiştirmeden, daha fazla oyalanır ve geciktirilir ise, bunu da yapabilecek bir irade ve kararlılığa sahip olunduğuna dair, politik mesaj değeri...
Ayrıca bu tip bir alımın, hasımlarınız tarafından öngörülemeyecek bir yedekleme avantajı da olacaktır. Çünkü boş bir uçak tercih etmiş olsanız bile, bunu temin ettiğiniz ülke dolu versiyonunun tüm olgunlaştırılmış alt sistem ve kullanım tecrübesine sahip olacaktır. Dolaysıyla yerli ve milli olması beklenen alt sistemlerden istediğiniz bir kısmını, dış kaynaklı satın aldığınız olgun ürünlerle değiştirebilirsiniz. Bu biri yerli diğeri yabancı iki kaynaktan alt sistem ve mühimmat temin olanağı, hava kuvvetlerinizin teknolojiyi yakından takip etme yeteneğini de öngörülemeyen ambargolara karşı lojistik dayanımını da arttıracaktır.
Ayrıca savaş uçaklarının yüksek maliyetinin sebebini, kullanılan teknolojiler ve alt sistemler oluşturmaktadır. Bir ilk olacağı için detaylı hesaplamalar gerektirse bile; boş bir uçağın sahip olma maliyetinin, yarısından da ucuz olacağını öngörebiliriz. Kendi alt sistemleriniz ve mühimmatlarınız bu maliyeti, hazır alımdan daha pahalı hale de getirebilir. Bununla birlikte sahip olacağınız avantajlar, söz konusu maliyetlerden daha yüksek olacaktır.
Varsayımsal Bir Program Çerçevesi Çizelim
Adet olarak 80 kesin ve 80 opsiyon içeren, 160 adetlik bir J-10CN uçağı temini düşünelim. Bu uçakların bakım ve tutumu için ise, yeni bir (ortak) firma kuralım. Hat bakımı, depo seviyesi ve fabrika seviyesi bakım gibi birçok farklı altyapı arasından, en basit olanından başlayarak ilerleyelim. İleride lisans altında üretim yapmak üzere bir iyi niyet protokolünü de, yeni kurulacak destek firması üzerinden akdedelim.
Yedek motor adedini oldukça yüksek sayıda tutalım. Bu sayede uçakların mümkün olduğunca yüksek bir harbe hazırlık seviyesinde tutulmasını önceleyelim.
İsteyen ülkelere Türk ya da Türk-Çin karma standartlarındaki uçakları, Türkiye’de donatarak satın alma imkânı sunalım. Hatta bu ülkelere kendi ürettikleri mühimmat ve alt sistemleri kullanma esnekliği de sunalım.
Harici bir pod ya da hibrit yük çeşidi üzerinden (örneğin yakıt tankı ile bütünleştirilmiş bir pod), Türk yapımı insansız hava araçlarıyla iletişim ve birlikte harekât yapma yeteneğini sağlayalım. İsteyen dış müşterilere bunu da sunalım.
Bu savaş uçaklarına uygun bir eğitim sistemi kurgusu için, Hürkuş ve Hürjet odaklı ilave bir paket de oluşturalım. Bu paket içerisine de harici bir pod yapısıyla, insansız sistemlerle birlikte operasyon icra edebilme esnekliğini sağlayalım. Hatta kısıtlı bütçeye sahip ülkeler için, eğitim paketiyle başlayarak zamanla gelişecek bir insanlı askeri havacılık çözümü sunalım.
Çok Uluslu Projelere Hatta İhraç Ürünlerine Yansıyan Değişimler
Savaş uçağı gibi gelişmiş silah sistemleri alan ülkelerin çoğu, bu alımlarına kendi isterlerine uygun taleplerde ekliyor. Örneğin Birleşik Arap Emirlikleri; F-16 alımına daha güçlü bir motor, ilk defa bu tayyare ile kullanılan AESA radar, IRST sistemi vb. birçok özgün ister ekledi. IP haklarında ortaklık koşuluyla Ar-Ge maliyetlerini de karşılayan ülke, F-16E/F Block 60 olarak nitelendirilen kendisine özel tayyarelere kavuşmuş oldu. USAF’in temin etmeye başladığı en son versiyon F-15EX Eagle 2 uçağı; Katar Emirliğinin siparişi olan F-15QA tayyaresine eklenen özel isterler üzerinden şekillendirildi.
