Türkiye’nin Güncel Sorunları ve Kamu Politikası
Siyasi iktidarlar, devleti mi yoksa halkı mı yönetir? Bazılarınız için bu soru anlamsız gelebilir. Burada akademik yazın da dahil olmak üzere bir kavram karışıklığı yaşandığını düşünüyorum. Sırayla gidersek, devletin var olması için, toprak, halk ve egemenlik unsurlarının bulunması gerekir. Ancak devlet, üst düzey bir siyasal örgütlenme biçimidir. Söz konusu unsurların devletin var olması için bulunması gerekse de, bunlar devlet adını verdiğimiz siyasal örgüte içkin değildir.
Yönetilen Kim: Halk mı Devlet mi?
Siyasi iktidarlar, devleti mi yoksa halkı mı yönetir? Bazılarınız için bu soru anlamsız gelebilir. Burada akademik yazın da dahil olmak üzere bir kavram karışıklığı yaşandığını düşünüyorum. Sırayla gidersek, devletin var olması için, toprak, halk ve egemenlik unsurlarının bulunması gerekir. Ancak devlet, üst düzey bir siyasal örgütlenme biçimidir. Söz konusu unsurların devletin var olması için bulunması gerekse de, bunlar devlet adını verdiğimiz siyasal örgüte içkin değildir.
Oxford Siyaset Sözlüğü devleti, "Sınırlandırılmış bir alanda, ortak fayda adına, özel ilgi alanı egemenlik örgütlenmesi olan siyasi örgütler bütünü"(1) olarak tanımlamaktadır. Burada egemenliğin kullanım biçimi, yönetimin yapısını belirleyen unsurdur. Cumhuriyet rejiminde egemenliğin halka ait olduğu kabul edilir. Anayasamızın 6. Maddesinde "Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz." hükmü bulunmaktadır. Ardından gelen 7, 8 ve 9. Maddelerde ise, Türk Milletinin egemenliği kullanmasına aracılık eden; yasama, yürütme ve yargı erkleri sıralanır. Öyleyse, millete ait olan egemenliği kullanma araçlarından sadece biri olan yürütmenin diğer erklerin yetki alanına girmemesi ve egemenliği tek başına temsil ettiği iddiasında bulunmaması beklenir. Öyleyse yürütme görevini ve yetkisini elinde bulunduran siyasi iktidar, kimi yönetir? Egemenliğin sadece bir bölümünü millet adına kullanan siyasi iktidarın halkı yönettiğini iddia etmek kanımca yanlış bir kavramlaştırmanın genel kabul görmesinden başka bir şey değildir. Gerçekte yönetilen, temel varlık sebebi halka kamu hizmeti sunmak olan devlet adını verdiğimiz siyasi örgüttür.
Devletin yönetimi, devletin temel işlevinin kamu hizmeti sunmak olduğu dikkate alındığında, kamu hizmeti sunumunun yönetilmesidir. Öyleyse siyasal iktidarın temel görevi kamu hizmeti sunumunu yönetmektir. Kamu hizmetinin hangi ilkelerle ve nasıl sunulacağını belirleyen, kamu politikasıdır. Kamu politikasının oluşturulması sorumluluğu ise, siyasal iktidarın temel sorumluluğudur. Siyasal iktidar, her kamu hizmeti alanında siyasal görüşlerine uygun kamu politikalarının yapım süreçlerini yönetir ve bu onun ana faaliyet alanıdır. Kamusal bütün faaliyetlerin özünü oluşturan kavram, "kamu yararı"dır. Bu kavram ortak iyi, ortak yarar gibi farklı kelimelerle de ifade edilebilmektedir. Kamu yararı, hukukun en temel ilkesi olduğu gibi, kamusal bir faaliyet olan politika yapım süreçlerinin de temelidir. Politika yapım süreçlerinin sonucunda bir kamu hizmetinin nasıl sunulacağı belirlenir. Diğer bir ifadeyle kamusal bir soruna çözüm üretilir. Kamu politikası sürecinin en önemli aktörlerinden biri, medyadır. Şimdi medyanın bu süreçteki rolüne bakalım.
Kamu Politikası Sürecinde Medya
Kamu politikası sürecinin başlangıcı, kamusal bir sorunun varlığının siyasi iktidar tarafından kabul edilmesidir. Teknik olara buna "sorunun belirlenmesi"(2) denir. Siyasi iktidar bazen siyasi görüşü doğrultusunda kamusal bir sorunun varlığını kabul etmek istemez. Mesela ülkemizde kadın hakları, sağlık çalışanlarına şiddet gibi konularda kayıtsız kalınarak çözüm üretilmemesinin tercih edilmesi, siyasal iktidarın bu alandaki sorunları sorun olarak görmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu aşamada çeşitli baskı unsurlarının, siyasal iktidar üzerinde baskı oluşturarak bir kamusal sorunu kabul etmesi yönünde baskı yapması, sağlıklı işleyen bir demokrasinin işleyiş biçimidir. Bu baskının oluşturulmasında ve örgütlenmesinde en önemli kamusal ödev, medyaya düşmektedir. Çünkü kamuoyunun oluşturulması, farkındalık yaratılması ve bu farkındalığın bir baskı aracında dönüştürülmesi, medyanın en güçlü olduğu alan olarak kabul edilir. Bu nedenle demokrasinin en önemli unsurlarından biri olan alternatif enformasyon; güçlü, bağımsız ve etik ilkelere sahip bir medyanın varlığını gerektirir. Bu yönüyle basının kamusal bir görev yaptığını söylemek mümkündür.
