Ekonomik Beklentiler ve Adalet Üzerine
Hukuk devleti bireylerin hak ettiklerini alabileceklerine inanmalarını sağlar. Adaletli bir ortamda ekonomi yönüyle emeğinin karşılığını alacağına inanan bir doktor, bir mühendis, bir akademisyen, bir öğretmen, bir işçi daha huzurlu çalışır.
Ülkemizde iktidarın bütün inkâr ve algı yönetimi operasyonlarına rağmen ağırlığını gittikçe daha yoğun biçimde hissettiren ağır bir ekonomik kriz yaşanıyor. Eğer krizin bugününe bakarsak, yurt dışı döviz cinsinden yükümlülüklerin karşılanmasında yaşanan zorluğu temel neden olarak görmek mümkün. Soruyu şöyle soralım; yurt dışı döviz yükümlülükleri neden oluştu? Diğer bir ifadeyle biz neden cari açık veren bir ülkeyiz? Bu sorunun görünürdeki cevabı basittir. Enerjide dışa olan bağımlılık, cari açığın temel nedeni olarak görülür. Oysa kimse enerjide neden dışa bağımlı olduğumuzu sormaz. Tek neden petrol veya doğal gaz üreten bir ülke olmamak mıdır?
Elbette tek neden enerjide dışa olan bağımlılık değildir. İleri teknoloji ürünü ihracat rakamlarının çok düşük olması, ekonomimizin katma değerli üretimden uzak olduğunu göstermektedir. Şüphesiz bunların hepsi uzun yılları kapsayan planlama, eğitim ve teknolojik yatırım gerektiren konulardır. Ama bunun da ötesinde ülkede adaletin hem devlet nezdinde hem de vatandaşın kafasında vazgeçilmez bir unsur olması gerekir. Uçurtma Avcısı kitabında, babası romanın kahramanı olan oğluna hayatta en büyük günahın ne olduğunu sorar. Daha sonra da cevabı kendisi verir. “En büyük günah çalmaktır. Eğer birisini öldürürsen onun yaşam hakkını çalmış olursun, eğitimini engellersen geleceğini çalmış olursun vs.”. İşte adalet kimsenin hak ettiğinin elinden alınmaması (çalınmaması) demektir.
Şu anda etrafımızdaki insanlardan uğradığı bir haksızlığı anlatmasını istesek, “bir dokun bin ah işit” deyimi gibi herkesin bir hikâyesi olduğunu görürüz. Bir ülkede bu tür insanların çokluğu iki şeyi gösterir; birinci olarak o ülkede toplumsal düzeyde çok fazla haksızlık yapıldığını, ikinci olarak o ülke insanlarının kafasında adalet kavramının yeterince oturmadığını. Her haksızlık hikâyesinin farklı boyutları olabilir. Gerçekten çok büyük haksızlığa uğrayanların yanında kendisine ayrıcalık tanınmamasını haksızlık olarak algılayanlar da olabilir. Öyleyse öncelikli olarak bireylere gerek okul gerek aile eğitimi ile verilmesi gereken ilk değer, adalet kavramının ne olduğudur. Eğer adaleti öğretmeden hak kavramını öğretmeye kalkarsanız, bu bireyler önce kendileri için hak gördüklerini merkeze alır. Elde edemediği her şey için de suçlayacak birilerini arar.
Eğer bir ülkede eğitimi bilimsel temellerden uzaklaştırıp dine dayalı şekilde vermeye kalkarsanız, eğitim alan bireylerin zihinlerinde adalet kavramının oluşması mümkün değildir. Çünkü dini eğitim, adaletin temelini tanrısal olarak görür ve yaşanan her haksızlığın tanrının adaletine uygun olarak işlediğini varsayar. Aynı görüşe göre buna karşı çıkıp hakkını aramak tanrının buyruklarına karşı gelmekle eştir. Her ne hikmetse bu adalet anlayışı her zaman güçlüden ve zenginden yanadır. Bunun temel nedeni ise, dinin her zaman iktidarların emrinde olmasıdır, hatta kendi iktidarını ilan ettiğinde bile. Her dinde belirli ölçütlerde adalet anlayışı olsa da, bunun günümüz toplumlarında hukuk devleti kavramı etrafında şekillenen adaletle çok fazla ilgisi bunmamaktadır.
Hukuk devleti kavramını neden önemlidir? Hukuk devleti, devletli toplumların tarihsel gelişiminde ulaşabildiği en üst noktadır. Hukuk devleti, toplumsal normların insanların bir arada yaşaması için herkes tarafından kabul edildiğini ve toplumu bir araya getiren bütün unsurların bu normlara uyması gerektiğini kabul eden bir anlayıştır. Literatürde özel ve genel gerekliliklerinden bahsederken işlerliğin sağlanması adına belirli ölçütleri ortaya koyar. Ancak hukuk devleti, kanunların hukuka uygun olarak yapıldığını da varsayar. Çünkü bütün sistem hukuka uygun hareket ederse, yasamanın da hukuka uygun kanunlar yaptığını düşünmek gerekir.
İyi işleyen bir ekonomi için hukuk devleti şarttır ama yeterli değildir. Çünkü hukuk devleti adaletin sağlanmasına katkıda bulunur ve bireylerin hak ettiklerini alabileceklerine inanmalarını sağlar. Bu katkı ekonomi açısından çok değerlidir. Emeklerinin heba olmayacağına inanan bir doktor, bir mühendis, bir akademisyen, bir öğretmen, bir işçi, emeğinin karşılığını alacağını bildiği için daha huzurlu çalışır. Bilir ki, tepeden inme birisi başına gelmeyecek; bilir ki, kendi yaptıkları başkaları tarafından sahiplenilmeyecek; bilir ki, hiç kimse soyadından dolayı hak etmediği şeylere sahip olamayacak; bilir ki, eğittiği çocuklar ülkenin aydınlık yarınları olacak; bilir ki, çalıştığı koşullar bilimsel ilkelere uygun olarak belirlenmiştir ve kaza ihtimali en azdır. Yani her alanda liyakat, olmazsa olmazdır.
