Rus Savaş Uçakları Türkiye için Çözüm Olabilir mi?
Digital Age, Digital Twins, Virtual / Augmented Reality, Network Centric Warfare, Meta Verse, Multi Verse, Omni Verse vb. yeni isimlendirmeleri yaygın bir şekilde duyuyoruz, biliyoruz. Ne kadar yeni ve popüler kavramlar var değil mi?
Digital Age, Digital Twins, Virtual / Augmented Reality, Network Centric Warfare, Meta Verse, Multi Verse, Omni Verse vb. yeni isimlendirmeleri yaygın bir şekilde duyuyoruz, biliyoruz. Ne kadar yeni ve popüler kavramlar var değil mi? Bu isimlendirmelerin veya tanımlamaların özelinde, teknik ve felsefî boyuttan etik boyuta kadar birçok açıdan yıllarca konuşabiliriz. Fakat bu konuşmaların, geleceğin gerçek hayatında, ne kadar gerçekleşecek bilemeyiz. Zaten bu nedenle gerçek hayattan topladığı bilgilerle çok daha gerçekçi projeksiyonlar sunabilen ‘Big Data’ diye adlandırılan daha popüler bir kavramımız var. Öte yandan, konu askeri alana ve özellikle de askeri havacılığa geldiğinde, bu veriyi oluşturabilmeniz oldukça zorlaşmaktadır.
Bu makalede sizinle paylaşacağım bilgiler, en azından zihninizdeki büyük veriyi yani kanaatlerinizi derinden etkileyecek birtakım verilerden oluşturulmuştur. Bazılarınız için pek fazla yerde rastlayamayacağınız şeyleri okuyacağınızı şimdiden söyleyebilirim. Koltuğunuza sıkıca yaslanın lütfen...
Vietnam Hava Kuvvetleri
İlk hikayemiz Vetnam’dan. Bildiğiniz üzere, Vietnam savaşı, Amerikan film endüstrisi sayesinde, genç yaşlı herkesin bildiği bir olgu halini almıştır. ABD’nin bu ülkenin topraklarından çekilmesi ve Kuzey’in kazanıp ülkenin genelinde hakimiyet kurması, savaşın sonucu olmuştur. Fakat bu savaşın kamuoyu tarafından pek bilinmeyen ve farklı boyutları da mevcuttur. Örneğin, savaşın başında hem Çin hem de Sovyetler Birliğinden destek alan Komünist Kuzey Vietnam, zaman içinde yönünü sadece Sovyetlere dönmek zorunda kalmıştır. Bunun üç temel sebebi olduğunu söyleyebilirim:
- Ho Chi Minh liderliğindeki Vietnam Komünist ekolünü kendisi için bir numaralı tehdit olarak algılamaya başlayan Mao'nun Çin Komünizmi Ekolü.
- Çin ve Sovyetlerin arasının askeri ve politik açılardan açılması, hatta sınır çatışmaları yaşanması.
- Vietnam'ın jeostratejik yani coğrafi konumunun, Çin'in gelecek Pasifik hedeflerine ulaşmasının önünde büyük bir engel olması.
Ho Chi Minh, ülkesini tek bir komünist çatı altında topladıktan sonra, Çin ile de savaşmıştır. Fakat bu savaş sırasında gerek Sovyet destekli hava gücü gerekse Güney’den elde ettiği Batı üretimi savaş uçaklarıyla hava savaşı alanında pek bir zorluk çekmemiştir. Görece demode Çin hava kuvvetleri karşısında gerek platform gerekse tecrübe bazında Vietnam Hava Kuvvetleri sahip olduğu özgüvenle hava muharebelerini kazanmayı bilmiştir. Bununla birlikte günümüzde zaman akmaya devam etmekte, teknoloji gelişmekte ve değişim kavramının önüne geçilememektedir. Vietnam da Çin de değişmektedir.
2000'li yıllar sonrasında Vietnam artış eskimeye yüz tutan askeri havacılık platformlarını yenileriyle değiştirme ihtiyacı hissetmiştir. Zira Sovyet döneminde üretilen MiG-21 benzeri savaş uçakları, Güney’den ele geçen ve yine Rusların teknik desteğiyle idame ettirilen Amerikan yapımı F-5 gibi savaş uçaklarının faydalı kullanım ömrünün sonuna gelinmiştir. Modern bir Hava Kuvvetlerine geçiş için Vietnam’ın ilk yüzünü döndüğü ülke kadim dostu Rusya olmuştur. Bilindiği üzere, o dönemin en ileri ve popüler Rus askeri havacılık platformu Su-30 uçaklarıydı. Vietnamlılar, 2009 yılında imzaladıkları ilk kontrattan günümüze 32 adet Su-30MK2 tayyaresini satın almışlar ve Hava Kuvvetlerinin kullanımına vermişlerdir. Çin gibi büyük bir kuvvet karşısında oldukça yetersiz bir sayı değil mi? Fakat bunun gayet mantıklı bir sebebi var.
