Don Kişot'un Hikayesini Bilir misiniz?
Bir yazımda seçim propagandalarında sloganın ne kadar önemli olduğundan bahsetmiştim. Hatta örnek olarak "Her şey çok güzel olacak!" sloganının ne kadar tutarlı bir slogan olduğunu da söylemiştim. Ancak "Geliyor gelmekte olan" gibi bir sloganın da bana ne kadar anlamsız geldiğini yazdığımı hatırlıyorum.
Yel değirmenlerine karşı savaş açmıştır Don Kişot (Don Quixote). Ünlü İspanyol yazar Servantes'in en ünlü eseridir. (Miguel de Cervantes Saavedra). Birinci cildi 1605'te ve ikinci cildi de 1615'te olmak üzere iki cilt olarak bu eserini yayınlamıştır.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun son afişlerini görünce nedense bu hikâye aklıma geldi.
Ey dünya afişleri. Hem de üç noktalı "Ey dünya..." diye başlıyor.
Halkla iletişim uzmanı değilim. Çevre konularına da birçoklarından daha çok hassasiyetim olduğunu söyleyebilirim. Hatta Avrupa'dan getirilen onca plastik çöp üzerine ben de iktidarın yaptığı bu yanlışı gerçekten çok sert şekilde eleştiriyorum.
Ama nedense bu afişi görünce gülsem mi, ağlasam mı bilemedim. Diğer afişler üzerine bu kadar çok eleştiri yapmayacağım, ama onlar da bence hatalarla dolu.
Bir yazımda seçim propagandalarında sloganın ne kadar önemli olduğundan bahsetmiştim. Hatta örnek olarak "Her şey çok güzel olacak!" sloganının ne kadar tutarlı bir slogan olduğunu da söylemiştim.
Ancak "Geliyor gelmekte olan" gibi bir sloganın da bana ne kadar anlamsız geldiğini yazdığımı hatırlıyorum.
Bu konular gerçekten profesyonel kadroların yaptıkları özel çalışmalarla çok daha iyi oluyor.
Yıllar önce Moskova'da Efes'in fabrikasını yaparken Efes Ruslara has bir bira markası ile piyasaya girmeyi düşünmüştü. Bir sürü araştırma sonrasında "Starıy Melnik" diye bir marka ile reklamlara başladılar. Çok da başarılı oldular.
O zamanlar biz bir yandan fabrikanın inşaatını yaparken, bir yandan da Efes'in geçici prefabrik binalarda çalışan kadroları ile de dostluklar kurmuştuk.
Bu yeni markanın hikayesini anlatmıştı bu işlerden sorumlu olan reklam uzmanı. Ruslar için "Starıy Melnik" (İhtiyar değirmenci) çok sevdikleri bir masal karakteriymiş. Bira üretimi arpa ile yapıldığı için çok da uygun bulunmuş. Arpa, yani malta dönüştürülmüş hali değirmende öğütülüyor. Ama yapılan anketler ile bu isme karar vermişler. Yani öyle hemen birinin aklına geldi diye reklama başlamamışlar.
Yani bu işler önden bir araştırma gerektirir. Ya da gerçekten insanlara dokunacak bir olay, bir yandan da umut veren bir slogan gereklidir. "Her şey çok güzel olacak" sloganı için sayın İmamoğlu'nun otobüsüne yanaşan genç Berkay mesela çok güzel bir rastlantıydı, böyle bir enstantane bir slogana dönüştü. Bunun gibi bir olaydan bahsediyorum.
Her zaman böyle bir olayla karşılaşmazsınız, o yüzden yeni bir slogan bulmak için profesyonel kadroların farklı yöntemleri vardır. Doğru dürüst bir iletişim firması ile çalışılmasını öneririm.
Kemal Bey hatalar yapıyor derken bu gibi hatalardan bahsediyordum.
Gelelim bir başka konuya.
Meral hanım niye geçen sefer cumhurbaşkanlığı seçimlerinde partisinden daha az oy aldı?
Çünkü milleti iki arada bir derede bırakmışlardı. Seçmenlerine olması gerektiği gibi ulaşamamışlardı. Seçmeninin kimi Muharrem İnce'nin birinci turda seçilebileceğini düşünüp oyunu sayın İnce'ye atarken, bir kısmı da seçimlerin ikinci tura kalması için oy kullanarak, ilk turda Meral hanıma oy vermişlerdi. Milletvekili oyları için ise herkes kendi partisine oy verdiği için böyle bir oy dağılımı çıkmıştı.
Buradan seçmen davranışına gelmek istiyorum. İnsan psikolojisi işte, sınırları çizilmemiş bir durum için bir karar verirken zorlanıyor. Çok fazla seçenek olduğunda adeta kafası karışıyor.
O yüzden benim görüşüm öyle bir sloganla yola çıkmak gerekiyor ki, seçmenler o mu, bu mu diye rahatlıkla karar verebilsinler. Yani seçenek olabiliyorsa ikiye indirilmeli.
Tabii buradan tek bir ortak adaya geliyoruz.
Ama sadece adayla bitmiyor tabii ki, insanlara bugüne kadar mevcut iktidar ile neler yaşadıklarını açıkça hatırlatırken, diğer seçenekte ne olacağını açıkça anlatmak gerekiyor. Basit sözcüklerle, öyle uzun uzadıya değil.
Yasaklar mı? Özgürlük mü?
Adaletsizlik mi? Hukuk mu?
Hayat pahalılığı mı? Refah mı?
Örnekler çoğaltılabilir. Bunların benzeri sloganlarla, basitçe. Ama doğru sloganlarla, içinde aldatmaca olmayacak!