Çalıştığının ve hak ettiğinin karşılığını aldığına inanlardan oluşan bir toplum, devletin adaletine güvenen girişimcilerle yüksek katma değer üretmek için çalışır. Girişimci bilir ki, ihale şartlarını sağladığı halde, üstelik denemelerden ve testlerden geçmiş bir prototipi üretme aşamasına geldiğinde bir kişinin kararıyla bütün yatırımları heba olmayacak; bilir ki, hiçbir deneyimi, birikimi ve bilgisi olmayan girişimciler sadece siyasi bir tercihle kendi yerine oturmayacak; bilir ki, kendisinden rüşvet, komisyon vb. taleplerde bulunulmayacak. Böylece sadece ülkesi için üretip yatırımlarının karşılığını alma fırsatı olur ve yeni yatırımlar için istek duyar.
Adalete olan güvenin tam olduğu bir ülkede çiftçiler ürettiğinin karşılığını alacağını bilir. Çünkü tarımsal üretim, günübirlik ürün veren bir alan değildir. Üretim planlamasının ve yatırımın sonuçları uzun vadede ortaya çıkar. Bu nedenle ürettiği ürünün tarlada kalmayacağına emin olan çiftçi üretir. Bilir ki, devlet toplumun beslenmesi açısından dışa bağımlı olmamak için kendi çiftçisini yabancı üreticilere ezdirmez; bilir ki, süt fiyatlarını akla aykırı şekilde belirleyen bir mekanizma, onu maliyetini karşılayamadığı için ineğini kesime göndermeye zorlamaz; bilir ki, tarlasına ekeceği ürünle ilgili olarak devletin bir planlaması vardır, ürünü heba olmaz; bilir ki, tarlasındaki traktör için kullandığı akaryakıt, yatlara verilen akaryakıttan daha pahalı olmaz. İyi bir planlamayla üretimini yapar ve geçimini sağlar, toplumun beslenmesine katkı yapar.
Görüldüğü gibi adalet olursa çok şey olur. Hatta iyi politikalarla, yabancı yatırımın kırılganlığa neden olmayacak şekilde sağlanabildiği bir ortam yaratıldığında, yurt içinde firmalar finansman sıkıntısı yaşamaz. Gelelim asıl soruya. Bireylere sorsak kimse yukarıda yazdıklarıma karşı çıkmaz. O zaman neden adaleti sağlamak bu kadar zor? Aslında zor olan adaleti sağlamak değil, adaleti sağlama görevi olan yöneticileri seçmektir. İlkel topluluklarda şefin tek görevi, toplanan besinin adil dağıtımını sağlamaktı. Çünkü o zaman adalet, besinin adil dağılımı demekti. Peki, bugün niye yöneticinin görevi, gelirin adil dağılımını sağlamak olmuyor? Neden devleti yönetenler, zaman zaman kendilerini tanrı yerine koyuyor? Neden yöneticiler belirli kişileri, belirli sınıfları, belirli inançları diğerlerinden ayrı tutuyor? Bu adil mi?
Toplumların kendi çıkarlarını korumak ve adaleti sağlamakla görevli bir yapıya duyulan ihtiyaç nedeniyle devlet adını verdiğimiz siyasi bir örgüt var. Bu örgütün yönetimini ele geçiren herhangi bir kişi, canının istediğini yapma hakkına sahip midir? Eğer böyle yaparsa adaleti sağlamak nasıl mümkün olabilir? Adalet sağlanmazsa toplumda ekonominin iyi olma ihtimali var mıdır?
Ekonomi sadece sayılardan ibaret değildir. Adalet yoksa gördüğünüz ışık üzerinize gelen yük trenin ışığıdır. Eğer vatandaş gücünün farkında olmazsa, adalete gerek duymadan yönetecek yöneticilerin iktidara gelmesi ve o iktidarı koruması her zaman mümkündür. Güç sadece seçimde oy kullanmak değildir. Güç, örgütlü mücadeledir, adaletsizliğin hesabını sorabilmektir. İliç’te maden faciası yaşandığında şu soruları sorup ve cevabını ısrarla isteyebiliyor musunuz?;
1. Bu madende bilimsel ve çevreye zararsız üretim yapılabiliyor mu?
2. Bu madenin işletmecisi izinlerini nasıl almış, siyasi iktidarla işletmeci arasında gayrı ahlaki bir bağ var mı?
3. İş güvenliği koşulları yeterli düzeyde sağlanmış mı?
4. Madende yapılan üretimin ülke ekonomisine katkısı ile üretilen ürün arasında makul bir oran var mı?
Bu soruları sormadan “Rabbim bir daha milletimize böyle acı yaşatmasın” diyenlerdenseniz, ikiyüzlülük yapıp adaletten ve haklarınızı alamamaktan bahsetmeyin. Ekonomik zorluklardan şikayet etmeye de hakkınız yok. Belki bu günü ve kendi yarınınızı kurtarabilirsiniz ama çocuklarınızın o kadar şanslı olmayacağına emin olabilirsiniz. Tehdide, şantaja veya kendi öz çıkarlarınıza boyun eğip yaptığınız tercihler, adaletin mezarı üzerine attığınız topraktan başka bir şey değildir. O mezarın bir yanındaki çukur sizin için kazılıyor, hazır olun…