Zira yepyeni tayyareleri ile sürekli karşılaştığı Çin hava kuvvetleri uçaklarıyla elbet Vietnamlı pilotlar yüzleşeceklerdi. Bu ülke ile sınır anlaşmazlıkları vardı ve Çin uçakları sürekli Vietnam’ın savunma kapasitesini sınır ihlalleriyle yoklamaktaydı. Çinliler de o dönemde yine Rus Su-30 temelli J-11 serisi uçaklar kullanmaktaydılar. Fakat Vietnam’ın sahip olduğu Su-30MK2'ler, J-11'lerin sahip olduğu üstün elektronik harp kabiliyetlerinden ötürü, Çin savaş uçaklarına kilit bile atamamışlardı. Çinliler 1970’li yıllara nazaran envanterlerindeki savaş uçaklarının elektronik yeteneklerini oldukça geliştirmişlerdi ve orijinal üreticinin sahip olduğundan çok daha üst seviyede bir kabiliyete ulaşmayı başarmışlardı.
Bu husus ilk olarak hayal kırıklığına uğrayan Vietnam ile Rusya arasında bir diplomatik krize dönüşmüştür. Ardından konunun sessizce halledilme aşamasına geçilmiştir. Ayrıca İsrail savunma endüstrisinin aktif katılımı ile durum biraz daha kurtarılabilir hale getirilmiştir (Hindistan örneğindeki gibi.). Ayrıca Vietnam, Batı kaynaklarından NATO standardı savaş uçakları edinme programını başlatmayı gerekli görmüştür (Henüz neticelenmemiştir.) Çin’in de aynı gövdeye sahip uçakları envanterinde tutmasından hiç hoşnut değildiler. Bu nedenle Su-30MK2 temini 32 adetle sınırlı tutulmuştur. Ruslar ise bu husustan kendileri adına önemli dersler çıkarmışlardır. Su-35 Elektronik Harp ve Öz Savunma Sistemlerinin gelişimine bu olayı milat kabul etmişlerdir.
Tayland Hava Kuvvetleri
İkinci hikayemiz yine uzak doğudan. J-10, J-11 gibi Batılı muadillerine göre daha modern sayılacak uçakları üreten, elektronik anlamda oldukça gelişen Çin hava kuvvetleri, yeteneklerini diğer ülkelerin hava kuvvetleriyle de mücadele ederek sınama arzusu içerisindeydi. Zaten 2010 yılında Konya merkezli icra edilen Anadolu Kartalı tatbikatı için Türkiye’ye gelerek bu arzularını açıkça göstermişlerdir. Elbette ABD blokajı nedeniyle karşılarında modern F-16’ları değil, modernize edilmiş F-4E 2020 Terminatörleri bulmuşlardır. Çabaları sadece bununla kalmamıştır.
Çin’in bu alandaki bilinen önemli girişimlerden biri, Tayland Hava Kuvvetleriyle birlikte yaptıkları "Falcon Strike 2015" tatbikatıdır. Çin'in Su-27SK, Tayvan'ın da İsveç yapımı JAS-39 Gripen C ile katıldığı tatbikat iki aşamadan oluşmaktaydı. Birinci aşamada it dalaşı olarak da bilinen, yakın hava savaşları simüle edilecekti. İkinci aşamada ise BVR olarak da bilinen, görüş ötesi hava muharebeleri denenecekti.
Elbette son derece yüksek Takat/Ağırlık oranı ve Süper Manevra Kabiliyeti ile yakın hava harbinde Çin'in avantajı yüksekti. Beklenen gibi oldu ve ilk aşamada Çin 25 hava zaferine karşı sadece 1 kayıp ile görüş içi muharebelerini (WVR aşamasını) başarıyla bitirmiştir. Elbette bu başarıda Tayland Gripenlerinin IRIS-T gibi modern hava-hava füzelerine sahip olmaması gibi ilave faktörler de mevcuttu. Sonuç olarak it dalaşında Çin üstünlüğü açıkça görülmüştür. Bu başarı, tatbikata katılım için 3000 uçuş saatinin üzerinde tecrübesi bulunan savaş pilotlarını seçen Çin'i gayet memnun eden bir sonuç olmuştur.
