Site İçi Arama

siyaset

Paket Ekonomisi Aslında Bize Neyi Anlatıyor?

Türkiye'de açıklanan her paket, politik bir tercihin sonucudur. Kaynakların nereden nereye aktarılacağına dair verilen siyasi bir karardır. Ekonomik pakete neden ihtiyaç duyulmuştur? Bu sorunun cevabını vermeden belirlenecek her türlü tedavi yöntemi yanlıştır.

Sevgili dostlar, ekonomik olarak çok zorlu bir dönemden geçiyoruz ve yakın zamanda bu zorlukların son bulacağına dair herhangi bir ışık yok. Tünelin sonunda görünen ışığın ise üzerimize gelen yük treninin ışığı olma ihtimali yüksek. Toplumsal yapıda yer alan bütün olguların, karşılıklı bağımlılığın getirdiği karmaşıklık düzeyi ile birer karmaşık sistem olarak ele alınması gerektiğini yazılarımda zaman zaman ifade ediyorum. Eğer bu yapılmazsa ne olur? Bu sorunun tek bir cevabı yok. Çünkü karmaşık sistemde siz bir şeyi düzelttiğinizi zannederken bütün sistemin dengesini alt üst edecek adımlar atmış olabiliyorsunuz. Gelin en başından başlayalım.

Bir şirkette CEO olarak işe başlıyorsunuz. İlk yapmanız gereken, sistemi gözlemlemek ve birimler arası ilişkileri anlamaya çalışmaktır. Ancak size saçma gelen bir uygulama görüyorsunuz. O uygulamanın neden var olduğunu sorgulamadan atılgan bir tutumla hemen talimat veriyorsunuz ve o uygulama değişiyor. Her şey yolunda gidiyor sandığınız bir anda sizin değiştirdiğiniz uygulamayla ilgisi olmadığını düşündüğünüz birimden bir bildirim alıyorsunuz. Kaynağını algılamakta zorlandığınız bir problem var ve onu da düzeltmek için talimat veriyorsunuz. Eğer sistemi bir bütün olarak algılayıp çözümlerinizi bu bütüncül yapıya uygun olarak üretmezseniz kısır bir döngünün ortasına düşmüş oluyorsunuz.

“Yeni süpürge iyi süpürür” diye bir söz vardır. Atamayla bir birimin başına gelen yöneticiler, kendilerinden önce her şeyin yanlış yapıldığını zannederek hızla her şeyi değiştirmeye kalkarlar. Bir süre sonra her şeyin sarpa sardığını görüp düzene uyum sağlamaya çalışırlar. Çalışma hayatında, ister kamu ister özel olsun, bu olguyu anlatan sayısız fıkralar bulunmaktadır. Burada bahsettiğimiz, her şeyi olduğu gibi kabul etmek değil, sadece sistemin işleyişini anlamadan ve yaptığı değişikliğin sisteme etkilerini öngörmeden “kahramanca” değişiklikler yapmaktan kaçınmaktır.

Devlet, şirketlere göre çok daha karmaşık bir sistemdir. Devleti yönetme sorumluluğunu üstlenen siyasi iktidarların bu gerçeğin farkında olması beklenir. Bu hem siyasi olgunluk hem de devlet görevlisi olabilme bilinci gerektirir. Aksi halde kendisini her şeyin sahibi gibi gören narsist kişiliklerle karşılaşma olasılığı çok yüksektir. Bir ergenin eline çekiç verirseniz etrafındaki her şeyi çivi olarak görmeye başlar. Devlet yönetme yetki ve sorumluluğunu da yeterli olgunluğa erişmemiş bir kişiye verirseniz, zücaciye dükkânına girmiş fil gibi kırar döker.

