Çalışıyorsa Elleşme, Kalsın
1970’lerin sonunda servise giren F-16 savaş uçağının üretim bandı, üzerinden yarım asır geçmesine rağmen, halen açık tutulmaktadır. ABD donanması da benzer şekilde Aleigh Burke sınıfı destroyerlerinin üretim hattını açık tutmaktadır.
Anadolu’da Bir Kazının Hatırlattıkları:
Anadolu’daki antik bir kazının lideri olan yabancı bir bilim adamı, kazıda ev yaşamında kullanım için üretilmiş bir satır bıçak keşfeder. Büyük bir itina ile çıkarıp temizlerler. Bu satır bıçağı gören ve kazıda çalışan köylünün biri şaşkınlıkla şöyle der. “Bunun aynısından benim evimde de var.”
Bilim adamı, köylüden rica eder ve adam evindeki kendi satırını bilim adamına getirir. İki satır bıçak karşılaştırıldığında, aynı ustanın elinden çıkmış olduğu anlaşılır. İşin en enteresan tarafı ise satırlar birbiriyle aynı karbon tarihlemesini vermektedirler. Satırı atalarından kalan ve hala kullandıkları bir alet olarak niteleyen köylümüze bilim adamı rica eder ve bir kan örneği alır kendisinden. Yapılan genetik analize göre köylümüz, yüzde yüz antik medeniyetin yaşayan bir mensubu olarak çıkar!
Konu aletler hele de silahlar olduğunda, zaman kolay kolay ilerlemez. Zira bazı enstrümanlar, düzgün bir şekilde bakımı yapıldığı müddetçe, görevini zamandan bağımsızmışçasına devam ettirebilmektedirler. Hatta binlerce yıllık bir kılıç da, yüzlerce yıllık ağızdan dolma bir tüfek de, hala kendi parametreleri içerisinde ölümcüllük özelliklerini koruyabilmekte, silah olarak işlevlerini yerine getirebilmektedirler. Onları savaş sahnesinin dışına atan husus, sadece parametrelerin değişmesi dolayısıyla, bu tür ‘eski’ sistemlere artık yer verilememesi ve nihayetinde gözden düşmeleridir.
F-4 Savaş Uçağı ve Diğerleri:
Bir satır bıçak örneğinden yola çıkarak, sizlere bu tür tercihlerin zaman içinde bir askeri alışkanlık haline gelebildiğine işaret etmek istiyorum. Bildiğiniz üzere, askeri modernizasyon programlarının temelinde de bu yatar. 1950’li yılların teknolojisiyle hayata gözlerini açan F-4 tayyaresinin, 2022 yılında hala uçmasının sebeplerinden birisi de budur.
Bununla birlikte, bu klasik yaklaşım veya alışkanlık dönemi artık sona ermek üzeredir. Sanayi devriminin sürekli üretim, seri üretim ve yeni üretim çılgınlıkları bile artık geçerliliğini yitirmektedir. Zira gelişen teknolojiyle birlikte, savaş alanı beklentilerinin de radikal biçimde değiştiğini her birimiz görebilmekteyiz. Bu da bırakın yeni silahlardan istenen parametreleri değiştirmeyi, düşünsel ve operasyonel zemini yerle bir etme sonucunu doğurmaktadır.
Bir Şey İyi Çalışıyorsa, Asla Ona Dokunma:
Bu değişim baskısına rağmen, bazı klasik alışkanlık olarak kabul edilebilecek şeyler, askeri alanda da geçerli bir kural olarak varlığını devam ettirebilmektedir: Bir şey iyi çalışıyorsa, asla ona dokunma.
1970’lerin sonunda servise giren F-16 savaş uçağının üretim bandı, üzerinden yarım asır geçmesine rağmen, halen açık tutulmaktadır. ABD donanması da benzer şekilde Aleigh Burke sınıfı destroyerlerinin üretim hattını açık tutmaktadır. M-1 Tankı sürekli modernizasyonlara tabi tutulmakta ve hala dış müşteriler için Amerikan savunma sanayisi tarafından üretimi yapılmaya devam edilmektedir. Yani karada, denizde ve havada birçok sistem, “bir şey iyi çalışıyorsa, asla ona dokunma” prensibi doğrultusunda korunmakta, sadece gerektiği kadar güncellenmekte ve üretimleri sürdürülmektedir. Bununla birlikte, konu uzay ve siber uzay olduğunda biraz farklılaşmalara şahit oluyoruz.
