Türkiye F-35 Programına Geri Dönüyor
Bu bir haber değil bir değerlendirmedir. Türkiye ve Batı birlikte bu yola girmiştir. Karşılıklı büyük hatalar yapılmaz ise, Türkiye’ye, hem F-16 uçaklarını satma hem de F-35 programına yeniden alma konusunda Batı dünyası yeşil ışık yakmıştır.
Bu bir haber değil bir değerlendirmedir. Türkiye ve Batı birlikte bu yola girmiştir. Karşılıklı büyük hatalar yapılmaz ise, Türkiye’ye, hem F-16 uçaklarını satma hem de F-35 programına yeniden alma konusunda Batı dünyası yeşil ışık yakmıştır.
F-35 Programı Nedir?
ABD ve yakın müttefiklerinin askeri imkân ve kabiliyetlerini artırmak amacıyla tasarlanan ve Lockheed Martin firması tarafından üretilen yeni nesil savaş uçağı (F-35 Lightning II) programı, F-35 programı olarak isimlendirilmiştir. Müşterek Taarruz Uçağı (Joint Strike Fighter-JSF) programının birinci aşama (first tier) kurucuları ABD ve İngiltere olmuştur. İkinci aşamada (second tier) Kanada, Avustralya, İtalya, Hollanda, Norveç, Danimarka ve Türkiye yer almıştır. Program kapsamında Türkiye; toplamda 4 veya 5 Filo Komutanlığı büyüklüğünde (100-116 adet) F-35 beşinci nesil savaş uçağı satın almayı planlamıştır. Ayrıca; İsrail, Güney Kore, Japonya, Belçika, Finlandiya ve Polonya da F-35 savaş uçaklarını yabancı askeri satış (FMS) yöntemiyle satın almak için istekli olmuşlardır.
Türkiye 1999 yılından itibaren JSF programının içinde yer almıştır. Program kapsamında tedarik edilmesi öngörülen 100 uçaklık paketin karşılığında Türk savunma sanayii firmaları da anlaşmalar çerçevesinde bu programdan iş paketleri almışlardır. Böylece, Türk firmaları, F-35 savaş uçağının 900’den fazla parçasının Türkiye’de üretilmesi için hak kazanmışlardır. Türkiye’nin programa dahil olması ve uçağın birçok parçasını üretebilme kabiliyetini kazanması, Türk savunma sanayiinin gelişimine ve bu manada Türk-Amerikan ilişkilerine olumlu katkı sağlamıştır.
Türkiye, F-35 Programına Geri Dönmek İstiyor mu?
Türk hükümetinin Rusya'dan S-400 füze savunma sistemini satın alması gerekçe gösteren ABD; tek taraflı aldığı bir kararla, Türkiye'yi ve Türk şirketlerini F-35 projesinden çıkartmıştır. Pentagon, F-35 programından çıkarılması sonucu Türkiye'nin 9 milyar dolardan fazla kayba uğrayacağını açıklamıştır. ABD, ayrıca Türk Savunma Sanayii Başkanlığına (SSB) yaptırım uygulama kararı almıştır. Bu kararı takiben Savunma Bakanı Hulusi Akar, 2021 yılı Ocak ayında yaptığı bir açıklamada Türkiye'nin F-35 programına dönmek istediğini ifade etmiştir.
Nitekim SSB de kendi iştiraki olan SSTEK Savunma Sanayi Teknolojileri şirketi üzerinden 2021 yılının başında, 1 Şubat’tan geçerli olmak üzere, ABD'nin Arnold & Porter Kaye Scholer LLP isimli firmasıyla, altı aylığına, “F-35 projesine geri dönmek” amacıyla bir sözleşme yapılmasına öncülük etmiştir. Buna göre, Arnold&Porter’ın, “Türkiye’nin F-35 Programına katılımının devamı için stratejik danışmanlık ve rehberlik sağlayacaktır… Müşterek Taaruz Uçağı Programı ortakları ve paydaşlarına erişim dahil olmak üzere siyasi faaliyetlerde bulunabilir.” ifadelerine yer verilmiştir.
