Şah Döneminin Şanlı İran Hava Kuvvetlerinden Geriye Ne Kaldı?
Rıza Şah, 1941 yılında milliyetçiler tarafından devrilse de oğlu 1953 yılında CIA ve MI6 destekli bir karşı darbeyle milliyetçileri iktidardan uzaklaştırdı ve Anglo-Sakson dünyasının petrol kartellerinin çıkarlarını gözeten şahlık idaresini geri getirdi.
İran, Pers İmparatorluğu’nun mirası üzerine kurulu bir ülkedir. 2.500 yıllık bir geçmişi olan İran, 1979 yılında devrimle iktidara gelen Humeyni rejiminin, bir başka deyişle molla rejiminin hüküm sürdüğü yıllar haricinde, neredeyse tüm zamanlarda monarşi ile yönetilmiştir. İran’ın önde gelen aileleri, monarşi ile iç içe yaşamaktan hep hoşnut olmuşlar, diğer birçok ülkede görülen demokrasi arayışlarından ve/veya cumhuriyet rejimine geçiş gibi mücadelelere girişmekten uzak durmuşlardır. Bu nedenle olsa gerek, bu ülkedeki değişim adına her ne yaşandıysa, hepsinin merkezinde, merkezî hükümetin kendisi olmuştur.
Yaşanan bütün değişimler boyunca İran’ın coğrafyası ve temel kimliği değişmeden ayakta kalabilmiştir. Günümüzde İranlılar aşağı yukarı büyük dedelerinin yaşadıklarıyla aynı sınırlar içerisinde hayatlarını sürdürüyorlar. Yüzölçümü Türkiye’den iki kat, Fransa’dan üç kat ve İngiltere’den altı kat daha büyük bir ülkedir. İran hem Şiilikle hem İslamiyet’le hem de başta Sasaniler, Ahamenişler ve Partlar olmak üzere İslamiyet öncesi tarihleriyle özdeşleşmiş bir toplum yapısına sahiptir. Şair Firdevsi ve onun Şahnamesi, aynı zamanda İran’daki ulusal kimliğin özünü teşkil eder. İranlılar arasında ulusal bilincin modern çağdan çok öncesine dayandığı görülür. Bu bilincin varlığına rağmen devlet kelimesi şahlık yönetimi anlamıyla özdeş bir yapıya sahipti.
“İran’da sadece bir tek Şah’a yer var ve o Şah ben olacağım” diyen Rıza Şah, 21 Şubat 1921’de darbe yaparak iktidarı ele geçirdi. Yeni devletini iki ana dayanağın, ordu ve bürokrasinin üstüne kuran Rıza Şah, yönetim modeli hariç, çağdaşı Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığına benzer şekilde ülkesine Batı tarzı modern yaşamın altyapısını getirdi. Rıza Şah, 1941 yılında milliyetçiler tarafından devrilse de oğlu 1953 yılında CIA ve MI6 destekli bir karşı darbeyle milliyetçileri iktidardan uzaklaştırdı ve Anglo-Sakson dünyasının petrol kartellerinin çıkarlarını gözeten şahlık idaresini geri getirdi. Öte yandan bu darbe, yeni şahı İngilizlerle, Anglo Iranian Oil Company ile ve emperyalist güçlerle özdeşleştirmişti. Diğer bir deyişle Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, tarafsızlık ve sosyalizm çağında Şah Pehlevi monarşisi, ayrılmak ve kaçınılmaz bir biçimde emperyalizm, çokuluslu kapitalizm ve Batı’yla yakınlaşma anlamına geliyordu. Nitekim 1979 devriminin asık kökleri 1953 yılındaki İngiliz-Amerikan destekli darbeye kadar uzanıyordu. Darbe, milliyetçilik, sosyalizm ve liberalizmin yerine İslam ‘köktendinciliğinin’ konması için zemini hazırlamıştı.
Bu durum saklı kalmak üzere, Şah Pehlevi döneminde İran Hava Kuvvetlerine yapılan yatırımı ele almayı, 13 Nisan 2024 tarihinde İran’ın İsrail topraklarına füzelerle ve kamikaze İHA’larla yaptığı saldırının neden savaş uçakları kullanılarak yapıl(a)madığını anlamaya çalışmayı önemsiyorum.
Darbe sonrasında, İran’ın 1954-1955 yılların 34 milyon dolar olan petrol geliri, 1975-1976 dönemine gelindiğinde 20 milyar dolara ulaşmıştı. Bu yıllarda devletin gelirlerinin yüzde 70’i petrol satışlarından geliyordu. İran tam manasıyla bir petrol devletine dönüşmüştü. 1970’li yıllarda, 1973 Arap-İsrail Savaşı sonrasında petrol fiyatlarının dört kat artmasıyla birlikte gelirleri iyice artan İran’da Pehlevi Hanedanı, kendi iktidarını ayakta tutan üç dayanaktan (ordu, bürokrasi ve saray ehli) biri olan İran Ordusuna yatırımı arttırdı. 1975 yılına gelindiğinde, Şahın emrinde Basra Körfezi’nin en büyük donanması, Batı Asya’daki en büyük hava kuvveti ve dünyanın en büyük beşinci ordusu vardı.
