Site İçi Arama

siyaset

Sokak Köpekleri Sorunu Neden Tartışılamıyor?

Evcilleştirilen Köpekler koruma amaçlı işlev görürken, kediler evlerdeki zararlı böcekleri, yılanları, fareleri yiyerek yaşam alanlarını güvenli hale getiriyor. Ancak ne oluyorsa insan kent mekânlarını büyütüp teknolojik olarak onların korumasına ihtiyaç duymamaya başladıktan sonra oluyor.

Ülkemizde ortalama bilgi düzeyi azaldıkça, toplumsal tartışma kültürü de bundan olumsuz etkileniyor. Bilgi sahibi olunmayan konularda, inanç üzerinden tutumlar belirleniyor. Belirlenen tutumlar, çeşitli semboller üzerinden aidiyetler oluşturuyor. Aidiyetler insanları taraf tutmaya zorluyor. Fikir sahibi olabilmek için bilgi sahibi olma gereğinin çileli yolları, kolay tüketmeye alışmış insanlar için lüzumsuz bir tercih olarak görülmekten öteye gidemiyor. Daha kötüsü, bilgi sahibi olanların söyledikleri sözler, kutuplar arasındaki kakofoni yaratan amaçsız ve mantıksız çığlıkların arasında kaybolup gidiyor. İnsanlar birbirlerine hakaret ederek, saygı ve sevgi sınırlarını aşarak, sonuçsuz bağrışmaların adrenalin dolu hazını yaşıyorlar. İşte bu kargaşa ortamında gerçekte olanın ne olduğunu ortaya koymak neredeyse imkânsız hale geliyor. Bu durumda sorunlar, çözülmek şöyle dursun daha da kötüleşerek kronik bir hal alıyor. Bu yazıda böyle bir sorunun neden tartışılamadığını açıklamaya çalışacağım.

Dünyamız çok çeşitli canlı türlerine ev sahipliği yapıyor. Ancak 4,5 milyar yaşındaki bu mavi gezegende bir canlı türü var ki, evrende sadece kendisinin yaşadığına, dünyada aklıyla diğer canlılardan daha fazla tüketme hakkına sahip olduğuna, diğer canlıların kendisini mutlu etmek için yaratılmış olduğuna inanıyor. İnanmakla da kalmıyor, bu hastalıklı düşüncesinin kendisine birçok haklar sağladığını varsayıp bencilce bir vahşetle bütün canlılardan üstün olduğunu iddia ediyor. Oysa neredeyse 12 bin yıllık tarihi dışında diğer canlılardan çok da farklı olmayan bir hayat sürdüğü biliniyor. Üstelik bu 12 bin yılın her dönemi, birbirlerine karşı barbarca katliamlar yaptıkları savaşlarla dolu. Özellikle sanayi devrimini takip eden ve günümüze kadar uzanan yaklaşık 250 yıllık dönemde, geliştirdiği silahlarla, yaşam kültürüyle ve oluşturduğu yerleşim alanları itibariyle dünyaya çok büyük zararlar vermeye başladığı biliniyor. Birlikte yaşadıkları büyük şehirlerde, birbirlerine zarar vermelerini önlemek adına, uygarlaşma adında bir maskeyi doğumundan ölümüne kadar taşımaya başladığı da rivayetler arasında. Şehir yaşantısı, insanın nereden geldiğinin kendisi tarafından unutulduğu ya da bilinçli olarak unutturulduğu bir süreci kapsıyor.

İnsan kendisine korunaklı bir yaşam inşa ederken, dünyadaki diğer canlılarla olan ilişkileri de sınırlanıyor ve biçimlendiriliyor. Yaklaşık 12 bin yıl önce avcı toplayıcı toplumların yerleşik hayata geçmeye başlamasıyla önce köpek, çok sonra da kedi evcilleştirilerek insan yaşantısındaki yerini alıyor. Köpekler koruma amaçlı işlev görürken, kediler evlerdeki zararlı böcekleri, yılanları, fareleri yiyerek yaşam alanlarını güvenli hale getiriyor. Ancak ne oluyorsa insan kent mekânlarını büyütüp teknolojik olarak onların korumasına ihtiyaç duymamaya başladıktan sonra oluyor. Bu sevimli dostlarımızın bir kısmı, evlerde doğal ortamlarından uzaklaştırılarak yeni işlevler kazanıyor. Kalanlar ise, şehir yaşamının onları kabul etmeyen dokusuyla mücadele ederek yaşmaya çalışıyor.  

