Oy Uğruna Suriyelilere Vatandaşlık Verilmemelidir
Her şeyin başında ülkemizdeki 4 milyon civarındaki düzensiz göç denen Suriyeli nüfusun varlığının ekonomiye getirdiği yük geliyor. Nüfusumuza eklenen bu ‘artık’ nüfus, ülkemizin sosyal yapısını ciddi bir şekilde bozdu, dengeleri değiştirdi. Türk halkının homojen yapısı heterojen bir yapıya evrilmek üzeredir. Yeni bir sosyal yapı, bugün olmasa bile gelecek nesillerimizin başını ağrıtacak yeni sorunlara davetiye çıkarmaktadır.
Bugünün Türkiye’sinde, sözün bittiği yer deyişini sıkça duyuyorsunuzdur kuşkusuz. Artık daha fazla bir şeyler söylemenin yararı da gereği de yok anlamında kullanılır bu deyim. Bazen karşınızdaki sizin ne dediğinizi umursamaz, durum zaten bütün çıplaklığıyla kendini anlatıyordur. İlave söze gerek duyulmaz. Öte yandan insan düşünmeden edemiyor. Sözün bittiği yerde yazı yazmanın bir hükmü olur mu?
Olur diye düşünüyorum ve yazmaya devam edelim diyorum. Bazı şeyler tarihe dipnot düşmek için de yazılır, öyle değil mi? Ancak, bazılarınıza kabak tadı verse de, geleceğin Türkiye’sinde bir taşımız olsun, yazdıklarımızdan birileri belki ilham kapar, az da olsa düşünür, güzel şeylere imza atmasına vesile olabiliriz umuduyla yazmaya devam ediyorum. Lütfen sizler de okumayı bırakmayın, sizlerden aldığımız güçle, amatör bir ruhla bizler de yazalım, görüşlerimizi sizinle paylaşalım isterim.
2011 patlayan Arap Baharı, Suriye’de iç savaş, Suriyelilerin Türkiye’ye akın etmesi, Rus uçağının düşürülmesi, Türk ekonomisinin bozulması, 15 Temmuz, başkanlık sistemine geçiş, pandemi, Ukrayna-Rusya savaşı, küresel ekonominin bozulması ve Türk ekonomisinin dibe vurması ve 6 Şubat’ta deprem felaketi. Son 10-15 yılın önde gelen, hepimizin hayatını bir şekilde etkileyen olaylar silsilesiyle boğuşmaya devam ediyoruz. Sanki milletçe dipsiz bir kuyuya doğru yuvarlanıyoruz.
Gidişatın bu kadar bozuk olduğu ayan beyan görülmesine rağmen ne iktidar kanadı ne de muhalefet partileri, kötü gidişatı düzeltme yönünde bizlere bir umut olamıyorlar. İktidar seçmene hoş görünecek kıytırık konuları gündemde tutup, köpürtüyor. Muhalefet de adete seyrediyor, belki de sesini duyuramıyor. Çoğunluğun hem fikir olduğu şey, mevcut iktidarın bozulan ekonominin çarkları arasına sıkıştığı, halkın desteğini kazanmada siyaseten bocalamakta olduğudur.
Her şeyin başında ülkemizdeki 4 milyon civarındaki düzensiz göç denen Suriyeli nüfusun varlığının ekonomiye getirdiği yük geliyor. Nüfusumuza eklenen bu ‘artık’ nüfus, ülkemizin sosyal yapısını ciddi bir şekilde bozdu, dengeleri değiştirdi. Türk halkının homojen yapısı heterojen bir yapıya evrilmek üzeredir. Yeni bir sosyal yapı, bugün olmasa bile gelecek nesillerimizin başını ağrıtacak yeni sorunlara davetiye çıkarmaktadır.