Siyasi iktidarlar devleti yönetirken, kendi ideolojilerine uygun olarak belirledikleri politikaları uygularlar. Ancak kamu politikasının bir süreç dâhilinde oluştuğu gerçeği göz önüne alınmazsa siyasi iktidar kafasına uymayan her şeyi değiştirme/bozma gücünü kendinde görür ki, bu durum bir devletin başına gelebilecek felaketler silsilesinin ilk adımıdır. Sistem içerisinde on yıllar boyu oluşturulmuş yapı, kaosa doğru sürüklenir. Bütün dengeler alt üst olur. İktidar yerini korumak adına hukuku yok sayar ve siyasi önceliği kendisini iktidarda tutacak uygulamalara verir. Böylece iktidarlar gittikçe otokratik bir kimliğe bürünür ve bir süre sonra bozulan dengelere de kulak asmaz. Kendisini “kadiri mutlak” görür ve popülizmin doruklarında dolaşmaya başlar.

Siyasi iktidar bu aşamadan sonra, kendi oy kitlesi olarak gördüğü kesimin lehine ekonomi alanında birtakım düzenlemelere giderken, bu düzenlemeler diğer kesimlerin hukuksuz ve adil olmayan kayıplara uğramalarına neden olabilir. Söylediklerimden sistemin önceki halinin adaletli olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Ama adaletsizliği artırmak kahramanlık değildir. Asgari ücreti ortalama ücret durumuna getirip sosyal adalet yarattığını söyleyen bir iktidar açıkça sistemi manipüle ediyordur. Yeni dengesizliklere ve adeletsizliklere yol açıyordur. Kamudan emekli bir mühendisin emekli lise mezunları kadar maaş alamadığı bir ülkede taşlar bir daha yerine oturamayacak şekilde yerinden oynamıştır.

Bir ülkede iktidar hakkında çeşitli eleştiriler olabilir. Her ülkede en başarılı iktidarları bile eleştiren kitleler olabilir. Bu çok doğaldır ve eleştiri tabii bir vatandaşlık hakkıdır. Her kesim kendi açısından değerlendirdiğinde objektif olarak haksız eleştiriler de olabilir. Ama bir ülkede iktidarın başarısı; ülkede her bir bireyin refahını artırmasıyla; gelir dağılımındaki adaletsizlikleri azaltmasıyla; vatandaşın eğitim, sağlık, güvenlik gibi temel kamu hizmetlerine erişimde eşit haklara sahip olmasıyla; toplanan vergilerin orantılı, bireyin refahını azaltmayan ve adil olmasıyla ölçülür. Bir ülkede aşırı vergi yükü varsa ve bu yük bireyin refahını azaltıyorsa orada kötü yönetim vardır.

Siyasi iktidarlar, yetkili ve sorumludur. Uzun dönem süren iktidarlarda bu sorumluluk tartışılamayacak kadar açıktır. Hele ki, bahse konu iktidar yirmi yıldan fazla ülkeyi yönetmişse, yaşanan bütün adaletsizliklerden birinci derecede sorumludur. Elbette bu sorumluluğun bir karşılığı olmalıdır. Ama yargı düzeni siyasetin emrine girmişse bu sorumluluğun hesabının sorulması çok zordur. “Anayasayı bir kez ihlal etmekle bir şey olmaz” diyen bir başbakandan sonra, bu ülkede sistemi ayakta tutmak zordur. Bu aşama sonrası hukuksuz olarak her yapılan hamle, bir şeyleri bozar ve sonuçta sistem kaotik bir yapıya bürünür. İşte bu aşamada iktidarın göstereceği reaksiyon çok önemlidir. Seçenek çok basittir; ülkenin geleceği mi, iktidarın devam etmesi mi?

Buraya kadar anlatmaya çalıştığım, devletin büyük ve karmaşık bir sistem olduğu, yönetenlerin bunun farkında olması gerektiğidir. Eğer bu gerçeğin farkında olunmazsa, sonuç her sistemde ortaya çıkabileceği gibi kaostur. Bu kaosun sonucunda sistem entropiye (çöküşe) de gidebilir, bir daha benzer şeylerin yaşanmaması adına daha güçlü bir sistem için yeni bir iradenin ortaya çıkmasını da tetikleyebilir. Ancak şurası bir gerçektir; bir sorunu, onu yaratan yaklaşımla çözemezsiniz.