Bu hayat mücadelesi sorunsuz olmuyor. Özellikle doğasında sürüler halinde yaşamak olan köpekler, insanların artıklarıyla beslenirken, aç kaldıkları yerlerde ve dönemlerde insanın güvenliğini ve sağlığını tehdit edebilecek bir tehlike oluşturabiliyorlar. Dünyada şehirleşme süreçlerini çok önceden tamamlamış modern toplumlar, köpekleri şehir yaşantısının eve ait olmayan bir parçası olmaktan çıkarıyorlar. Hatta gelişmiş toplumlarda bu dönüşüm büyük ölçüde tamamlanmış durumda. Ancak kırsalın dönüşüm süreçlerinde sevimli dostlarımız bu biçimsel durumdan bir anda yeni düzene uyum sağlayamıyor. İşte belki de Türkiye’de bu dönüşümün sancılı olmasının en önemli nedeni, kentleşmeyle birlikte oluşmaya başlayan ve uzun süreçleri kapsayan kentlileşme olgusunun yeteri kadar sağlıklı bir zeminde gerçekleşmemesidir. Daha açık bir ifadeyle, kentleşme süreçlerinin çok hızlı ve plansız şekilde gerçekleşmesidir.

Gelelim ülkemizdeki bu konuda yaşanan tartışmanın farklı boyutlarını konuşmaya. Öncelikle kamusal bir soruna dönüşen her sorunun, siyasetin uğraşı nesnesi olduğunu vurgulayalım. Siyasal iktidarlar, kamusal sorunlara karşı kendi ideolojisi çerçevesinde politikalar üretir ve sorunları çözmeye çalışır. Politika sürecinin başlaması için olması gereken, sorunun bir kamusal sorun olarak siyasal iktidar tarafından kabul edilmesidir. Siyasal iktidarlar bazen ideolojik gerekçelerle, bazen belirli bir potansiyel oy kitlesini karşısında almamak maksadıyla sorunun varlığını kabul etmek istemezler. Bu nedenle siyasal iktidarların genellikle futbol taraftarlarını, etnik kimlikleri, inanç gruplarını doğrudan karşılarına almaktan çekindiklerini görürüz. Toplumda bölünmeye yol açan tartışmalar da siyasal iktidarların taraf olmaktan kaçındığı gruplar yaratır. İşte günümüzde sokak köpekleri konusunda siyasetin taraf olmaktan kaçınmasının en temel nedeni budur. 

Bir sorununun görmezden gelinmesi, o sorunu ortadan kaldırmaz. Sokak köpeklerinin sorun haline dönüşmesi ve gittikçe içinden çıkılmaz şekilde toplumda bölünmeye yol açması da siyasal iktidarlar tarafından sorunun görmezden gelinmesi nedeniyle oluşmuştur. Sorunda taraf tutup oy kaybetmektense sorunu görmezden gelmeyi tercih eden iktidarlar, bütçeden sorunun çözümü için bir ödenek ayırmaktan da kaçınmışlardır. Bazı bölgelerde iyiliksever insanlar tarafından beslenen sokak köpekleri mahallenin dokusuna uyumlu şekilde yaşarken, bazı bölgelerde gıda ve barınmadan yoksun kalarak saldırganlaşmakta ve şehir hayatını tehdit eder duruma gelmektedirler. Oysa böyle bir konu, sadece hayvan sever insanların iyi niyetine bırakılamayacak kadar önemlidir.

Ne yazık ki, toplumda konunun taraflarının tartışma üslubu, sorunu içinden çıkılmaz hale getirmekten öteye gitmemektedir. Oysa herkesin savunduğu konularda haklı olabildiği hususlar gibi haksız olduğu hususlar da olabilmektedir. Öncelikle sorunun odağında bir canlı türünün olduğu, bu nedenle üretilmesi gereken politik çözümün insani değerlerle uyumlu olması gerektiği konusunda herkes hemfikir olmalıdır. Bir tarafta kafasına kürekle vurularak katledilen bir canın görüntüsü, diğer tarafta sadece okuluna giderken yürüdüğü yolda köpeklerin saldırısına uğrayarak ölen çocuğun görüntüsü olduğu sürece, insanları başka çözümlere ikna edebilecek ve ortak aklın ürünü insanca bir çözüm üretebilecek yaklaşımları konuşabilmek zorlaşmaktadır. Oysa ikisinin de sorumlusu olan siyasal iktidarlardır. Ama iktidar görmezden gelince insanlar duygusal tepkilerle insanlık dışı çözüm önerilerini (!) haykırmaktan geri durmamaktadır. 

Öncelikle insanların birbirlerinin hassasiyetlerini istismar eden söylemlerden uzaklaşmaları gerekir. Hakarete varan suçlamaların, sorunun çözümüne herhangi bir katkı sağlamadığı gibi toplumda kutuplaşmaya yol açtığı görülmeli ve anlaşılmalıdır. Sokak köpeği bir türün adı değildir. Bir isim tamlamasıdır. Bu nitelemenin oluşmasında belki de en masum olanlar, köpeklerdir. Çünkü süratli ve plansız kentleşmenin sorumlusu bu canlılar değildir ve üstelik yaratılan ranttan da faydalanmadıkları kesindir. Öyleyse bu canlıların ait olmadıkları bir ortamda yaşam mücadelesi vermesi konusunda insanca bir çözüm üretmek de bütün kentlilerin sorumluluğudur. İnsanca çözümün bir boyutunu hayvanları sahiplenerek onları ev hayatına uyumlama çabası oluşturmaktadır. 

