Absürdistan’da Vatandaş Olmak
Absürdistan’da beni en çok şaşırtan olaylardan biri de buydu. Hemen herkes ülkesini çok sevdiğini, ırmağının akışına ölebileceğini falan söylüyordu ama fırsatını bulan, çıkarı için kurnazlıkta sınırları zorlamaktan geri durmuyordu.
İnsan dediğiniz kuş misali, oradan oraya göç etmekle geçer hayatı. Benim Absürdistan vatandaşı olma hikâyem de biraz böyle oldu. Tanımak için geldiğim bu garip ülkede olaylar beni vatandaşlığa kadar sürükledi. Size bu olaylardan, vatandaşlığa kabul edilmemden ve ilk yurt dışı seyahatimden bahsetmek istiyorum.
Hatırlayacağınız gibi bu ülkenin dini Hotizm. Kültürü tanıma merakım beni onların değer verdiği mekânlara sürükledi. İbadethanelerini tanımak için Hotanların kutsal saydığı Salı günü bir ibadete katılmak istedim. İbadethaneye gelmiş olmanın güveniyle ayakkabılarımı çıkarıp kalabalığın arasında kendime bir yer buldum. İbadetin sonunda herkes kafasını yukarıya kaldırıyordu. Sanırım bu ritüel, bin yıldan fazladır süren bir geleneğe dayanıyordu. Ben de herkesi taklit ederek yukarıya baktım. İnsanlar bir şeyler mırıldandılar ve başlarını öne eğdiler. Ben de öyle yaptım ve bir anda içinde pasaportumun olduğu el çantamın yanımda olmadığını fark ettim. Ayin bitmiş herkes dışarı çıkıyordu. Korkuyla sağa sola bakındım ve el çantamın kaybolduğu gerçeği ile karşı karşıya kaldım.
Kapıda beni başka bir sürpriz bekliyordu. Ayakkabım da yerinde yoktu. İçeri girerken insanların anlam veremediğim şekilde ayakkabılarını kilitleyerek ayakkabılıklara bağlaması davranışı kafamda acı bir tecrübeyle anlam kazanıyordu. Neyse ki cüzdanım ve telefonum montumun fermuarlı iç cebindeydi de onları kaybetmemiştim. İbadethanede böyle bir şeyle karşılaşmam, bana bir Absürdistan özdeyişini bir daha unutamayacağım şekilde öğretti. “Her sakallıyı deden sanma” ifadesi, her Hotanı da dinini anlamış ve onun bütün ahlaki değerlerini içselleştirmiş olarak görmemem gerektiğini kısa yoldan anlamama sebep oldu.
Bir kafeye oturup durumu değerlendirmek ve ne yapmam gerektiğini düşünmek için kendime zaman yarattım. Kahvemi yudumlarken, bir anda televizyonda ülkenin başkanı Şendoğan’ın konuştuğunu gördüm ve söylediklerine kulak kabarttım. Şendoğan, her yabancı ülke vatandaşının 400 bin Dolar karşılığında ev alması durumunda vatandaşlık kazanacağından bahsediyordu. Önce şaşırdım ve neden bir ülkenin kendi vatandaşlığı gibi değerli olması gereken bir statünün böyle pazarlandığını anlamaya çalıştım. Sonra televizyonda ana muhalefet partisi AHP’nin sözcüsünün söylediklerini hatırladım.
Şendoğan’ın başarıyla uyguladığı bir kamu hizmeti sunum usulü olan “yap, işlet, şükret” yönetimi sayesinde hazineden para çıkmıyor gibi görünen altyapı yatırımları yapılıyordu ama bu yatırımların işletilmesini üstlenen firmayla döviz cinsinden garanti ödemeli sözleşmeler imzalanıyordu. Yani aslında maliyeti 1 Milyar Dolar olan altyapı, uzun dönemli döviz ödemeleri ile 5 Milyar Dolara çıkıyordu. Garip bir matematikti bu. Kimse işin içinden çıkamıyordu. Şendoğan da zaten herkese “sizin kafanız buna basmaz” diyordu. Ama neticede kamunun parası fahiş fiyatla birkaç müteahhide aktarılmış oluyordu.
Uzun yıllar sorunsuz şekilde sürdürülmesi mümkün olmayan bu sitemin ekonomide yarattığı kara delikler büyüdükçe yeni kaynak yaratma ihtiyacı ortaya çıkıyordu. İleri teknoloji ürünü ihracatındaki payı çok düşük olan Absürdistan, bu kaynağı ancak kendi bünyesindeki bir değeri satarak yaratabilirdi. Bu değer de belki değerlerin en büyüğü olan Absürdistan vatandaşlığıydı. Her neyse ben kendi durumuma odaklanmalıydım. Benim ülkemin Absürdistan’la diplomatik ilişkileri henüz kurulmadığından pasaportumu yeniden çıkartmak beni oldukça zorlayacaktı. Acaba Absürdisatan vatandaşı olsam nasıl olur diye düşündüm. Düşüncem çok uzun sürmedi. Kafenin karşısındaki emlakçının vitrininde vatandaşlık için satış hizmeti verildiği yazılıydı. Kahvemi bitirip kalktım ve karşıya geçtim.