Son yıllarda, uluslararası arenada, savunma sanayileri ve bunun çıkış noktası olan milli stratejiler değişim süreçlerine tabi olmaya başlamıştır. Türkiye benzeri gelişmekte olan ülkeler, büyük değişimleri ancak yakalamak için gayret gösterebilmekte, maalesef geriden veya arkadan gelen ülkelerin ortak kaderini paylaşmaktadırlar.
Değişmeyen Nükleer Silahlar ve Buna Bağlı Caydırıcılık:
Savunma sanayisinde dünyada açık ara en önde olan ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrasında tüm stratejisini Nükleer Caydırıcılık temeli üzerine kurgulamış ve 70 yılı deviren temel taşlarını böylece korumaya gayret göstermiştir. Öte yandan, Soğuk Savaş’ın sonrasında ordusunda ‘sürekli dönüşüm (transformasyon)’ görüşünü benimseyen Birleşik Amerika, bugünlerde tüm stratejisini komple yeniden inşa etmeyi planlamaktadır. Bu büyük değişimin, Amerikan ordusunun yıllık 700 milyar tutan cari savunma harcamalarına ilave olarak toplamda bir buçuk trilyon doları geçecek bir faturası olacağı hesap edilmektedir. Amerika örneğinde olduğu üzere, günümüzün yüksek teknolojisi, yüksek maliyetli yeni çözümlere ulusları itmekte, adeta zorlamaktadır.
Amerikan değişim stratejisine sadece yeni tip savaş başlıkları, terminal aşamada manevra yapabilen balistik füzeler, yeni nesil seyir füzeleri, giderek tekrar önem ve anlam kazanan, hatta kimliksel bir değişime uğramakta olan orta menzilli balistik füzeler gibi hususların penceresinden bakmamak lazımdır. Kıtalar arası balistik füzelerden (ICBM) tutun da taktik seviyeye kadar inen, tüm stratejik nitelikteki güç çarpanları; stealth (görünmezlik) yeteneği, yönlendirilmiş enerji silahları ve bunlara karşı dayanıklılık, gelişmiş elektronik harp uygulamaları, siber güvenlik vb. sayısız görünmez parametre öne çıkmaktadır.
Savaşın Yeni Boyutları:
Savaşa yeni bir boyut getirmesi hedeflenen öncü bakış açılarında, sadece dost unsurların stratejik kararlılığının korunması bazında değil, düşmanın stratejik kararlılığına karşı koyma vasıtaları yönüyle de bakılmaktadır. Bu durum, ifade ettiğimiz bütçeleri Amerika için bile kaldırılamayacak bir yük haline getirebilir. Örneğin, sadece ABD için toplamda dört trilyon dolara çıkabilecek esnek bir bütçe ayrılmasını gerektirdiği konuşulmaktadır.
Elbette bu tür süreçler yıllara yayılmak durumundadır. Fakat yine de bir ülkenin tek başına altından kalkması zor bir külfet olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Böylesi kritik hususları uluslararası iş birliği ve çeşitli konsorsiyumlarla çözmeye yönelik olası yönelişler, klasik güvenlik kaygılarına tezat, alışkanlıklara zıt bir tutum değişikliğini gerektirmektedir.