Ardından görüş ötesi muharebe aşaması başladı. Dört gün süren bu muharebeler sırasında 41 hava zaferine karşı sadece 9 kayıp yaşayan Tayland hava kuvvetleri, Çin karşısında açıkça üstünlüğünü ele geçirmiştir. Medyada ve ilgili sosyal medya platformlarında, bu konu üzerinde çokça yazılıp çizilmiştir. Çin'in tecrübeli pilotlarının bile BVR angajmanı için eğitim eksikliğinin ortaya çıkması, durumsal farkındalığa sahip olmaması, Gripenin hem elektronik harp hem de ağ merkezli muharebede üstünlüğünün ispatlanması benzeri değerlendirmeler yapılır olmuştur. İsteyen okuyucularımız internet üzerinden ilave araştırma yaparak, ilave birçok detaya ulaşabilir. Fakat benim vurgulamak istediğim gerçek şudur:
Zihnen ve felsefi olarak çağı yakalamakta zorlanan Çin hava kuvvetleri, kendisinden daha az eğitimli ve daha az tecrübeli olsa da daha çağdaş bir askeri havacılık felsefesiyle eğitilen ve donatılan Tayland hava kuvvetlerine karşı kaybetmiştir. Bu kayıpta da hava harbinin uçak, mühimmat vb. görünen somut yönleri değil; görünmeyen bir başka yönü ana faktör olarak öne çıkmıştır.
Endonezya Hava Kuvvetleri
Üçüncü ve en güncel hikayemiz de uzak doğudan seçilmiştir. Hem de birçoğumuzun iyi tanıdığı, savunma alanında sıkı ilişkilerimizin olduğu ve Müslüman kardeşimiz olarak gördüğümüz Endonezya'dan. Zira Tayvan, Hindistan vb. sınırlarda sıklıkla şahit olduğumuz Çin yayılmacılığı, bu sefer Endonezya ile çekişmeyi tercih etmiştir. Yine tüm bölge ülkelerinin alışageldiği üzere bu hikâye de balıkçı tekneleriyle Çin tarafından başlatılmıştır. Fakat gelin öncelikle hep birlikte Endonezya hava kuvvetlerine kısaca bir göz atalım.
Bu genç ülke hava kuvvetleri kurma macerasına çoğunlukla Batı yapımı platformlarla başlamayı tercih etmiştir. 80'lerin sonunda edindiği F-16 A/B Block 15 OCU tayyareleri envanterindeki en modern savaş uçakları olmuştur (Daha sonra 24 adet daha kullanılmış F-16 Block 25 satın alınmıştır). Doğu Timor, Açe vb. bölgelerde yaşanan sıkıntılar, beraberinde bu ülke için bir ambargo sürecini getirmiştir. Bu bahane ile Rus havacılığına yönelen Endonezya, Su-27 SKM ve Su-30 MK2 uçaklarından temin etmiştir. Çok geniş bir hava sahasını kontrol etmek zorunda olan görece fakir bir ülke için, oldukça uzun süre havada kalabilen, uzun menzilli radarıyla geniş alanları tarayabilen, bir temas yakalayınca gözle teşhis edebilen ve bundan sonra da gireceği yakın hava muharebesini kazanabilen bir tayyare Endonezya için ideal tercih olarak öne çıkmıştır. Bakım, idame ve harbe hazırlık alanındaki handikaplarına rağmen Endonezya bu savaş uçaklarını başarıyla kullanmasını bilmiştir. Fakat bu durum uçakların ateşle sınanması sonrasında köklü biçimde değişmiştir.
Karasuları ve münhasır ekonomik bölge konusunda neredeyse tüm komşularıyla sorun yaşayan Çin; Endonezya ile de anlaşmazlıklara sahipti. Anlaşmazlık yine Çin balıkçı teknelerini takip eden donanma ve hava kuvvetleri ile gerginliğe dönüşmekte gecikmemiştir (Konuyu yerel/direkt bir kaynaktan takip ettiğim için, internette fazla bilgi bulamayabileceğinizi hatırlatmak isterim). Dolayısıyla Endonezya ordusu ana güç yapılanmasının odaklandığı alanın uzağında, havada, denizde ve karada en büyük sınaması ile karşı karşıya kalmıştır.