Türkiye’nin isteklilik göstermesine rağmen, ABD tarafı Rusya-Ukrayna Savaşı’na kadarki dönemde Türkiye’nin isteklerine sıcak bakmamıştır.
ABD’nin Türkiye’yi F-35 Programından Çıkarma Ana Gerekçesi Nedir?
ABD; Türkiye’nin S-400 alımına devam etmesi halinde, F-35 uçağına yönelik mevcut program ortaklığı durumunu gözden geçireceğini, Türkiye’ye F-35 savaş uçağı satışını iptal etme seçeneğini değerlendireceğini ve gerekirse ilave birtakım yaptırım yollarına gidebileceğini açıkça ifade etmeye başlamıştır.
ABD’nin Türkiye’yi F-35 programından çıkarmasının ana gerekçesi; net olarak ifade edilmese de genel bir değerlendirme yapıldığında, Türk-Rus ilişkileri ve özelde Erdoğan-Putin ilişkisidir. ABD, NATO üyesi Türkiye’nin Rusya Federasyonu’nun yanında değil, Batı’nın yanında yer almasını dikte ettiren yaklaşımına, Türkiye; özellikle 15 Temmuz 2016 ve sonrasındaki gelişmeler çerçevesinde sıcak bakmamıştır.
Batı’nın Erdoğan ve Türkiye Karşıtlığı:
ABD; Rusya’nın çevrelenmesi ve NATO’nun Doğu Avrupa’nın tümünü kapsayacak şekilde genişlemesi çerçevesinde, Türkiye’nin Rusya’nın yanında değil karşısında yer almasını beklemiştir. Öte yandan sadece enerji boyutunda bile %55 oranında Rus gazına bağımlı hale gelen Türkiye’nin, kuzeydeki güçlü komşusuyla ‘çarpışan’ bir yaklaşım içinde olması, ortada hayati bir çıkar ve gerekçe yokken, Türk dış politika yapıcıları açısından gerçekçi bulunmamıştır.
Kaldı ki, Türkiye’yi büyük oranda dışlayan bir anlayışla hareket etmeye başlayan bir Batı dünyası ortaya çıkmıştır. Batı, bir blok halinde, Türkiye-Batı Dünyası ilişkisini, sadece “Erdoğan” boyutuna indirgemek istemiştir. Bu nedenle, ABD liderliğindeki Batı kurumları realpolitikten uzaklaşmış, Türkiye’yi yalnızlaştırıcı bir tutumu topyekûn benimsemişlerdir. Türk Hükümeti de Batı ile uzlaşmak yerine Türkiye-Rusya yakınlaşmasına daha meyilli bir siyasetten yana tavır geliştirmiştir. Neticede içerdeki ve dışardaki bütün saikler ve etkenler, Türk-Rus ilişkisinin NATO ve Batı’yı aşan boyutta öne çıkmasına neden olmuşlardır.
Batı ile Türkiye Arasındaki Kara Perde: S-400 Sorunu
Bu kapsamda; 2017 yılından itibaren Türkiye’nin füze savunma sistemi tedarikinde S-400 tercihinin ağır bastığının ortaya çıkmasıyla birlikte, NATO üyesi Türkiye’nin bir Rus savunma sistemini nasıl satın alabildiği sorgulanmaya başlanmıştır. ABD ve bazı önde gelen NATO üyeleri, Rus hava savunma sistemine yönelik itirazlarını gecikmeksizin gündeme getirmeyi gerekli görmüşlerdir. S-400 füze savunma sisteminin NATO’nun karşısında tehdit olarak duran bir ülke olan Rusya tarafından üretiliyor olması, tartışmanın özünü oluşturmuştur. Böylece, konu Batı dünyası ile Türkiye arasında “S-400 sorunu” olarak gündemdeki yerini almıştır.