Medya tek taraflı bir iletişim yapısı üzerine kurulmuş değildir. Şüphesiz ki, iletişimin taraflarından biri de devlettir. Devlet-medya ilişkileri, temel varlık sebebi kamu hizmeti sunumu olan devletin toplumla olan iletişiminin en önemli unsurudur. Kamu politikası sürecinin yönetimi, toplumun dinamik yapısındaki hassas dengelerin gözetilmesini gerektirebilir. Bu dengelerin bozulmaması adına, medyanın kamu politikasına konu olan sorun alanı hakkında farkındalık yaratmasını sağlamak ya da süreci bozabilecek bir farkındalık oluşmasını engellemek gibi konularda etik basın ilkelerini ihlal etmeden devletle uyum içerisinde olması beklenir.
Ancak medyanın devletle uyum içerisinde olması bir zorunluluk değildir. Medya ile devletin ilişkileri, çok hassas bir dengenin üzerinde olmalıdır. Bu hassas dengenin temel belirleyicisi de kamu yararıdır. Bu konuda en büyük görüş ayrılığı, kamu yararının ne olduğu, ya da neyin kamu açısından yararlı olduğunun nasıl belirleneceği sorunudur. Medya kamusal bir sorun hakkında farkındalık yaratırken, etik sınırları aşıp belirli bir tarafı ötekileştirmeye yönelmemelidir. Buna rağmen dünyanın bütün ülkelerinde bu ilişkide etik sınırlar aşılabilmektedir. Ya medya patronlarının siyasetle ilişkileri ya medyanın devlet tarafından (açık ya da gizli biçimde) fonlanması, ya da medyada görev yapanların sorumluluklarının bilincinde olmaması, etik sınırların sıklıkla aşılmasına neden olabilmektedir. Bu alanda sayısız akademik çalışma ve basılı kaynak bulunmaktadır. Ama bu aşamada güncel sorunları analiz edebilmek adına yeterli bir çerçeve oluşturduğumuzu söyleyebiliriz. Bu çerçeve aynı zamanda bundan sonraki dönemde güncel sorunlar üzerine yazacağım yazılar için de uygun bir araç olacaktır.
Bir Anda Medyada Yer Alan Haberler
Geçtiğimiz hafta içerisinde bir anda ülke gündemine bir anda düşen çıplaklık görüntülerini toplumda büyük tepkilere neden oldu. Benim dikkatimi çeken, olayların ahlaki boyutundan çok bir anda kamuoyunun gündemine benzer olayların ardı ardına gelmesiydi. Burada konuya farklı açılardan bakmak mümkündür. Toplumda böyle bir konuda farkındalık yaratılmasının neyi sağlayacağının değerlendirilmesi gerekmektedir. Eğer bu gündemin oluşması devlet tarafından medyadan talep edilmişse, bunun kamusal bir sorun olarak kamuoyu önüne konulması, buradan bu tür sorunlara yönelik bir kamu politikası süreci başlatılması söz konusudur. Bu sürecin sonunda yeni kurumsal yapıların kurulması gündeme gelebileceği gibi, yeni yasal düzenlemeler de politika çıktısı olarak hayata geçebilir. Bu konudaki medya refleksinin baskı unsuru olanı sivil toplum örgütlerinin bazıları ya da hiçbir yasal dayanağı olmayan cemaat yapılarının etkisiyle gündeme gelmiş olması durumunda ise, devletin göstereceği reaksiyon önem kazanmaktadır. Çünkü siyasi iktidarın hukuksal düzlemin dışında birtakım yapılarla çıkar ilişkileri kurmuş olması, kamuoyu oluşturulmasında bu tip dolaylı yolların kullanılmasını gerektirebilir.
Bir başka açıdan yapılan bir değerlendirmeye göre ise bu haberlerin, kamuoyunu siyasal iktidar üzerinde baskı oluşturabilecek önemli bir kamusal sorundan uzak tutmak için, kamusal açıdan öncelikli olmayan ya da gerçekte var olmayan bir sorunun medya aracılığı ile gündeme taşınması olarak görülebilmesi de mümkündür. Benzer bir durum, bekçilere ilişkin hukuksal düzenlemenin yapılabilmesi için belirli kanallardan kamuoyunda güvenlik eksikliği algısı yaratmak amacıyla sürekli kavga görüntüleri servis edilmesinde de gerçekleşmiş olabilir. Burada olayların ardından hükümetin reflekslerinin izlenmesi, önemli veriler sağlamaktadır. Bu ise, yine medyanın kamuoyunu bilgilendirme konusundaki sorumluluğu ile bağlantılıdır.