Çin ile görece iyi ilişkilere sahip olan Endonezya için, bu gelişme biraz da sürpriz olmuştur. Elbette bu sürprizin bazı görünmeyen sebepleri de vardı. Fakat söz konusu ilişkiler sayesinde yaşananlar, uluslararası kamuoyunun ve medyanın bilgisinden biraz uzakta cereyan etmiştir. Tüm unsurlarıyla beraber alarma geçen Endonezya silahlı kuvvetleri için, uzun ve yorucu bir zaman aralığı başlamıştır. Ayrıca havada da sürtüşmeler, it dalaşları kaçınılmaz hale gelmiştir.
Kısa zaman önce Vietnam'ın yaşadığı tecrübenin bir benzerini yaşayan Endonezya, Su-27/30 tayyarelerinin Çin karşısında hiçbir anlam taşıyamayacağını açıkça fark etmiştir. Fakat öte yandan eski de olsa sahip oldukları F-16 Block 15/25 tayyarelerinin, Çin uçaklarıyla başarıyla mücadele edebildiğine şahit olmuşlardır. Hatta mütevazi biçimde de olsa modernize edilen bu savaş uçakları, AMRAAM vb. gelişmiş füzelerle fark yaratabilecek potansiyele sahip olduklarını ispatlamışlardır. Bu konu sadece ülkenin Natuna adalarına F-16 konuşlandırmaya karar vermesi cephesiyle basına yansımıştır. Fakat yaşanmakta olan krizin aslında derinliğini göstermesi yönüyle önemlidir.
Savunma basınında ülkenin Su-35 uçak siparişlerini iptal etmesi, CAATSA yaptırımları vb. sebeplerle izah edilmektedir. Fakat konunun aslı çok daha derin ve belirgindir. Endonezya, hava savunması için Rus yapımı platformlara güvenemeyeceğini fark etmiştir. Zira sayısal muharebe sahasında, elektronik harp ve öz savunma başta olmak üzere tüm alanlarda, ateşle sınanan bu platformlar sınıfta kalmışlardır. Söz konusu tayyareler geçmişte, geçmişin zihniyetinde başarılı olabilirler; ama geleceğe dair alanlarda yetersiz ve geri oldukları ortaya çıkmıştır. Elbette politik ve ekonomik sebeplerle bu husus açıkça dillendirilmemiştir. 2019 pandemisiyle birlikte bir anda geri çekilen Çin kuvvetleri, Endonezya ordusuna bir anlamda nefes alma fırsatı tanımıştır.
Endonezya hava kuvvetlerinin bir savaş uçağından istek ve beklentileri bu süreç sonrasında komple ve mecburi bir değişim göstermiştir. Ülke yönetimi, öncelikle savaş uçağı konusunda yönünü Batıya dönmüştür. "Kısıtlı bir bütçeyle nasıl bir minimum gerekli güç projeksiyonu oluşturabiliriz?" sorusu üzerine kafa yormaya başlamışlardır. Bu kapsamda en beğendikleri iki modern uçak öne çıkmıştır. Fransız Rafale ve Amerikan F-16 Viper Block 70/72. Hatta kısıtlı adette F-15EX savaş uçaklarının da düşünüldüğüne dair haberler basına yansımıştır. Fakat satın alma görüşmelerinin, Rafale ve Viper özelinde oldukça önemli bir mesafe kaydedilmesini sağlamıştır.
Bir diğer yansıması da Su-35 siparişlerinin iptali olarak gerçekleşmiştir. Aslında parayla değil, kauçuk, kakao, kahve gibi doğal ürünlerle barter (takas) yöntemi ile temin edilmesi öngörülen Su-35 uçaklarının yine de iptal edilmesi zorunlu görülmüştür. Bu arada, Rusların prestij kaybetmemek için büyük çaba göstermelerine rağmen, resmen onaylanan iptal süreci başlamıştır.
Konunun en önemli ve dikkatlerden kaçan etkisi ise, Güney Kore ile birlikte giriştikleri KF-X/IF-X projesinden Endonezyalıların soğumaları olarak göze çarpmaktadır. KT-1 eğitim uçakları ve T-50 Golden Eagle jet eğitim ve hafif saldırı tayyareleri ile birlikte, Endonezya ve Güney Kore arasında askeri havacılık alanında da yakın bir işbirliği ortamı doğmuştur. Bu ortamı en iyi şekilde değerlendiren Güney Kore savunma sanayii, %20 payla Endonezya'yı yeni nesil KF-X programına ortak etmeyi başarmıştır. Ülkenin ilk modern savaş tayyaresi olacak KF-21 Boramae’nin, Endonezya savunma ve havacılık endüstrisine de değer katabileceği düşünülmüştür. Fikir güzeldi, ama...