Her iktidar döneminde zaman zaman ekonomi alanında yeni paketler açıklanır. Bu paketler, devlet sisteminin iç ve dış dinamiklerine uyum için gerekli de olabilir. Ancak her açıklanan paket, politik bir tercihtir. Kaynakların nereden nereye aktarılacağına dair verilen siyasi bir karardır. Bir ekonomik paket, neden açıklanmak zorunda kalınmıştır? En temel soru budur. Bu sorunun cevabını vermeden belirlenecek her türlü tedavi yöntemi yanlıştır.

Türkiye’de ciddi boyutta bir bütçe açığı oluşmuştur. Neden bu bütçe açığı vardır? Türkiye cari açık veren bir ülkedir. Neden sürekli cari açık verilmektedir? Bu kritik sorulara verilecek cevaplar, teşhis için zorunludur. Eğer teşhis doğru yapılmazsa, tedavi olarak belirlenen önlemler sadece pansuman etkisi yaratacaktır. Sonrasında sistemin işleyişinde daha öngörülemez, daha önlenemez sonuçlar doğurabilecektir. Çünkü hastalık doğru teşhis edilememiş, tedavi yanlış uygulanmıştır. Bir yandan ekonomik paket açıklanıp kaynak yaratılmaya çalışılırken diğer yandan irrasyonel kamu harcamaları devam ediyorsa, sorun tam anlamıyla bir havuz problemine dönüşür. Kaynak yaratmaya değil, kaynağa neden ihtiyaç duyduğumuzu sorgulamaya ihtiyacımız vardır.

Devlet adını verdiğimiz sistemi bir bütün olarak düşünüp varlığımızın onun geleceği ile yakından ilişkili olduğunu anlayabilirsek; din, ırk, etnik köken ayrımı olmaksızın adalete ve hukuka ihtiyacımız olduğu konusunda birleşebilirsek bir çözüm mümkündür. Kim bizi sınıfsal farklılıkları görmekten alıkoyuyor, inanç ve etnisite temelinde ayrımcılık yapıyorsa, bu vatana en büyük kötülüğü ve ihaneti o yapıyordur. Sigortasız çalışan işçilerin bir iş kazası sonucunda ölümünde ya da bir madende gerekli önlemler alınmadığı için madenciler öldüğünde; başı açık olanla başı kapalı olanın, etnik kökenleri farklı olanların, siyasi görüşleri farklı olanların yan yana öldüğü gerçeğini görmediğimiz sürece, muktedirlerin adaletsiz ve hukuksuz düzeninin destekçisi olacağımızı anlamalıyız.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, tam bağımsızlığı anlatırken, ekonomik bağımsızlığa vurgu yapar. Eğer ekonomik bağımsızlık yoksa diğer alanlarda bağımsız olunamayacağını söyler. Sizlere bu söylem çerçevesinde şu anda içinde bulunduğumuz koşulların bir fotoğrafını çekmenizi öneriyorum. Büyük ihtimalle göreceğiniz fotoğraf, size anlatılanlardan farklı olacaktır. O fotoğrafa iyi bakın ve açıklanacak ekonomi paketini tartışmanın ne kadar anlamsız olduğunu görün istiyorum. Ya da boş verin fotoğraf çekmeyi, ülke sorunları ile ilgilenmeyi; çocuklarınıza iyi bir gelecek sağlamak için bir ömür harcayın ki, onlar da çocuklarına bir gelecek sağlamak için bir ömür harcasınlar. Eğer sağlayabilirlerse…

Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Tüm Makaleler

  • 23.06.2024
  • Süre : 4 dk
  • 394 kez okundu

Google Ads