Bu yapı, bizim bütün bir cumhuriyet döneminde ıslah etmeye, çağdaşlaştırmaya çalıştığımız, kendi toplumumuz açısından iyi kötü gerilerde bıraktığımız Orta Doğu zihniyetine davetiye çıkarmaktadır. Konu sadece Suriyeliler değil, aynı zamanda Suriyelileşen Türklerdir. Ortaya çıkan yeni yapı, yakın gelecekte kendine özgü kültürüyle, giyimiyle, eğitimiyle ve özellikle de siyasi tercihleriyle Türkiye’de iç siyaseti belirlemede önemli roller üstlenebilecektir. Bugün HDP için konuşulan şeyler yarın SDP (Suriyelilerin Demokratik Partisi) için konuşulacaktır.
Bu 4 milyon Suriyelinin hepsinin Türk vatandaşı olduğunu, bir 10 sonra nüfuslarının 6 milyon olduğunu ve Türkiye’nin nüfusunun da 86 milyonda sabitlendiğini düşünelim. Bu nüfusun %7’sini karşılık gelen bir rakamdır. Asimile edilemeyen bu kitle, yarın Hatay’ı da ve hatta bazı sınır illerini de Türkiye’den koparmak için bu nüfusun çoğunlukta olacağı illerde huzursuzluk çıkarabilirler. Bu nokta gelinceye kadar Suriyelilerin oylarına talip olan siyasi partilerimiz ise gözümüzün önünde büyümesi muhtemel bu soruna bigâne kalmaya aday gözüküyorlar.
Bazılarınız bunlar din kardeşlerimiz, açıkta mı bıraksaydık diyebilirler. Bu yönüyle kendilerine hak veriyorum. Ancak, unutmayalım ki, Suriye iç savaşı nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan bu kitlenin öncelikle gitmek, varmak istediği istikamet Avrupa ülkeleriydi. Orada kendilerine yeni yaşamlar kuracaklardı. Fakat gel gör ki, biz buna izin vermedik. 18 Mart 2016 tarihinde Avrupa Birliği ile bir mutabakat imzaladık. Suriyelileri ülkemizde tutmanın karşılığında toplamda 6 milyar avro civarında bir ödeme yapıldı bize. Suriyeliler de bizim mecburi misafirlerimiz oldular.
Geldiğimiz noktada, Suriyelilere engel olan biziz. Geri dönmeleri için teşvik etmeyen, Suriye’deki rejimle anlaşma yolları aramayan da biziz. Kabullendik Suriyelileri. Herhalde onlar da bizi kabullendiler. Yarın sınırlar açılsa biler bunların çoğunluğu Türkiye’de kalmaya devam edecekler. Kovsanız gitmeyecekler. Tıpkı Avrupa ülkelerini işçi statüsünde gidip, sonrasında o ülkelerde madenler kapanmasına rağmen, geri dönmeyen Türk vatandaşları gibi. Almanya da bizim Türk kardeşlerimize, bizim Suriyelilere baktığımız gibi bakıyor. Yalnız bir farkla. Onlar olabildiğince, Hıristiyan olmalarına rağmen, kendi toplumlarına Müslüman Türleri entegre etmeyi şart koşuyorlar. Biz ise saldım çayıra, Mevla’m kayıra modunda Suriyelilere yaklaşıyoruz.
Türk yurdu, Kurtuluş Savaşı’nın eseridir. Bu yurdu dillere destan bir savaş vererek kurtaran, cengâver Türk ulusunun evlatları arasında yer almaya aday Suriyelilere vatandaşlık hakkı verilirken, iki kere düşünmek gerekir. Temel soru şudur: Vatandaş olmak için bu ülkeye katma değeri nedir? Katkısı olmayana, yaklaşan seçimde oy kullanmak uğruna, Suriyelilere vatandaşlığı altın tepside sunmak bugünkü siyasetin hangi kanadını mutlu edecek? Ümmetçi siyasetçileri mi? Yurtseverleri mi?
Kendi yurdunu savunmak için elini kaldırmayanlardan ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ demelerini beklemeyin. Gerçekten diyebilene eyvallah, diyemeyenlerle yollarımızı ayırmak zorundayız. Vatandaşlık ucuz olmamalı. Oy hesaplarına bu ülkenin geleceğine zarar verecek yeni mayınlar döşenmemeli.
Biz döşenmesine razı değiliz. Böyle biline.
Saygı dolu sevgiyle kalın.