Böylesine büyük ve kapsamlı bir projeyi, ilk defa gerçekleştirecek olan Güney Kore, birçok batılı ülkeden teknik destek almak durumundaydı. Oldukça hassas teknolojiler ve önemli komponentler söz konusu olduğunda bu yabancılar, Güney Kore’nin tersine Endonezya için üretilecek uçaklar için aynı cömertliği göstermediler. Dolayısıyla onların almak zorunda kalacakları IF-X orijinalinden çok daha fakir, kabiliyetsiz ve görünür bir versiyon olmak zorundaydı. Ayrıca dışarıdan destek alsa da, elektronik harp alanında yeterli çözümlere ve doğru sistem entegrasyonlarına sahip olup olamayacağından şüphe duydukları, yeni bir tayyare söz konusuydu. Endonezyalılar için yaşadıkları tecrübeler sonrasında şüphe, kabul edilebilir bir risk olmaktan çıkmıştır. Dolayısıyla Endonezya'nın kendini kanıtlamış, güvenilir çözümlere yönelmesi önşart olarak görülmüştür. Konu meşhur özdeyişimizde olduğu gibi: "Bana bir koca lazım. O da bu gece lazım." basitliğine indirgenmiştir.
Yeri gelmişken bir söylentiden bahis açarak, konuyu neticeye bağlamak isterim. Malum son zamanlarda çok kaynaklı savunma tedariki alanında oldukça öne çıkan bir deniz komşumuz var: Mısır. Ülke MiG-29M2 tayyarelerini teslim almıştır. 24 adet sipariş edilen Su-35 uçakları konusu bu ülke için de henüz netleşmemiştir. Söylentiler şu yöndedir: uçakların ilk partisi teslim alınmıştır. Mısır hava kuvvetleri bu yepyeni ve sülün gibi tayyareleri, elindeki Rafale başta diğer uçaklara karşı denemişlerdir. Söylentilere göre, sonuç tam bir hezimet olmuştur. Rafale uçağının elektronik harp kabiliyeti Su-35'leri tamamen körleştirmiştir. Hatta beklenmeyen biçimde uçağın birçok başka kabiliyetini de yitirmesine neden olmuştur. Sonuçta Ruslar konunun kapalı tutulması için ricalar ederek, ortaya çıkan sorunların tamamının düzeltileceği sözünü Mısırlıları vermişler ve uçakları geri çekmişlerdir! Gerçi bu düzeltmelerin de ne zaman ve ne şekilde gerçekleşeceği henüz bilinmiyor. Lakin Cezayir gibi hatırı sayılır Rus havacılık dostlarının da Su-35'den hızla uzaklaşması, fısıltıların daha da güçlü dillendirilmesine zemin oluşturmaktadır.
Malum, Kaddafi'nin devrilmesi sürecinde en hevesli aktör Fransa idi. Fransız uçakları henüz karar alınmadan önce havalandılar ve Libya hava sahasına girdiler. Sözün ağızdan çıkması ile bombaların düşmesi, hemen hemen eş zamanlı gerçekleşmiştir. Diğer ülkelerin müdahalesi zaman almıştır. Bunda Fransız siyasetinin aktif rol alma istediği de etkili olmuştur. Fakat Rafale uçakları Libya hava kuvvetleri ve hava savunma unsurlarının komple aktif ve en güçlü olduğu zamanda, kayıpsız biçimde operasyonlarını icra edebilme başarısını göstermiştir. Bu başarının altında ise, normal bir öz savunma süitinin çok daha ötesinde sonuçlar verebilen Spectra isimli Elektronik Harp kabiliyetinin olduğu iddia edilmiştir. Ayrıca uçakların son derece başarılı ve elektronik harp ortamıyla uyumlu sensör füzyonu, ağ merkezli muharebe sistemi vb. özelliklere sahip olması, kaydedilen başarının ana gerekçesi olarak gösterilmiştir.