Emlakçıyla konuşmaya başladık. Bana 400 bin Dolarlık bir ev faturası kesecekti. Evi 40-50 bin Dolar arasına mal edip, 400 bin Doların %8 KDV’sini ödeyince sorun çözülecekti. Yani 75-80 bin Dolara iş çözülüyordu. Absürdistan’da beni en çok şaşırtan olaylardan biri de buydu. Hemen herkes ülkesini çok sevdiğini, ırmağının akışına ölebileceğini falan söylüyordu ama fırsatını bulan, çıkarı için kurnazlıkta sınırları zorlamaktan geri durmuyordu. Üstelik bunun ülkesinin çıkarlarına zarar verdiğini bile bile. Neyse, benim açımdan sorun bütçemi aşmadan çözülüyordu. Birkaç gün içinde işlemler tamamlandı ve 77 bin dolara bir ev ve vatandaşlık sahibi oldum. Artık Şendoğan’ın yönettiği ülkenin bir vatandaşı olarak Astra Birliği (AB) ülkeleri tarafından kıskanılmaya hazırdım.
Yeni pasaportumla ilk yurt dışı seyahatimi Seviyesiztan’a yapma kararı verdim. Bu ülke, topraklarının dörtte biri deniz seviyesinin altında kaldığından bu adı almış. Havalimanında Absürdistan pasaportumu gördüklerinde görevlilerin seviyesiz bakışlarını da görünce Şendoğan’a hak verdim, bunlar baya kıskanç olmalıydı. İlk dikkatimi çeken, bu fakir ve kıskanç ülkenin her yerinde insanların bisiklet kullanması için gerekli altyapıların oluşturulmuş olmasıydı. Demiryolu ağları ile ülkeyi baştanbaşa donatmış olmaları ve her tren istasyonunda bisiklet parkları oluşturmaları bende bunların baya fakir oldukları izlenimini yarattı. Araç trafiğinin sıkıştığı saatlerle ilgili Hükümetin herhangi bir tedbir almaması, halkı fakir yaşam tarzına zorlamak olarak yorumlanıyor. Şendoğan’ı arayıp “yap, işlet, şükret” modeli hakkında bilgi almaları onlara faydalı olabilir.
Absürdistan’dan farklı olarak burada insanların kurallara sıkı sıkıya uyma eğilimleri gözüme çarptı. Devlet vatandaşının attığı neredeyse her adımı kontrol ediyor. Bir istasyondan trene binmek için kartınızı okuttuğunuzda, ineceğiniz istasyonda yeniden okutmadan dışarı çıkamıyorsunuz. Hiç ama hiç özgür değiller. Tren yolculuğunda geniş düzlüklerden ve yemyeşil tarım alanlarından geçerken acıdım Seviyesiztan halkına. Otlayan inekler, çiftliklerde atlar bu ülkenin hala yeterince gelişmemiş olduğunu gösteriyordu. Oysa bu güzelim alanlara ne apartmanlar dikilirdi. Her binadan 10 Milyon kazansan iyi para. Mutlaka onları AKİ (Absürd Konut İdaresi) konusunda bilgilendirmek gerektiğini düşündüm.
Sürekli yağmur yağdığı için şehirlerdeki yeşil alanlara yönelik bir sulama sistemi yok. Bildiğiniz fakir bunlar. Oysa yağmurun üzerine bir de sulama sistemi çalışsa, ülkenin itibarı tavan yapardı. İtibar deyince aklıma geldi, burada Çok Ünlü Kişilerin (1) konvoylarına denk gelmiyorsunuz. Fakirlikten konvoy falan da yapamıyor gariplerim. Oysa itibardan tasarruf olmaz. Birisinin bunlara bu gerçeği hatırlatması lazım diye düşünüyorum. Ülkenin her yerinde insansız çalışan sistemler yaygın olarak kullanılıyor. Seviyesiztan halkına bir güler yüzü bile çok görmüş bu hükümet.
İnsanlar sürekli pedal çevirmekten bir deri bir kemik kalmışlar. İnsan görünce acıyor ama onlara sorarsanız, sadece bisiklet için yapılmış yollarda emniyetli şekilde seyahat etmek büyük bir konfor sanıyorlar. Buradaki insanların Absürdistan’daki gençler gibi şoför koltuğunda doğmadıkları belli. Nereden bilsinler 200 metre mesafedeki markete arabayla gitmenin konforunu? Her şehirde meydanlarda ve sokaklarda içki içilen mekânlar var. Muhtemelen bu kadar fakir bir halkın yapabileceği tek sosyal faaliyet, içip içip “Ne olacak bu Seviyesiztan’ın hali?” diye dertlenmekten ibaret. Hükümet bunu bildiği için içkiden çok fazla vergi almıyor ki, halk en azından bunu yapabilsin diye düşünüyor sanırım.
Seviyesiztan, adrenalin bağımlısı olmuş Absürdistan halkı için gereğinden fazla sakin bir ülke. Ülkede gündem haftalarca değişmeden kalabiliyor. Kimse de neden bu ülkede sıra dışı bir şeyler olmuyor diye merak etmiyor. Bu arada sizlere Seviyesiztan’ı anlatırken giderek Sendoğan’a benzediğimi fark ettim. Herkes bana düşmanmış gibi görünüyor gözüme. Gülen, eğlenen insanlar gördükçe sinirlerim hopluyor. Kesin herkes benim yeni aldığım vatandaşlığımı ve Absürdistan’ı kıskanıyor diye düşünüyorum. Vatandaşlığa kendimi çok kaptırmış olabilir miyim acaba?
(1) Rahmetli Gazeteci Bekir Coşkun, VIP kısaltmasını bir yazısında Çok Ünlü Kişi (ÇÜK) olarak Türkçeleştirmişti. Saygı ve rahmetle anıyorum…