Afetlerde Hükümetin ve AFAD’ın Sorumluluğu Nedir?
1999 Marmara Depremi sonrasında Dünya Bankası projesinde “muhatap kurum” olarak “Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü” kurulmuştur. Ancak görev ve yetkileri net olarak ortaya konamamış olan bu yapı 2009 yılında 5902 Sayılı Kanunla AFAD’ın kurulmasıyla ortadan kalkmıştır. AFAD’ın kuruluşunda etkili olan temel yaklaşım, ABD’nin Acil Durum Yönetim Ajansı (FEMA) kuruluş felsefesidir.
Sevgili dostlar, ulusal yasımızı yaşadığımız bir haftayı geride bıraktık. Afet bölgesinden gelen haberlerle kimi zaman her bir can için umutlandık, kimi zaman gözyaşlarımıza engel olamadık. Geceleri uyanıp sıcak yataklarımızda bölge insanının yaşadığı soğuğu ruhumuzda hissettik. Bütün ülke neredeyse bölgede yaşanan acıya bir parça ilaç olabilmek için tek yürek, tek vücut, tek umut oldu. Kamu çalışanları, başta sağlık personeli olmak üzere, gönüllü olarak görev isteyip giderken, her ilde bölgeye gönderilmek üzere hazırlanan yardım malzemeleri için yediden yetmişe herkes seferber oldu. Çocuklar oyuncaklarını kardeşleri için yazdıkları notlarla bölgeye gönderdiler. Marmara depreminde 1999 yılında ulusça yaşanan birlik ruhu adeta yeniden dirildi. Ancak keşke, sadece birlik ruhumuz o zaman yaşadığımız afet dönemindeki yaşadıklarımıza benzeseydi. Ne yazık ki, birçok olumsuzluk da o bölgede yaşadıklarımıza benzer şekilde yaşandı ve yaşanıyor. Hatta bazı olumsuzlukların daha derin yaşandığını bile söyleyebiliriz.
Öncelikle şunu kabul etmek gerekir ki, bu büyüklükte bir afetle başa çıkmakta birçok devletin kapasitesinin ve gücünün yetersiz kalacağı konusunda mutabık olunmalıdır. Bununla birlikte bu gerçeği öncelikle anlaması gereken devlet ve onu yönetme görev ve sorumluluğuna sahip olan hükümettir. Devletin kendi başına hükümet dışında bir politik tercihi olamayacağını düşünürsek, bu büyüklükte bir afete devletin kapasitesinin yetmeyeceğini bilmek hükümetin sorumluluğudur. Peki, yetmeyeceğinin farkında olmak neyi gerektirir?
Öncelikle yeterli görünmek adına bütün yardımların afetzedelere ulaşmasına ve mevcut bütün araçların kullanılmasına “bu işi biz yaparız” diyerek engel olmaması gerekir. Yetersiz olmak anlaşılabilir ama yeterli olmadığı halde yetersizliği reddetmek iyi niyetle açıklanamaz. “Her şeyi biz yaparız” diyen bir iktidarın “biz”den kastettiğinin ne olduğunu da açıklaması gerekir. Krizler durumun çok hızlı değiştiği, rasyonel düşüncenin devre dışı kalabildiği süreçlerdir. Ulusal kriz durumlarında ülkenin bütün kaynaklarının ve bütün insanlarının birlikte hareket etmesi gerekir. Bu birliği sağlamak ise en başta yöneticilerin sorumluluğudur. Şimdi Kahramanmaraş depremi özelinde depremin gerçekleşmesi ile birlikte ortaya çıkan kriz durumunu analiz etmeye çalışalım.
AFAD’ın Yetki, Görev ve Sorumlulukları Uygun mudur?
Öncelikle AFAD’ın kuruluşundaki düşüncenin yanlışlıklarından başlamak uygun olacaktır. Daha önce Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’na bağlı Afet İşleri Genel Müdürlüğü bir koordinatör makam olarak öngörülüyordu. Ancak yaşanan afetlerde bir çatı örgüt eksikliği, bu konuda yeterli bilgiye sahip hemen herkesin savunduğu bir görüştü. Bu kapsamda 1999 Marmara Depremi sonrasında Dünya Bankası projesinde “muhatap kurum” olarak “Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü” kurulmuştur. Ancak görev ve yetkileri net olarak ortaya konamamış olan bu yapı 2009 yılında 5902 Sayılı Kanunla AFAD’ın kurulmasıyla ortadan kalkmıştır. AFAD’ın kuruluşunda etkili olan temel yaklaşım, ABD’nin Acil Durum Yönetim Ajansı (FEMA) kuruluş felsefesidir.
