Bütçenin Söylemedikleri
Ülkedeki milli eğitim politikalarının bütün kamu politikası süreçleri yerle yeksan edilip bir gecede kavga dövüş belirlenmesi, bir bütçe sorunu değildir. Daron Acemoğlu, “Türkiye’nin bir çöküşün eşiğinde” olduğunu söylüyor ama ülkeyi yönetenler bunu bir kamusal sorun olarak görmüyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu görüşmeleri sürerken, bütçe rakamlarının bize gelecek hakkında neler söylediğini yorumlamak, bize kamu politikası hakkında fikir verebilir. Ancak “Bütçenin Söyledikleri” yazımı okuyan bir arkadaşım bana “Peki, bütçenin söylemedikleri neler?” diye bir soru sordu. Bu sorunun bendeki etkisi farklı oldu. Algılarımız, gerçekliğin belirli bir boyutunu tespit edebilir. Bütün boyutları görebilmek neredeyse imkânsızdır. Bu nedenle hava tahmin raporlarında vade uzadıkça doğruluk azalır. En mükemmel modellemelerde bile her detayın dikkate alınması mümkün olamadığından, haftalık tahminlerde büyük sapmalar olabilmektedir. Bütçe rakamlarından hükümetin gelecekte neler planladığını anlamak mümkün olsa da, kamu politikasının bütün sonuçlarını öngörmek çok kolay olmayabilir.
Olanın cevabını verebilmek bir ölçüde kolay olsa da, neyin olmadığının cevabını vermek çok kolay değildir. Ancak ikinci soru, zihnin olabildiğince açık tutulması için felsefi bir tutuma işaret eder. Çünkü olmayan şeylerin olabilme potansiyeli, bizleri ihtimaller konusunda oldukça geniş bir bakış açısına sahip olmaya yöneltir. Bu kapsamda bütçe rakamları bizlere önümüzdeki bir yıl boyunca nerelere ne kadar tahsisat yapıldığını, hangi konuların diğerlerine göre daha çok önemsendiğini, hangi sorunların varlığının kabul edildiğini, hangi sorunlara öncelik verildiğini söylese de ülke genelinde yaşanan sorunların gelecekte ulaşabileceği boyutlar hakkında varsayımlar ötesinde bir veri oluşturmaz. Buradan yola çıkarak “egemenliğin gerçek sahibi olan halkın, sokaktan kaynaklanan pratik sorunları nelerdir?” sorusunu cevaplamaya çalışalım.
Bütçe eğitime belirli bir ödenek ayırsa da bize “Milli Eğitim”in aşındırılması çabaları hakkında bir şey söylemiyor. Çocuklarımızın eğitimi için aileler olarak gittikçe daha fazla para harcamamıza rağmen neden dünya sırlamasında geriye gittiğimizi bilemiyoruz. Benim, tüzel kişiliği olmadığı için “hayalet örgüt” olarak adlandırdığım cemaat ve tarikatların okullara girmesinin kamu politikası açısından nasıl mümkün olabildiğini açıklamakta Anayasa ve kanunlar yetersiz kalıyor. Halkın egemenlik hakkının ara yüzü olan kanunlara ve Anayasaya uyulmaması konusunda kimsenin söyleyebilecek sözü olmaması, doğrudan rakamlarla izah edilemiyor.
Ülkedeki milli eğitim politikalarının bütün kamu politikası süreçleri yerle yeksan edilip bir gecede kavga dövüş belirlenmesi, bir bütçe sorunu değildir. Ara elemana ihtiyaç olan ekonominin taleplerinin aksine, birçok üniversite açıp sonra da bu kadroları çeşitli cemaatlerin aralarında paylaşması ve siyasi iktidarın ideolojisi doğrultusunda kendi entelijansiyasını yaratmaya çalışması bütçe rakamlarının bize söyleyebileceği sorunlardan değildir. Bu akademik kadroların son derece vasıfsız ve entelektüel birikimden yoksun, kifayetsiz akademisyenlerle doldurulmasını ve bu kişilere hak etmedikleri unvanlar vererek kamu kaynaklarının heba edilmesini de bütçe emretmez. Ekonomik ihtiyaçların hilafına her yere imam hatip liseleri açarak bir toplumu dönüştürmeyi amaçlamak da bütçenin sonucu değildir.
Çocuklarımızın okula aç gitmesi konusunda hükümetin bir çözüm önerisi olmaması, bunun aynı zamanda hükümet açısından bir sorun olarak görülmediğini gösteriyor. Ülkenin parlak beyinlerinin aileler tarafından bir şekilde yurt dışına gönderilmeye çalışıldığı gerçeğini de bütçede görmek mümkün değil. Bu konuda Daron Acemoğlu, “Türkiye’nin bir çöküşün eşiğinde” olduğunu söylüyor ama ülkeyi yönetenler bunu bir kamusal sorun olarak görmüyor. Haliyle bu durumu ortadan kaldıracak bir bilime yönelişi bütçe rakamlarında görmek mümkün olmuyor.