S-400 sorunu öncesinde de Türkiye’yi artık ‘müttefik’ olarak görmek istemeyen ABD’deki bazı kesimler; F-35 teslimatlarının yapılmaması için çeşitli ‘gerekçelerin’ arkasına sığınmak istemişlerdir. İlave olarak S-400 sorunu bu gerekçeleri perçinlemiş ve daha da belirginleşen kullanışlı bir bahane olmuştur.
S-400 Sorunu Olmasaydı, F-35 Programında Kalınabilir miydi?
S-400 tedariki olmasaydı, diğer bahaneler öne sürülerek de Türkiye’nin F-35 programından çıkarılmasının hedeflendiği çeşitli platformlarda ve beyanlarda ortaya konmuştur. Kanaatimce ana faktör S-400 veya bir başka konu değil, Türk iç siyasetine Amerika’nın dolaylı müdahale etme isteği konunun dolaylı da olsa özünü oluşturmuştur. Bu açıkça ifade edilmek istenmediğinden, çeşitli bahaneler geliştirilmiştir. Türk Hükümeti de bu manada, Amerikan politikalarına bir bakıma çanak tutmuş, siyasi iklim gereği uzlaşı içine girmeyi ikinci plana atmıştır.
Bu kapsamda, Amerikan tarafının müşterek taarruz uçağı F-35 savaş uçaklarının teslimatının durdurulmasına ‘bahane’ gösterdiği, Türkiye ve ABD arasındaki mevcut bazı sorunlar şunlar olmuştur:
- Cumhurbaşkanlığı Korumalarının Davası (ABD):
Türkiye’ye F-35 savaş uçaklarının satışının engellenmesi fikri ilk olarak 2017 yılında ortaya atılmıştır. Erdoğan’ın ABD ziyareti sırasında Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği konutunun önünde olaylar yaşanmış ve bu nedenle Amerikan makamları tarafından Türk korumalar hakkında soruşturma başlatılmıştır. Aynı zamanda, 7 Temmuz 2017 tarihinde ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi üyesi David Cicilline, söz konusu soruşturmada iş birliği yapana kadar Türkiye’ye F-35 savaş uçaklarının verilmemesi yönünde Kongreye bir teklif sunmuştur.
- Rahip Brunson Davası (Türkiye):
ABD vatandaşı Rahip Andrew Craig Brunson’ın FETÖ davaları kapsamında Türkiye’de tutuklanması ve yargılanması da iki ülke arasında 2017 yılı içinde sorun olmuştur. Brunson meselesi nedeniyle ABD Kongresinde çeşitli yasa tasarıları sunularak Türkiye’nin satın aldığı F-35 savaş uçaklarının teslimatının süresiz olarak durdurulması gündeme getirilmiştir. Rahip Brunson’ın tutukluluğunun, 25 Temmuz 2018 tarihinde adli kontrolle ‘ev hapsi’ şeklinde devam etmesi kararlaştırılmıştır.
Bu arada Rahip Brunson Vakası, iki ülkenin farklı siyasal kültür ve geleneklerinin anlaşılması açısından önemli bir olay olarak tarihe geçmiştir. Amerikalılar, dini özgürlükler esasına dayalı olan devletlerinin bir gereği olarak, dini lider ve temsilcilerinin ibadethanelerini kurmaları ve dinlerini yaymaları konusunda yaptıkları çalışmaları doğal görür ve hatta bunları teşvik ederken, Türkiye’nin kendisine özgü siyasal tarih ve siyasal kültürü nedeniyle, misyonerlik çalışmaları bir dini tercih konusu olarak değil de Türkiye’ye yönelik düşmanca bir faaliyet gibi algılanmakta olduğundan, Rahip Brunson Davası da bu algının (başka faktörlerle birlikte) bir yansıması olmuştur.