ABD; yönetim sistemi olarak Türkiye’den çok farklı bir federal devlettir. Bu yönetim sistemi içerisinde “Agency” (Ajans) adı verilen yapılar, daha çok siyasi otoriteden görev alanı itibariyle bağımsız, uzmanlık ve bilimsel bilgi üzerine kurulu yapılardır. Türkiye’de de AFAD koordinatör konumu dikkate alınarak, Başbakanlığa bağlı olarak kurulmuştur. Ancak kurulurken, icracı birimleri de bünyesine alarak, taşra teşkilatıyla birlikte devasa bir yapıya dönüşmüştür. Yıllarca koordinatör konumuyla icracı görevleri arasında uyumsuzluk olduğu gerekçesiyle eleştiriler yapılmıştır. Aslında temel sorun 5902 Sayılı Kanun kapsamında taşra teşkilatında ve bünyesinde icracı birimler olması değildir. Şimdi 2018 yılında “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne geçişle birlikte İçişleri Bakanlığına bağlanan AFAD, kuruluşundaki temel felsefeyi oluşturan “koordinatör kurum olma” konusunda ilk yapısal sorunu yaşamıştır. Çünkü hükümetin AFAD’a yönelen eleştirileri doğrudan kendine yapılmış olarak görmesi, gerçek anlamda bir siyasal sorundur. Görünürde bunun en önemli nedeni de, AFAD’ın bir bakanlıklar arası koordinasyonun merkezi olması gerekirken, bir bakanlığın parçası olmasıdır.
Kanun koyucu, AFAD’ı çatı örgüt olarak öngörürken, çatı örgüt kavramı yanlış bir biçimde yorumlanmıştır. Her şeyden sorumlu olan, hiçbir şeyden sorumlu olmaz. Bu, yönetim bilimi açısından çok net bir gerçektir. Dünyanın her yerinde afetlere müdahalede çok fazla sayıda birim (entity) sahada olur. Devletin resmi kurumunun yanında, yerel yönetimlerin kendi ekipleri, sivil toplum örgütleri, gönüllü kuruluşlar, bireysel gönüllüler, uluslararası yardım kuruluşları, ulusal ve uluslararası düzeyde birçok arama kurtarma ekipleri, özel sektörün yardım ekipleri sahada bulunur. Bu afet ortamının doğasında vardır. Afete müdahaleden sorumlu kurumun tek başına büyük ölçekli afete müdahale edebilmesi imkânsızdır. Bu nedenle genellikle afete müdahaleden sorumlu yapılar, dünyanın her yerinde kriz yönetiminden ve koordinasyondan sorumlu yapılardır. Burada kriz yönetiminden sorumlu yapı, “bütün yardımları getireceksiniz, ben dağıtacağım” derse bu yaklaşım, insanlık tarihinin yaşadığı birçok acılardan çıkarılmış derslerle gelişen afet yönetimi disiplinine de, akla ve mantığa da aykırıdır. Birçok ilde çadırların AFAD binaları önüne yığılıp, buraya arabasıyla gelen vatandaşlara çadır verilmesi, afet yönetimi adına şu nedenlerle “yapılmaması gerekenler” başlığında ele alınabilecek bir konudur:
1. Afet bölgesinde hayati önemde olan trafiğin aksamasına neden olur.
2. Yardımların adil dağıtımına ve gerçek ihtiyaç sahiplerine yardım ulaşmasına engel olur.
3. Zaten psikolojik olarak zor durumda olan afetzedelerin daha fazla yıpranmasına ve tükenmişlik hissi yaşamasına neden olur.