Gelelim bir başka konuya.
Sayın Akşener niye ben başbakan adayıyım diyor?
Bu sorudan kastım niye Meral Hanım da çıkıp baştan ben de adayım demedi, ya da en azından bu günlerde birçoklarının yaptığı gibi bunu ima edecek davranışlar içinde bulunmuyor?
Öncelikle geçen seçimden yeterince tecrübe edindi. Sağ tandanslı bir kişi olsa da henüz milletin partisini tanımadığının farkına vardı. Merkeze yerleşmeye çalışıyor, ama henüz orası yeterince serbest değil. Ak Parti'nin bunca yıllık iktidarındaki alışkanlıkla merkeze yakın görüşteki seçmen henüz fikrini değiştirmiş değil. Eski ANAP ve DYP seçmeninden muhalefete kaymış olanlar ise yeterli değil. MHP'nin eski muhalif seçmenini de katsan yine de beklenen düzeyde seçmen henüz İYİ Partiye destek vermiyor. Çünkü partinin politikaları henüz yeterince oturmuş değil.
Belediye seçimlerinde de icraatlarını gösterebilecekleri belediye başkanlıklarını CHP ile yaptıkları ittifak anlaşmaları sebebiyle elde edememiş olmaları iyiden iyiye durumu olumsuz etkilemiş durumda. Yanlış anlaşılmasın, bu ödenmesi gereken bir diyetti, iktidarın elinden başka türlü büyük şehirlerde belediyelerin alınabilmesi mümkün değildi.
O yüzden Meral Hanım durumu iyi analiz edip bu seçimlerde de yapılması gerekenin öncelikle mevcut iktidarın elinden iktidarın alınması olduğunun bilinciyle ben bir sonraki seçimlerde Türkiye'yi yönetmeye adayım dedi.
Peki bu durumu Meral Hanım gibi herkes özümsemiş durumda mı?
İşte burada ben pek emin olamıyorum. Meral hanımın kendi partisinde bile bu bilince herkesin ulaştığını düşünmüyorum. Aynı şey CHP için de geçerli. Hem İYİ Parti hem de CHP kadrolarında arada çıkan farklı sesler bana yeterince bilinçli olmayanların halen daha mevcut olduğunu gösteriyor.
Kemal Bey'in yaptığı kimi hatalar da bu durumun üzerine tuz biber ekiyor.
Üstelik sayın İmamoğlu'nun yakaladığı rüzgâr ile çeşitli hayallere kapılmış olması bambaşka bir hikâye.
Yazımıza hikâye ile başlamıştık. Son bir konu ile tamamlayalım.
Sayın Muharrem İnce geçen seçimlerde aday olduğunda arkasında parti kadrolarının ne kadarı dimdik durmuştu?
Sanırım bu konuda kendisi de açıklamalarda bulunmuştu ve asıl şikâyeti partisinden yeterince destek görmediği konusundaydı.
Şimdi yeni adayın aynı sorunlarla karşılaşmayacağının garantisi var mı?
Sadece CHP değil, altı partinin birden, hatta tüm muhalefetin yeni adayın arkasında yeterince dimdik duracağının bir garantisi var mı?
Benim gelişmelerden anladığım, eğer partiler bu şekilde davranmaya devam ederlerse bu konuda sorunlar yaşayacağız gibi görünüyor.
İşte yine bir hikâye olmasın bu işin sonu diye herkesin şimdiden aklını başına toplamasında fayda var.
Anlıyorum, herkes çok stresli, bu sefer de başarı elde edilemezse, devamında bu iktidarın ülkeye daha neler yapabileceğinin farkında oldukları için aklı yettiğince, elinden geldiğince herkes bir şeyler yapmaya çalışıyor.
Ama bu panik içinde kimi yapılanlar durumu daha da kötüye sürüklüyor. Sakin olmak zorundalar.
Tek çıkar yol ortak akıl, ama ortak akıl için bile son kararı seslendirecek bir sözcüye ihtiyaç var. Biraz da kurallara ve disipline galiba.
Kurallar derken de, öyle herkesin akına geleni söylediği bir ortam yerine bu fikirlerin belli bir kanal vasıtasıyla kararın verileceği altılı masaya ulaştırılması gerektiğinden bahsediyorum. Bu da disiplin ile olur
Bildiğim kadarıyla her partinin kendi iletişim kanalları var. Partiler de masa başında oturup kendi aralarında tartışma yapsalar ve altılı masadan tek bir ses çıksa sanki bu süreç biraz daha iyi yönetilecekmiş gibi geliyor bana.
Başka zaman olsa böyle düşünmem, çok seslilik çoğu zaman daha iyidir, ama seçime bu kadar az süre kaldığı için artık altılı masanın tek bir yumruk gibi davranmak zorunda olduğunu düşünüyorum.
Bir de arka planda yapılan çalışmaların da artık bir sonuca bağlanarak yazının başlarında tarif ettiğim gibi sloganlara dönüştürülerek vatandaşla paylaşılmasının vakti geldi de geçiyor.
Çünkü biraz daha vakit kaybedilirse yine bir atı alan Üsküdar'ı geçti hikayesi dinleyeceğiz diye korkuyorum.
Bu arada kimmiş acaba o atı alıp Üsküdar'ı geçen, bunca yıl kullanırız bu tabiri ama inanın bu deyişin nereden çıktığını bilmiyorum. Araştırayım bakalım, belki ileride bir yazıda bu hikâyenin nereden çıktığını sizlerle de paylaşırım.
Moskova'dan herkese sevgi ve saygılarımla