- Ruslardan S-400 Savunma Sisteminin Satın Alınması:
2017 yaz döneminde Amerikan Kongresindeki 2018 Savunma Bakanlığı ve Dış Yardım Bütçelerinin görüşmeleri esnasında, bazı Kongre üyeleri, S-400’lerin alınması durumunda F-35 savaş uçaklarının güvenliğinin riske gireceği konusundaki fikirlerini ifade etmişlerdir. Amerikan Savunma Bakanlığının Türkiye’nin F-35 programından çıkarılmasının nasıl bir etki yaratacağına dair bir rapor hazırlaması istenmiştir. Böylece, S-400 sorunu, F-35 programında Türkiye’nin devam edip etmemesi boyutunda, Amerikan tarafı için bir çeşit “go, no-go” kriteri haline getirilmiştir.
S-400 Savunma Sistemi Gerçekten Bir Sorun mudur?
Oysa Amerikalılar ve NATO açısından Türkiye’nin füze savunma sistemine olan ihtiyacı, NATO savunma planlaması kapsamında yıllardır gündemde olmuştur. 1990’lı yıllardan itibaren Türkiye, kendi savunma ihtiyaçlarını karşılayacak bir sistem tedariki arayışlarını artırmıştır. Esasında bu ihtiyacın karşılanması, NATO’nun 2030 ajandasında ifade edilen “Caydırıcılık ve Savunmayı Güçlendirme” başlığındaki İttifakın hava savunmasının sağlanması vizyonunu tamamlayıcı bir kuvvet katkısı olarak da Türkiye tarafından NATO’ya bir katkı olarak da görülmüştür.
Türkiye’de konuşlandırılan NATO’ya ait Kürecik radarı ile entegre bir füze savunma sistemi, NATO’nun ihtiyaçlarını da tamamlayıcı bir unsur olarak düşünülmeye başlanmıştır. Türk Hava Kuvvetlerinin Türk topraklarını koruyabilecek bir füze savunma sistemine sahip olmamasının eksikliği, Türkiye’ye yönelik olası füze tehditlerine karşı şüphesiz Ankara açısından bir zafiyet konusu olarak görülmüş ve tedbir geliştirilmek istenmiştir. S-400 öncesinde, Türkiye’nin füze savunma sistemi tedarikine yönelik çeşitli gayretleri ve bu kapsamda ABD dahil NATO müttefikleri ile çok sayıda temasları olmuştur, Ancak bir ilerleme kaydedilmesi çeşitli nedenlerle mümkün olamamıştır.
Buna rağmen, NATO argümanı öne sürülerek, müttefik bir ülke olan Türkiye’nin envanterinde yer alacak S-400 savunma sisteminin, NATO savunma sistemleriyle beraber kullanılamayacağı hususuna Türkiye’nin dikkati çekilmek istenmiştir. Ancak NATO bağlamındaki bütün argümanlar sadece Rusya ekseninde gündeme getirilmemiştir. Bu bağlamda, başka bir NATO ülkesi olan Yunanistan’ın da Türkiye’deki S-400 konuşundan olumsuz (Türk-Yunan sorununa atfen) etkileneceği ve dengenin Türkiye lehine bozulacağı tartışmalarda zımnen ifade edilmiştir.
Türkiye’nin F-35 Programından Çıkarılması:
29 Haziran 2019 tarihinde Osaka’daki G-20 zirvesinde bir araya gelen Trump-Erdoğan, S-400 ve F-35 konusunu konuşmuşlar ancak istenen çözüm gelmemiştir. Tüm Amerikan yaptırım tehditlerine ve ikazlarına rağmen, 12 Temmuz 2019 tarihinden itibaren S-400 füze savunma sistemi parçalar halinde ulaştırma uçaklarıyla Mürted Hava Üssü’ne (Ankara) indirilmeye ve bu üs’sün içinde belirlenen geçici konuş bölgesinde S-400 sistemleri kurulmaya başlanmıştır.
S-400’lerin Türkiye’ye gelmiş olması, ABD açısından bardağı taşıran son damla olmuştur. Neticede Kongre, Pentagon raporu doğrultusunda harekete geçmiş ve 17 Temmuz 2019 tarihinde Türkiye’yi F-35 programından çıkarma kararı almıştır.