Gezi Eylemlerine Katılanlara Hakaret
Gezi eylemi, sosyolojik açıdan kitlesel bir protesto eylemidir ve bu eylemi gerçekleştiren geniş halk kesimleri, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır. Eylemin arkasındaki düşünceyi anlamak, ülkeyi yönetme sorumluluğu olan bir yönetici için zorunluluktur. Dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun, bu ölçekte bir kitlesel eylemin araştırmaları bizzat yönetici konumunda olan insanlar tarafından yaptırılır ve kitlelerin taleplerinin neler olduğu, neden ısrarla eylemi sürdürdükleri anlaşılmaya çalışılır. Çünkü bu talepler kesinlikle kamusaldır. Ve bu ölçekte kamusal talepler, kamu politikası sürecinin ilk adımı olan sorunun belirlenmesi için bir başlangıç noktası olmalıdır. Ancak yukarıda belirttiğim üzere, siyasi iktidar böylesine büyük ölçekte bir kamusal sorunu görmezden gelmeyi tercih etmiştir. Bu tür siyasi tercihler, uzun dönemde meşruiyet krizi yaratma potansiyelini içinde barındıran çok tehlikeli yaklaşımlardır. Eğer eylem sonucunda bir politika süreci başlatılmış olsaydı ve süreç bütün paydaşların katılımıyla demokratik olarak işletilseydi, ülke bugün yaşadığı toplumsal gerilimin önemli bir kısmını hiç yaşamamış olacaktı. Bu nedenle bu tercihi alternatif bir siyasi yaklaşım olarak görmek, en hafif tabiriyle siyasi taraftarlık olarak görülmelidir. Ancak Gezi eylemlerini tekrar ülke gündemine getiren olay, Cumhurbaşkanı'nın Anayasanın 104. Maddesinde belirtilen "Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder." ifadesine rağmen, eyleme katılan geniş halk kitlelerine "çürük" ve "sürtük" gibi sıfatlarla hakaret etmiş olmasıdır.
Anayasanın 10. Maddesinde "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir... Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar." ifadeleri yer almaktadır. Bu ifadeler aynı zamanda Anayasanın ikinci maddesinde sayılan niteliklerde yer alan "Hukuk Devleti" niteliğinin gereğidir. Ancak Cumhurbaşkanı, Anayasaya rağmen toplumun geniş bir kesimine hakaret etme hakkını kendinde görebilmektedir. Tablonun bir diğer boyutu, Aksoy Araştırma tarafından yapılan bir ankette halkın yüzde otuz dokuz kadarının Cumhurbaşkanı'nın söylemini "doğru" buluyor olmasıdır. (3) Bu durum büyük ölçüde siyasi taraftarlık olarak adlandırabileceğimiz olguya dayanmaktadır. Bu yaklaşımın nedenlerini açıklamaya çalıştığım yazımda (4) belirttiğim gibi, Cumhurbaşkanı'nın seçime doğru gidilen süreçte, kendi kitlesini nefret söylemi, belirli bir kesimi ötekileştirme ve kitleler arasındaki geçirgenliği azaltma yoluyla seçmen kitlesindeki erimeyi engellemek için bu tür çıkışları tercih ettiğini düşünüyorum. Bahsi geçen araştırma sonuçları bu tercihin siyaseten çok da yanlış olmadığını gösteriyor. Ancak toplumda bölünmeye yol açan bu tür yaklaşımların daha büyük olumsuzluklara dönüşme potansiyeli olduğu unutulmamalıdır. Elbette Türk Ceza Kanunu’nda karşılığı olan bir suçu, Cumhurbaşkanı bile olsa kimsenin işleme özgürlüğü olamaz, olmamalıdır. Aksi takdirde Türkiye Cumhuriyeti'nin Anayasada belirtilen nitelikleri fiilen uygulanmayan bir hukuk normu olarak kalacaktır.
Bundan sonraki yazımda ekonomideki son durumu kamu politikası açısından değerlendirmeye çalışacağım. Saygı ve sevginin, nefret ve şiddetin yerine güzel günler görmek dileğiyle.
Kaynaklar:
(1) Iain McLean, (1996), Concise Dictionary of Politics, Oxford University Press, New York.
(2) Christopher A. Simon, Public Policy Preferences and Outcomes, Pearson Longman, New York, (s. 95)
(3) https://t24.com.tr/haber/aksoy-arastirma-erdogan-in-kullandigi-surtuk-kelimesini-yuzde-39-
(4) https://strasam.org/stratejisiyaset/siyaset-bilimi/siyasette-sanal-gercekligin-insasi-756