Sahiplenmek bütün sorunları çözebilen bir sihirli değnek değildir. Sadece başka canlıları değil, insanı bile kendi hayatına renk katan bir canlı türü olarak algılayan ve sıkıldığında atabileceğini düşünen yaratıkların başka hayatları çok kolay harcayabildiği bir ortamda, sokak canlarının herhangi bir şekilde ortadan kaldırılması bu yaratıklar açısından sorun yaratmayacaktır. Bu yaratıklar tarafından canların sokaklara bırakılması, mutlaka önüne geçilmesi gereken bir olgudur. Özellikle tatil beldelerinde yaz sonu sokaklarda cins köpek popülasyonunun arttığı, herkesin bildiği bir gerçektir.  Bir canlıyı aile yaşantısının bir parçası haline getirip sonra da vazgeçmenin, bir insanın aile fertlerinden vazgeçmesinden farkı yoktur. Sahiplenilen canlıların süs eşyası olmadığının öğretilmesi, erken dönem okul eğitiminin ve aile eğitiminin çözmesi gereken bir sorundur. Belki de hayvan sahiplenmek isteyenlerden psikiyatri raporu istenmelidir. Çünkü bir canlıyı dışarı atmanın normal bir ruh haliyle olmayacağının anlaşılması gerekir. Eğer bir insan köpeğinden ya da kedisinden vazgeçecekse bunu, yerel yönetimler tarafından işletilen bir barınağa bırakıp ömür boyu bakım masraflarını da üstlenerek yapabilmesi, insanca bir çözüm olarak düzenlenebilir. Ancak çözüm önerilerinin tartışılabilmesi için insanca bir tartışma ortamının varlığından söz etmek de mümkün değildir. 

Bu saygıdan ve sevgiden yoksun tartışma ortamından çıkışın tek yolu, siyasi iktidarın öncelikle bu sorunun varlığını kabul etmesi ve çözüm iradesini ortaya koymasıdır. Başlatılan politika sürecinde, konunun farklı boyutlarını temsil eden sivil toplum örgütleri, meslek örgütleri, üniversiteler ve yerel yönetimler bir araya gelerek üretilecek çözümleri enine boyuna tartışmalıdır. Sonuçta dayatmalardan uzak durularak ortaya çıkacak çözüm yönteminin de bir maliyetinin olacağı bilinmeli, gerek toplum gerekse iktidar bu maliyetten kaçınmamalıdır. 

Öncelikle yapılması gereken, 5393 Sayılı Belediye Kanunu ve 5216 Sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu içerisinde belediyelerin sokak hayvanları için barınma ve beslenme ihtiyaçlarının karşılanması görev ve sorumluluğunun yasal olarak düzenlenmesidir. Mevcut yapıda belediyenin bunu yapmasına engel bir durum olmasa da hukuki zorlayıcılık, çözüme katkı sağlayacaktır. Belediyelerin söz konusu tesisler için yeteri kadar veteriner ve bakıcı istihdam etmeleri de gerekmektedir. Politika sürecine müdahil olan paydaşlar, barınmanın nerelerde ve hangi koşullarda sağlanması gerektiğini tartışmalılardır.

Burada kastettiğimiz çözüm yolunun günümüzdeki olumsuz koşulları ile gündeme taşınan barınaklar olmadığının anlaşılmasını isterim. Barınaklar aynı zamanda sahiplendirme konusunda da hizmet veren modern, temiz ve düzenli tesisler olarak tasarlanmalıdır. Elbette geçici bir düzenlemeyle, belediyelere bu konuda merkezi yönetim bütçesinden kaynak transferinin de planlaması gerekmektedir. Bütün bunların geniş katılımlı bir politika süreci sonunda hayata geçirilmesi, çözümün başarısı için zorunludur. Sonuçta zaman içerisinde barınakların kapasiteleri azaltılabilir ve işlevleri değişerek vazgeçilen canlılar için de bir çözüm noktası olarak hizmet vermeye devam edebilir. 

Toplumun her konuda kutuplaştığı ve birbirine düşmanca tutumlar takındığı bir ortamda, belki yeniden konuşup saygıyla tartışma kültürünü hatırlamamızın zamanı gelmiştir. Hepsinden önemlisi, insan olmanın gereği, dünyada tek yaşayan canlı türünün insan olmadığını anlamaktan geçmektedir. Çözüm için ortaya çıkacak maliyet, siyasal iktidarlar tarafından belirli çıkar gruplarına haksız biçimde aktarılan kamu kaynaklarından kesinlikle daha fazla olmayacaktır. 

Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Tüm Makaleler

  • 24.12.2023
  • Süre : 4 dk
  • 937 kez okundu

Google Ads