CAATSA Yaptırımları:
Bu arada Pentagon, Rus askeri personelin S-400 radar sistemlerinden toplayacağı parça parça bilgi setleri ile F-35 uçağının müttefiklere açık bulunan teknik verilerine erişebilme imkânı bulabileceğini iddia etmiştir. Rus personelin S-400 sisteminin kurulumu, kabul testleri, kullanıcı eğitimleri ve sonrasında periyodik bakımları için bile Türkiye’de zorunlu olarak bulunmasının, F-35 bilgilerine erişim yönüyle sıkıntı oluşturacağı raporda ifade edilmiştir.
Türkiye, Rus sisteminin alınmasının hiçbir şekilde Batılı savunma sistemlerine zarar vermeyeceğini savunmuş ve olası yanlış değerlendirmelerin önüne geçmek için “S-400’lerin F-35’lerle entegreli kullanılmayacağını” beyan etmiştir.
Buna rağmen, 27 Temmuz 2017 tarihinde Senatoda 98-2 oy oranı ile kabul edilen CAATSA (Amerika’nın Hasımları ile Yaptırımla Mücadele Yasası-Countering America’s Adversaries Through Sanctions Act) kanunu, Rusya’ya yönelik yaptırımların devam etmesi amacıyla 2017 yılının Ağustos ayında yürürlüğe girmiştir. Türkiye’ye S-400 sistemini ihraç eden Rosoboronexport isimli şirket de Ruslara yönelik yaptırımların muhatapları arasında yer almıştır. Dolayısıyla Rusya için uygulamaya konulan CAATSA yaptırımları, dolaylı olarak Türkiye’ye de uygulanmaya başlanmıştır.
Son tahlilde CAATSA bağlamındaki yaptırımlar, 7 Nisan 2021 tarihi itibariyle başlatılmıştır. Bu bağlamda, kurum bazında Savunma Sanayii Başkanlığı’nın ABD’de ihracat lisansını kullanma ile ABD ile bağlantılı finans kuruluşlarından kredi kullanma hakları iptal edilmiştir. Öte yanda, Rusya’dan benzer şekilde S-400 füze savunma sistemini satın alan Hindistan’a ilk teslimat 2021 yılı son çeyreğinde yapılmıştır. Ancak, Hint-Pasifik bölgesinde Çin’in çevrelenmesinde önemli bir güç olarak Amerika çıkarlarına katkı sağlaması beklenen Hindistan’a herhangi bir CAATSA yaptırımı söz konusu edilmemiştir. Anlaşmanın ‘teknik’ boyutunun işletilmesi, sadece Türkiye için gerekli görülmüş ve Hindistan Amerikan yaptırımlarından ‘siyaseten’ muaf tutulmuştur.
Türkiye’nin Savaşı Durdurmaya Yönelik Çabaları:
24 Şubat 2022 tarihinde başlayan Rusya-Ukrayna Savaşında Türkiye, NATO içerisinde Batı ile uyumlu bir politika izlemiştir. Ayrıca Rusya ve Ukrayna ile olan ilişkilerini devam ettirmiş, her iki ülkeye karşı açık tutum içerisinde olmuş ve aktif tarafsızlık politikası gütmüştür. Mümkün olduğunca tarafları çeşitli platformlarda (Antalya ve İstanbul benzeri) bir araya getirme gayretini samimiyetle sürdürmüş, bu durum hem Batı dünyasının hem de savaşan tarafların Türkiye’ye güvenini artırmıştır. Böylece Türkiye, bu etkileri küresel hale gelen bu savaşın durdurulmasında bir nevi kısmî arabuluculuk sorumluluğunu ve bu bağlamda kamu diplomasisi işlevini üstlenmiştir.