Aslına bakarsanız normal ihraç ve modernizasyon projelerinde bile, alternatif alt sistemlerde ciddi bir artış gözlemliyoruz. Bir savaş uçağı söz konusu ise, öz savunma ve elektronik harp sistemini istediğiniz üreticiden alabiliyorsunuz. Hatta bu seçiminizde gövdeye entegreli çözümlerden, POD veya salan formatlı eklentilere kadar geniş seçenekleriniz var. Bunun gibi opsiyonlar arasından birini seçebilme imkanı, uluslararası projelerin de kimliğini değiştirmeye başlıyor. Artık dışı aynı görünse bile alt sistem ve diğer detaylarda birbirinden ayrılan savaş uçakları çağı başlıyor.
Yakın geçmişin savunma ve havacılık dergilerinde sıkça gördüğümüz grafiklerden biri de, çok uluslu savaş uçaklarında iş bölümlerini farklı renklerle gösteren resimlerdi. Aslında bunun sebebi, projelerin de bu şekilde ele alınması idi. Aynı F-35’in ön gövdesini TUSAŞ’ın üretmesi gibi; ön gövde, orta ve arka gövde, kanatlar, kuyruklar, vb. fiziksel parçalar da radar, EH, vb. alt sistemler de sorumlu ülkeleri temsil eden farklı renklerle belirtilebilirdi. Fakat 6. nesil bir savaş uçağı üretmeyi hedefleyen; Birleşik Krallık, Japonya ve İtalya işbirliğiyle geliştirilen GCAS gibi projelerde, bir değişim trendi gözleniyor. Radar gibi ana alt bileşenlerde bile, ortak ülkeler ayrı ayrı ürünler geliştirip kullanmayı hedefliyor. Dört ortak geliştirici ülkeden sadece birinin itirazı nedeniyle Eurofighter satın alamayan Türkiye gibi örnekler de, bu birbirinin yerine geçebilen modüler alt sistemlerin kullanımı yönündeki eğilimleri güçlendiriyor.
Bunun gibi değişimler, uluslararası silah piyasasında sıkça gözlenmekle birlikte; boş satın alınan bir uçağı bir başka ülkenin alt sistem ve mühimmatları ile donatma yönünde bir dönüşüm henüz gözlenmiyor. Lakin bu gibi alternatif alım yöntemlerini mümkün kılacak endüstriyel zemin, sadece Türkiye değil, birçok başka ülke açısından da olgunlaşmış görünüyor.
Küresel Tedarik Zincirinden, Küresel Üretilmiş Yerel Çözümler Oluşturmak
Rusya, ihracat odaklı ve tek motorlu Su-75 Şah Mat uçağı üzerinde çalışıyor. Bu uçağı neredeyse 30 milyon USD gibi oldukça düşük bir fiyatla pazara sunmayı planlıyor. Bu fiyat politikasının arkasında ise, uçağın neredeyse boş biçimde satılacak ve kullanıcı taleplerine göre özelleştirilecek olması yatıyor. Elbette dijital elektronikler başta, birçok açıdan Rus askeri-endüstri kompleksinin yaşamakta olduğu sıkıntılar malum. Bu durumda Su-75 jetinin yabancı menşeli alt sistemlerle de donatılacağını düşünmek mantıklı görünüyor.
Aslına bakarsanız Rusların Su-30/34/35 serisi jetleri de, Fransa ve İsrail başta birçok dış kaynaklı elektronik sistem barındırıyor. Hindistan gibi bazı majör tedarikçilerde, gerek dış kaynaklı gerek yerli alt sistem ve mühimmat kullanımının tavan yaptığını gözlemliyoruz. Bu sebepledir ki Su-75 uçağındaki dış kaynaklara da açık modüler yaklaşım, sürpriz olmuyor. Su-75 henüz tasarım aşamasında olan, prototipi dahi havalanmamış bir uçaktır. Ayrıca Rusya, Ukrayna’da yürüttüğü savaş nedeniyle uluslararası ambargoların öznesi ve dikkatlerin toplandığı bir ülkedir. Çin ise küresel tedarik zincirlerinin vaz geçilemez ülkesi olarak, benzeri bir izolasyondan (henüz) uzak görünüyor.
Bu sebeplerle gerekli görüldüğü zaman, dış kaynaktan savaş uçağı alımı düşünülürse, Çin Halk Cumhuriyeti’ni de değerlendirmenin gerekeceği kanaatindeyim. Bunun ise makalede arz ettiğim alternatif bir tedarik yöntemiyle gerçekleştirilmesinin çok daha uygun olacağını düşünüyorum. Bu sayede, gelişmekte olan Türk savunma ve havacılık sanayisinin, gerek maddi gerekse prestij açısından zarar görmesi önlenecektir. Söz konusu tedarikin, bir eksen kayması olarak yorumlanmasının önüne geçilebilecektir. Birleşik Devletler ve Birleşik Krallık başta birçok batı ülkesine, istenen sertlikte bir politik mesaj da iletilebilecektir.