Siyasi iktidar tarafından Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kurumsal kültürü yerle bir edilirken bütün bir toplumun kendi güvenliğinin nasıl zayıflatıldığını alkışlaması da bütçe rakamlarında görünmez. Türk ordusunun göz bebeği olan Harp Okullarının öğrenci alımında, mezunlarının tek istihdam yeri olan Kuvvet Komutanlıklarının söz hakkını ortadan kaldırıp, cemaatlerin öğrenci seçim süreçlerinde etkili olmasını sağlayanlar, bu cüreti bütçeden almaz. TSK’dan cemaatlere mensubiyeti nedeniyle uzaklaştırılan çeşitli rütbelerdeki şahıslara emekli albay hakları, idare hukukunun temel prensipleri yerle bir edilerek verilirken, bu hukuk katliamı da bütçe kaynaklı değildir. Yarbay ve binbaşı rütbelerinde kendi isteğiyle ve şerefiyle ayrılan subaylara bunu anlatamazsınız.
Sağlık hizmet sunumunda kalifiye ve yetişmiş personeli, ağır iş yükü, mobbing, düşük ücret ve şiddete maruz bırakıp, yurt dışına gitmelerini özendirmenin ise sadece bütçeyle değil ekonomik mantıkla da alakası yoktur. Çünkü sağlık personelinin eğitimi maliyetli ve zor bir süreç gerektirir. Bu maliyet, kamu kaynaklarından karşılanır. Her bir sağlık çalışanın kaybı, aynı zamanda boşa giden kamu kaynağı anlamına gelir. Diğer bir ifadeyle halkın ödediği vergilerin heba edilmesi demektir. Ağır çalışma koşullarına rağmen görevini yapan sağlık çalışanlarına yönelen şiddeti durdurmak için herhangi bir irade göstermemek de bütçeyle alakalı bir tutum değildir.
Ülkenin stratejik kaynaklarının uluslararası sermayeye peşkeş çekilmesi ve bunların topluma başarı diye yutturulmaya çalışılması, bütçede yer almaz. Maliyeti bir birim olan kamu yatırımlarının garanti ödemeler yüzünden kamuya maliyetinin beş birim olması ise sadece bu ballı börekli ihaleyi alan müteahhitlere aktarılacak kaynaklar açısından bütçenin konusudur.
Yargının siyasileşmesi, hukuki değil siyasi kararlara imza atması da bütçede yer almadığı halde toplumsal gerçekliğe dönüşmüş bir konudur. Bütçeye adaleti rakam olarak ekleyemezsiniz. Ülkenin anayasasını tanımayacağını beyan ederek devlet düzenine darbe girişiminde bulunan Yargıtay üyelerinin halkın egemenliğine karşı yaptıkları bu saldırının karşılıksız kalması da bir bütçe meselesi değildir. Hukuka aykırı yasalar yapılması için bir kişinin ağzının içine bakan ve halkın vergilerinden beslenen milletvekillerinin millete değil bir kişiye sadakatleri de bütçe sorunu değildir.
Ülkeye güvenlik ve beka sorunu olabilecek milyonlarca sığınmacının doldurulmasını ve bunlara ücretsiz sağlık güvencesi verilmesini de bütçe ile açıklayamazsınız. Kendi vatandaşından esirgediği güvenceleri kim olduğu bile belli olmayan kişilere bahşetmenin (!) ne bütçe ne de yurtseverlikle ilgisi yoktur. Ülkenin demografisini bozarak, çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceğini ipotek altına almanın mantığını vatanseverlikle açıklamak mümkün değildir.
Milli gelirden kendisine düşen payı, akşam Pazar yerlerindeki çöplerde arayan insanların yüzlerindeki çizgilerin de rakamsal olarak bütçede yer alması mümkün değildir. Bunun gibi vergi ve gelir adaletsizliği mağduru insanların, yutkunarak seyrettiği lokanta vitrinlerinin insanlığa olan etkisi de bütçe rakamları içerisinde bulunamaz; Tıpkı siyasi iktidar tarafından kollanan asalakların vergi vermekten kaçarak ve kaçınarak yaşadıkları hayatın bedelinin bütçede yer almadığı gibi.
Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Birçok sorun ve bunların çözümü bütçede yer almaz. Ama her sorun, bütçe hakkının farkında olmayan vatandaşların, mezbaha kuyruğundaki koyunlar gibi kaderlerine razı olmasından kaynaklanır. Bugün kayıtsız kaldığınız bütçe rakamları yarın size dinsel baskı, ücret adaletsizliği, gelir adaletsizliği, vergi adaletsizliği, hukuksuzluk, şiddet, yokluk ve yolsuzluk olarak geri dönecektir. Siz siyasetçilerin değil siyasetçiler sizlerin hizmetkârıdır. Bunu anlamadığınız sürece, size üstten bakan ahlaksız siyaset erbabının her yaptığını kabul etmek dışında çok fazla bir seçeneğiniz olmayacaktır. Eğer bir ülkede genellikle halk devletten değil de devlet halktan taleplerde bulunuyorsa bu ülkede siyaset kurumu yozlaşmıştır. Halk önce her olan bitenin farkında olmak, sonra da gördüklerine ve değerlendirdiklerine uygun seçimler yapmak zorundadır. Aksi halde çözümü, sorunların kaynağında aramaya devam eder ve kronik olarak hüsranla yaşamaya alışır. Hayatın pratiği bunu gerektirir.