Ürdün Kralı Abdullah'ın Ortadoğu NATO'su Fikri
İngiltere; II. Dünya Savaşı sonrasında tekrar Orta Doğu’da kendi nüfuz alanlarını tesis etmek istedi. İngiltere; Türkiye’nin güvenlik endişelerini, kendisinin Süveyş menfaatleri ile birleştirdi ve Türkiye’nin de katılacağı bir Orta Doğu Savunma Sistemini kurmak istedi.
II. Dünya Savaşı Sonrasında Ortadoğu Komutanlığı Kurulması Fikri
Türkiye, 18 Şubat 1952 tarihinde Yunanistan’la birlikte NATO’ya üye olmuştur. Böylece o dönemde NATO’ya üye ülke sayısı 14’e yükselmiştir.
İngiltere ilk başlarda, Türkiye’nin NATO’ya girmesine olumlu bir yaklaşım sergilemeyen ülkelerin arasında yer almıştır. Bunun sebebi, İngiltere’nin II. Dünya Savaşı sonrasında tekrar Orta Doğu’da kendi nüfuz alanlarını tesis etmek istemesidir. İngiltere; Türkiye’nin güvenlik endişelerini, kendisinin Süveyş menfaatleri ile birleştirmiş ve Türkiye’nin de katılacağı bir Orta Doğu Savunma Sistemini kurmak istemiştir.
İngiltere’ye göre; Orta Doğu’yu kim elinde bulundurursa, üç kıtaya da erişim gücüne sahip olabilecekti. Bu bölgede nüfuz sahibi olmak, özgür bir dünya düzeninin kurulmasını sağlayacaktı. Orta Doğu’nun Sovyet kontrolüne girmesi durumunda, özgür dünya çok küçük bir bölüm olarak kalacaktı. Bu düşüncelerden hareketle, İngiltere Orta Doğu politikasını NATO sınırları dışında tutmayı, dolayısıyla Türkiye’yi üyelik sürecinde desteklememeyi, kendi çıkarları ve beklentileri açısından daha doğru bulmuştu. Ayrıca İngiltere, Türkiye’nin de dâhil olmasını istediği tüm bölgeyi kapsayan bir organizasyon kurulmasını arzulamıştı. Her durumda Orta Doğu’ya yönelik İngiltere ve ABD politikaları çakışmaya başlamıştı.
İngiltere, Süveyş Kanalı’nın savunulması esasına dayalı iç halka etrafında şekillenecek bir merkezî savunma (inner defense-inner ring) yaklaşımını dikte ettirmeye çalıştı. Amerikalılar ise Sovyet Rusya’nın çevrelenmesi (containment) politikasına yönelik oluşum safhasındaki tartışmaların etkisiyle Orta Doğu’nun etrafında Türkiye, Irak ve İran’ı kapsayacak dış halkayı oluşturmak, bu çerçevede bir dış savunmayı (outer defense-outer ring) teşkil etmek için gayret gösterdi.
Rusları çevreleme politikası, halkaya Türkiye dâhil edilmezse, neredeyse imkânsız bir görev olarak görülmeye başlandı. İngiltere, Arap devletlerinin kendisine karşı soğuk bakmasının önüne geçilmesi ve oluşturulacak Orta Doğu savunmasına yönelik paktın kabul görmesi için Türkiye’yi yanına almaya öncelik verdi. NATO üyeliğini elde edecek bir Türkiye’nin kayıtsız şartsız İngilizlerin Orta Doğu politikasına destek vermeyebileceğini değerlendiren İngiltere, kendi dış politika beklentileri ve bölgesel çıkarları nedeniyle Türkiye’nin NATO üyeliğine sıcak bakmıyordu.
Türkiye'nin ve ABD'nin Ortadoğu Komutanlığı Kurulmasına Karşı Tutumu
Türkiye ise NATO’ya üyeliğini elde etme sürecinde iki prensibe önem vermişti. Birincisi, üyeliğe yönelik teknik askerî ihtiyaçların karşılanmasıydı. İkincisi ise NATO’da kararlar ittifakın genel yararına uygun olarak alınması, herhangi bir ülkenin bireysel çıkarlarının (İngilizlerin Orta Doğu Politikası kastedilmekteydi) karşılanmasına hizmet edecek kararların ittifak içinde hayata geçirilmesi konu edilmemeliydi.