Türkiye’nin Batı’nın Yanında Yer Almasının Sonuçları:
Yeni ittifak arayışlarına sahne olan ve dünya düzeninin yeniden şekillenmeye başladığı bu kritik dönemde, Batı açısından Türkiye’yi tekrar kazanmak zorunlu görülmüştür. Bunun etkisiyle, Rusya-Ukrayna savaşında Türkiye’nin oynadığı rol ve Batı ile iş birliğine yanaşması ‘ödüllendirilmiş’, daha önce Batı Dünyası tarafından Türkiye’ye karşı S-400 bağlamında alınan yaptırım kararları gevşetilmeye başlanmıştır.
Mart ayının sonlarına doğru Fransa-İtalya ortaklığındaki SAMP-T uzun menzilli hava savunma sisteminin Türkiye ile ortak üretimi projesi Fransa Savunma Bakanlığı heyetinin Ankara’yı ziyaretiyle birlikte yeniden canlandırılmıştır.
Türkiye’ye yönelik yaptırımlara öncülük eden ABD, Türkiye’nin ilave F-16 satın alım ve mevcut F-16’ların modernizasyonu yönündeki teklifinin onaylanmasını öneren mektubu Kongre’ye göndermiştir. Bu durumu olumlu bir gelişme olarak gören Millî Savunma Bakanlığı’nda; Pentagon nezdinde başlatılan F-35 konulu müzakerelerin de önümüzdeki süreçte yeniden canlandırılması ve Türkiye’den bir siyasi-askeri heyetin Washington’a davet edilmesi beklentisi artmıştır.
ABD’ye benzer şekilde, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile İngiliz Dışişleri Bakanı Liz Truss’un 6-7 Nisan 2022 tarihlerinde bir araya geldikleri NATO Dışişleri Bakanları toplantısı sonrasında, İngiltere’nin Türkiye’ye uyguladığı ihracat kısıtlamalarını kaldırdığı açıklanmıştır. Benzer şekilde Kanadalı mevkidaşı Melanie Joly ile görüşen Çavuşoğlu, bir mektup teatisiyle kısıtlama sorununu (FLIR-görüntüleme ve lazerleme sistemlerinin kullanımına yönelik) aşma konusunda mutabık kaldıklarını beyan etmiştir.
Sonuç:
Rusya-Ukrayna Savaşı, Türkiye’nin jeopolitik önemini tekrar Batı Dünyasına hatırlatmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra görüldüğü üzere, bugün de Türkiye’siz Rusları çevrelemeye yönelik bir küresel politikanın baştan ‘kusurlu’ olacağı tekrar idrak edilmiştir.
Su'dan sebeplerle Türkiye’yi F-35 programından çıkaran ABD, diğer Batılı müttefiklerinin de özellikle savunma sanayii alanında Türkiye’ye yaptırım uygulamalarının önünü açmıştır. Şimdilerde hakikatte Türkiye açısından hiçbir şey değişmemesine rağmen, Türkiye ile ilişkilerde sert tavırlar bir kenara bırakılmış ve uzlaşı esaslı bir diplomasi öne çıkarılmıştır. Erdoğan liderliğindeki Türkiye de Batı ile daha uyumlu bir dış siyasa izlemeye başlamıştır. Siyaset Bilimi açısından baktığımızda, bu gelişmelerin dış siyasete olan olumlu yansımaları yanında Türk iç siyasetinde de Erdoğan’a önemli kazanım fırsatları sunacağı, siyaseten içerde elini güçlendirici bir rüzgârın estirmesine katkı sağlayacağı değerlendirilmektedir.
“Türkiye’nin F-35 programından çıkarılmasındaki ana faktör S-400 veya bir başka konu değil, Türk iç siyasetine yönelik Amerika’nın dolaylı müdahale etme isteğidir.” saptamasını farz ve kabul ettiğimizde, ABD ve Batı’nın Erdoğan’la yola devam etme yönünde bir eğilim içine girdikleri anlaşılmaktadır. Erdoğan’ın pragmatizme dayanan siyaset anlayışı burada da meyvelerini, başka gelişmeleri göz ardı edersek, verme ihtimali yükselmiştir.