4. Yardımların sadece aracı olanlara yapılması, afetzedelerde hükümetin sınıfsal bir tercih yaptığı algısını oluşturur.
Erzincan, İzmit, Düzce, Van depremlerinden hiçbir ders çıkarılmamış gibi yardımların sınıflandırılması, emniyete alınması ve dağıtımında hala aynı tecrübesiz görüntüler devam etmektedir. Ne yazık ki, bu görüntülerin yaşanmasının en önemli sebeplerinden biri, AFAD’ın kurgulanmasında yapılan yapısal hatalardır. Diğer önemli bir sebep ise liyakatli insanların bulunması gereken görevlerin başında, nepotizm ve çıkar ilişkilerine bağlı görevlendirmeler yapılmış olmasıdır. Bunun yanında AFAD, depremin ilk anında çok kısa bir süre içinde ön raporu hazırlamış, İçişleri Bakanlığının da doğru bir uygulamayla ile dördüncü seviye alarm ilan etmiştir. Aslında AFAD gibi bir kurumdan beklenmesi gereken de bu türde uygulamalardır. Eğer AFAD sadece gittiği bölgelerde yardım ve kurtarma çalışmalarının koordinasyonuna odaklanmış olsaydı, şu anda birçok canımız hayatta olacaktı. Elbette Türk Silahlı Kuvvetleri gibi organize, kabiliyetli, güçlü bir yapının sahaya geç girmesi ayrı bir başlık altında tartışılması gereken bir konudur. Sorun sadece EMASYA ve DAFYAR planlarının iptal edilmiş olması değildir. Tek başına her türlü kararı alabilen bir Cumhurbaşkanının, İçişleri Bakanlığı depremin üzerinden bir saat geçmişken süratle dördüncü seviye alarm ilan ettiği bir ortamda aynı saatte TSK’ya sahaya inmesi için talimat vermiş olması gerekirdi. Oysa TSK ikinci günden sonra güçlü bir şekilde sahaya inmiştir. Gecikme net bir şekilde politik tercihi ortaya koyuyor.
Sonuç
Her politik tercih, aynı zamanda yönetme sorumluluğunu da içerir. Elbette kurumsallaşmada belirli bir düzeye erişmiş toplumlar, bu sorumluluğun hesabını sormak zorundadır. Aksi halde yaşanan afetler, aynı hataların tekrar tekrar topluma bedel ödettiği, ama birilerinin hiçbir sorumluluk üstlenmediği olaylar olarak yaşanmaya devam edecektir. Devlet, hükümetin politikalarını kamu yararı gözeterek uygulama sorumluluğu olan büyük bir siyasal örgütlenme biçimidir. Devletin her konuya yaklaşımı, halka karşı tutumu, aynı zamanda hükümetin politikalarının yansımasıdır. Bu anlamda hükümet, halka karşı sorumluğu kapsamında onları her şeyin yolunda olduğuna ve her konuda doğruların yapıldığına ikna etmeye çalışmak gibi bir yanlışa düşmemelidir. Afetzedeleri provokatör olmakla suçlamak, tepki gösterenlere karşı polisiye tedbirler uygulamak, en hafif tabiriyle afete uğramış ve psikolojik olarak büyük travma yaşayan insanlara karşı yapılan haksız ve insafsız bir uygulamadır. Bu durumda sorumlu bir hükümetin yapması gereken, afetin büyüklüğü karşısındaki yetersizliği kabul etmek ve yediden yetmişe tek vücut olmuş bir milletin yardımlarını organize ederek afetzedelerin acılarını, sıkıntılarını dindirmeye çalışmak olmalıdır. Böyle bir ortamda “hükümetin başarıları üzerine hikâyeler yazmak”, başta afetzedeler olmak üzere hiç kimseye fayda sağlamayacağı gibi, hükümeti de yönetim sorumluluğundan kurtarmaz.
Depremin ilk şoku ve yarattığı kısa dönemli etkiler atlatıldıktan sonra ilk yapılması gereken, AFAD’ın yeniden yapılandırılmasıdır. Burada önemli olan, AFAD’ı bilimsel ilkeler doğrultusunda yeniden kurgulamak, her şeyden sorumlu etkisiz bir yapı yerine, bilimsel raporlama, afet yönetimi ve koordinasyondan sorumlu, görev ve sorumluluğu net bir biçimde ortaya konmuş bir yapı olarak yeniden yapılandırmak olmalıdır. Afet bölgesinde her çabanın hayati derecede önemli olduğunun bilinciyle, kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı ve ötekileştirici yaklaşımlardan uzak durmak, her vatandaşın sorumluluğudur. Aynı vatanı paylaştığımız için vatandaşımız olan 13-15 milyon insan, büyük bir afet yaşamıştır ve ülkemiz yastadır. Bu acıyı hisseden ve eleştiren insanların anlaşılması gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki, uzunca bir süre bu felaketin etkilerini ulus olarak yaşayacağız. Daha iyiye gitmek için, yapılan eleştirilere kulak tıkamak yerine kulak vermek de vatanını seven bütün siyasetçilerin ve her kademedeki bütün kamu görevlilerinin sorumluluğudur.