İran Ordusu sahip olduğu 1.000 modern tank, 400 helikopter, 28 hoverkraft, 2.500 maverick (havadan yere) füzesi, 225 adet F-4 Phantom savaş uçağı, 166 adet F-5 savaş uçağı, 79 adet F-14 savaş uçağı ve 10 adet Boeing yapımı 707 ulaştırma uçağıyla donatılmıştı. O yıllarda dünyada en fazla silah satın alımı yapan ülkelerin başında İran geliyordu. 1975 yılında Türkiye’ye 1974 yılında zorunlu olarak yaptığı Kıbrıs Harekâtı nedeniyle silah ambargosu uygulamaktan geri kalmayan ABD, adeta İran’a silah yetiştirmeye çalışıyordu. 1978 yılına, devrimden bir yıl önce dahi Şah İran Ordusunu büyütmeye devam ediyordu. 12 milyar dolarlık bir silah siparişi verdi. Yeni siparişlerin temin edilmesi halinde İran, Basra Körfezi’nde olduğu kadar Hint Okyanusu’nda da en güçlü devlet olacaktı. Şah, 160 adet F-16, 80 adet F-14 ve 209 adet F-4 uçağının yanı sıra, 3 adet destroyer (muhrip) ve 10 adet nükleer denizaltı siparişi vermişti. Ayrıca Batı Avrupalılarla İran topraklarında nükleer tesis kurmaları için antlaşma sözleşmeler imzalamıştı. Şah aynı zamanda 1994 yılına kadar 20 nükleer reaktör inşa etmek için yaklaşık 33 milyar dolar harcamayı planlıyordu.
1954 yılında 60 milyon dolarlık bir bütçeye sahip olan İran Ordusu, 1977 yılına gelindiğinde 7.200 milyar dolarlık büyüklüğü olan muazzam bir bütçe kullanım imtiyazına sahip olmuştu. Ancak Humeyni önderliğindeki muhalefeti bastırmak için görünürdeki bu güçlü ordu yeterli gelmemiş, Şah kolaylıkla devrilmişti. 1979 yılında Şah Pehlevi’nin yerine geçen Humeyni ise artık şahların bile hayal edemediği anayasal yetkilerle donatılarak ülkesini yönetmeye başladı.
1980-1988 yılları arasındaki İran-Irak savaşı devlete genişleme, yeni rejimi perçinleme imkânı sunarken, düşen petrol fiyatlarının da etkisiyle, Şah döneminde inşa edilen İran Ordusunun erimesine yol açtı. İki ülke arasındaki savaşı başlatan Saddam’ın niyeti Şattü’l Arap’ı ele geçirmek olsa da, sekiz yılın sonunda eline hiçbir şey geçmedi. Bu savaş İran’ın zayıflamasına yol açarken, Saddam’ın da sonunu getiren yolun açılmasına neden oldu.
Günümüz İran’ında Hava Kuvvetlerinin envanterinde 63 adet F-4, 41 adet F-14, 35 adet F-5E, 13 adet F-5B, 24 adet MiG-29, 23 adet Su-24, 17 adet Chengdu F-7, 17 adet Mirage F-1, 2 adet YAK-130 uçağı bulunuyor. Ayrıca Rusya’ya verilen 24 adetlik Su-35 siparişinin de bir iki yıl içinde tamamlanması bekleniyor. Bu arada İran Hava-Uzay Sanayisi HESA tarafından tersine mühendislikle bazı savaş uçağı geliştirme projeleri hayata geçirilmeye çalışılıyor. Örneğin F-5 türevi HESA Suegch bunlardan biri olup, ancak 6 adet üretilebilmiştir. Yine 3 adet benzeri özelliklere sahip Kevser uçağı üretilmiştir. 6 adet İran yapımı özgün savaş uçağı Azarakhsh üretilmiş olsa da bu uçağı havada gören olmamıştır. Günümüz şartlarında Ukrayna’da destek verdiği Rusya’dan ve belki ileride Çin’den başka hiçbir ülkeden savaş uçağı satın alması söz konusu olmayan İran’da, Hava Kuvvetleri modern bir hava kuvveti görünümünden uzaktır. Savaş uçağı sayısı ve eldeki uçakların faaliyet oranlarının sağlanması yönüyle büyük sıkıntılar yaşamakta olan İran, çareyi karadan karaya balistik ve seyir füzelerini geliştirmekte, basit yapıdaki insansız hava araçlarını yapmaya yönelmekte bulmuştur. Bu sayede 13/14 Nisan gecesi İsrail topraklarına yapılan saldırıda yaklaşık 170 adet kamikaze dron, 30 adet seyir füzesi ve 120 adet balistik füze kullanılmıştır. Bu alanda yetkin bir seviyeye ulaştığı gözlemlenen İran’ın yine de Hava Kuvvetleri açısından baktığımızda, büyük bir savaşı kaldırabilecek bir envantere, hava gücü yapısına sahip olmadığına inanıyorum. Bunun bilincinde olan İsrail’in İran’a saldırmakla (nükleer silah kapasitesine sahip olmasını engellemek dışında) uğraşmak yerine, İran destekli olduğu iddia edilen Hizbullah, Hamas gibi silahlı gruplarla doğrudan savaşmaya devam edeceğini, savaşı İran topraklarına taşımayacağını değerlendiriyorum.