Omni Role olsa da, çağın trendlerine gayet uysa da, Rafale oldukça uzun zaman dış satış başarısı yakalayamayan bir savaş uçağı olmuştur. Alımı da, işletmesi de pahalı bir tayyareydi zira. Ayrıca kendisine özgü ve birçok kullanıcıya garip gelebilen bir Fransız mantığı vardı. Bakım-idamesi ile operasyonlarda aktif kullanımında uzmanlaşmak zaman alacaktı. Şimdi ise bu uçak neredeyse peynir ekmek gibi kapışılmaktadır. Kişisel kanaatim geleceğin muharebe sahası için bu tayyarenin uygun bir çözüm olmadığı yönündedir. Ama günümüz muharebe sahası için, Ortodoks yaklaşımlarını terk edip modern bir hava harp konseptine geçmek isteyen ülkeler için, ideal bir çözüm sunmaktadır. Bu nedenledir ki Endonezya, Hindistan, BAE, Yunanistan ve diğer birçok ülke için, hasımlarına karşı önümüzdeki 15-20 yılı sorunsuz geçirmenin güvenilir bir yolu olarak Rafale, daha fazla öne çıkan bir platform olarak dikkatleri üzerine toplamaktadır. Zira savaş alanının görünmeyen boyutlarında da etkili çözümler sunabilmektedir. Örneğin, F-16'nın Türk Hava Kuvvetlerinde sunduğu kültürel değişiklik benzeri bir çözüm sunan Rafale uçaklarını satın alacak ülkeler için istenen her gereksinimin, tek dış kaynaktan karşılanması kolaylığını sunmaktadır.
Sonuç
Günümüzün en popüler konularından biri olan MertaVerse'e geri dönelim. Elle tutulmayan, gerçekte var olmayan, dijital bir dünya tanımlaması insanların ilgisini çekmektedir. Hatta özel olarak tasarlanan bu sanal dünyanın, insanları gerçek dünyadan daha çok kendisine çekmektedir. İnsanlar gerçek yaşamdan daha çok sanal alemde vakit geçirecekmişçesine bir anlayış ortaya çıkmıştır. Görsel sanatların en ileri versiyonlarını sergileyen Hollywood film endüstrisi ve Oyun Endüstrisinin başarılarına baktığımızda, bir 10-15 yıl sonra bu ihtimalin gerçekleşebileceğini söyleyebilirim. Fakat savaşın görünmeyen boyutları, barış dönemindekilerden çok daha önce ve çok daha radikal biçimde çağımızı etkilemektedir.
Barış zamanı insanların düşünmek ve oyalanmak için yeterince zamanı vardır. Fakat savaş başladığında zaman ve imkân oldukça kısıtlı hale gelir. Açık konuşacağım: “Öfkeyle motor çalıştıran ve birbirine karşı havalanan hasım iki uçaktan birisi havalandığı üssüne geri dönemeyecektir. Hava muharebesi denen olgu, ya galibiyet ya da yenilgiyle sonuçlanmak durumundadır. Bu ikisinin orta yolu, arası maalesef pilotlar için bulunmamaktadır.”
Sivillerin gözünden savaş uçakları karşılaştırmaları yapıldığına şahit oluyoruz. Uçakların motor güçleri, kalkış ağırlıkları, çıkabildikleri irtifaları, hızları vb. değerlere bakarak kıyaslama yapmak oldukça kolay gelebilir. Füzeleri, radarları ve benzeri ekipmanları karşılaştırmak da bu manada anlamlı olabilir. Fakat askeri bakış açısıyla bu türden karşılaştırmalar gerçekçi olmadığı gibi, aslında mümkün de değildir. Çünkü, sivillerin gözünden kaçan çok fazla değişken vardır. Bunların arasında görünmeyen, gizli kalması gerekenler de mevcuttur. İşte Türkiye’nin mühimmattan başlayarak, modern havacılık platformlarına ve alt sistemlerine uzanan, "Yerli ve Milli" ısrarının arkasında bu gerçeğin yattığını söylemek gerekir. Sahibi siz olsanız bile, sizin üretmediğiniz bir uçağın ya da füzenin, gerçek bir savaşa girmek zorunda kalındığında, karşınızdaki düşmanı "türkü çığırarak" arayıp aramayacağını bilemezsiniz. Hatta gördüğünü gösterip göstermeyeceğinden bile emin olamazsınız...
Rus havacılık endüstrisinin ülkemizin artan savaş uçağı ihtiyacına çözüm olup olamayacağının bolca tartışıldığı günümüzde, bazı verilerle bu alanda mesai harcayan savunma sanayii uzmanlarına ve Hava Kuvvetlerimizin proje subaylarına, az da olsa bu kısıtlı değerlendirmelerimle katkıda bulunmak istedim. Umarım makaleyi faydalı bulmuşsunuzdur. Lütfen yorum, görüş ve eleştirilerinizi iletmekten çekinmeyiniz.
iletişim: info@strasam.org