Bu minvalde ABD, Türkiye’nin hassasiyetlerini anlayan bir tutum içinde olmaya başlamıştı. Zamanla, Türkiye’nin NATO’ya üyelik süreci ile Orta Doğu Komutanlığı görüşmelerini ayrı kulvarlarda tutmayı ve değerlendirmeyi Amerikan siyaseti yeğledi. Ancak, İngiltere Türkiye’nin üyeliğinin gerçekleşmesi karşılığında olası bir savaşta, Türk askerlerinin İngiltere liderliğinde teşkil edilecek Orta Doğu Komutanlığının emrine verilmesini şart koşmaya devam etti. İngiliz teklifi, Birleşik Amerika’nın tam siyasetini belirleyemediği Orta Doğu bölgesini ilgilendirdiğinden ABD tarafından desteklenmedi. Bunun üzerine Arap ülkeleri ve Türkiye tarafından da derhâl reddedildi. Neticede üyelik protokolünün imza aşamasında, İngiltere, bu konuları tekrar gündeme getiremedi ve 17 Ekim 1951 tarihinde üyelik protokolü en son Danimarka’nın imza atmasıyla birlikte tamamlandı.
Ürdün Kralı Abdullah'ın Ortadoğu NATO'su Oluşumunu İstemesi:
Günümüze dönecek olursak, Ürdün Kralı II. Abdullah, NATO ile aynı hatlar üzerine inşa edilmiş bir Orta Doğu askeri ittifakı fikrini desteklediğini söyledi. İngilizlerle sıkı ilişkisi olan Ürdün Kraliyet Ailesinin başındaki kişi olarak Kral Abdullah, İngilizlerin geleneksel Akdeniz Komutanlığı kurma fikrini tekrar canlandırmak için öne atılması manidardır. Doğu Akdeniz’deki son on yıldır ortaya çıkan gelişmelerin, gerginliklerin ve bu bölgedeki hidro-karbon yataklarının kullanım hakları ve erişim güzergahının alternatiflerinin uluslararası gündemi işgal etmeye başladığı bu dönemde Kral Abdullah, herhalde İngilizlerden icazet almadan İngiliz politikalarının hamiliğine soyunacak değildir.
Önerdiği gruplaşmayı “Ortadoğu NATO’su” olarak isimlendiren Kral Abdullah; bu tür bir oluşumun misyonunun iyi belirlenmesi gerektiğini, misyon ifadesinin en baştan net olmasını, bölgedeki ülkelerin olabildiğince bu oluşuma dahil etmesini, Ortadoğu’da NATO’yu onaylayacak ilk insanlardan biri olacağını CNBC televizyonuna verdiği demeçte ifade etmiştir. Ülkesinin NATO operasyonlarına bildiğini, Ürdün’ü NATO’nun bir ortağı olarak gördüğünü, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasından sonra değişen dengeler ve ortaya çıkan sorunların (enerji ve emtia fiyatlarının artması vb.) çözümünde bu oluşumun yardımcı olabileceğini iddia etmiştir.
Sonuç:
70 yıl sonra İngiltere’nin, vekalet diplomasisi yoluyla Doğu Akdeniz’e yönelik eski düşüncelerini günümüzde tekrar gündemi getirmek için Ürdün Kralı Abdullah üzerinden ifade etmeyi tercih ettiği anlaşılıyor. Avrupa Birliği’nden ayrılan İngiltere, özellikle Türkiye dahil Ortadoğu ülkeleri ile yeniden sıcak temaslarını artırdığı gözlemlenmektedir. Bu yönüyle AB dış siyasetinden bir adım önde olan İngiliz dış siyaseti, Akdeniz’de sahip olduğu stratejik özerkliği ve tarihsel askeri varlığını (Kıbrıs, Malta ve Cebelitarık) artırma gayretine girmeye hazırlanıyor. İngiltere’nin Akdeniz’deki adımları daha yakından izlenmeye değer gözüküyor.