Uluslararası Konsorsiyumlar Artabilir:
F-35 savaş uçağının müşterek taarruz uçağı rolünde üretilmesine benzer konsorsiyumların, Avrupa ülkeleri arasında görülen silah sanayisindeki iş birliklerinin artarak devam etmesi söz konusudur. Böylece, bir devletin üzerine binen yükün kısmen paylaşımı mümkün olabilmektedir. Bunun olumsuz etkileşimleri de olabilir. Örneğin, yine klasikleşmiş devlet şeklinin felsefi altyapısını oluşturan ulus-devlet kavramında değişiklikler yaşanabilir. Bir kere olağanüstü koşulların varlığı kabul edilmeye başlandığında, olağanüstü değişimler ve tedbirler kendiliğinden ortaya çıkabilmektedir. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
1950’li ve 1960’lı yıllar içinde, sıfırdan bir stratejik nükleer caydırıcılık / kararlılık kurmak, ülkeler için günümüzde olduğu kadar devasa masrafı olan bir yetenek olarak görülmüyordu. O zamanların ruhu, bu işin çok daha az maliyetle, daha basit ve mantıklı araçlarla kotarılmasına izin veriyordu. Böylece çok sayıda ülke, nükleer silah yeteneğine ve buna bağlı nükleer caydırıcılığa sahip olabilmiştir. Bu manada Fransa’nın 1960’larda de Gaulle üzerinden NATO’dan bile bağımsız bir askeri yetenek geliştirmek istemesi ve bunun temeline nükleer yetenek kazanımını koyması boşuna benimsenmiş bir strateji değildir. Fransa, bu sayede günümüzde kendi kimliği olan devasa bir savunma sanayisini geliştirme fırsatını yakalamış, küresel silah pazarında önde gelen bir oyuncu olabilmiştir.
Yaklaşık yarım asır önce bazı öncü ülkeler tarafından kazanılan nükleer caydırıcılık yetenekleri, emniyet gereklilikleri hariç bu tür silahların üzerine bir şey konulmadan, herhangi bir değişiklik yapılmadan muhafaza edilebilmiş ve çok az bir maliyetle yüksek seviyeli bir caydırıcılık devletler tarafından devam ettirilebilmiştir.
Görüldüğü üzere, iyi çalışan ve güvenilir sistemlerin, materyal ömürlerinin son raddesine kadar değiştirilmeden korunmasına yönelik bir tutum devletler tarafından benimsenmiştir.
Öte yandan, her bağımsız devlet, kendisine özgü bir zaman ve kaynak akışına sahiptir. Bu kapsamda ABD için 1,5 trilyon dolar tutacak bu süreci, Çin’in 0,5 trilyona, Rusya’nın ise 0,3 trilyona gerçekleştirmesi söz konusudur. Elbette her ülkenin kendisine göre farklı beklentileri ve özel koşulları da vardır. Bazı ülkeler tarafından ortaya çıkarılacak sistemlerin etkinliği ise, devasa paralar harcayan ABD’nin sistemlerinden daha düşük nitelik ya da niceliğe sahip olabilir. Fakat konu kitle imha silahları olduğunda, bir ülkenin kendisini güvende hissetmesi ana faktördür. Bu hissiyat, kendisine özel hal ve durumların gölgesinde, o ülkenin özel şartlarına göre şekillenir.
Sonuç:
Stratejik caydırıcılık, birçok boyutuyla birçok ülkenin üzerinde çalıştığı bir konudur. Nükleer kulübe katılmaya hazırlanan yeni ülkelerin bir kısmı, sistemsel körlükle işi diğer öncü ülkelerin yarım asırdır gittiği yoldan gitmek için çabalarken, bir kısmı da teknolojinin gelişen ufkundan yararlanarak çok daha farklı ve caydırıcı bir kimliğe sahip olmayı hedefleyebilir.
Kısacası tüm ülkeler için, geleceklerini korumak, caydırıcılıklarını artırmak, nükleer silah haricinde yeni bir kapasite inşa etmek bir süreç olarak devam etmektedir. Bu süreç, eskisinden farklı gelişmektedir. Uluslararası sistemde ana aktör olan devletlerin dikkate almaları gereken tehdit yelpazeleri; geçmişte olduğundan çok daha geniş olabilir ama savaşa özgü olan bulanıklık (fog) benzeri bir durum, barış döneminde ‘ne yapılmalı, gerçek tehdit nedir?’ belirsizliğiyle ülkeleri karşı karşıya bırakabilir.