Kahvehaneden Devlet Yönetilir mi?
Kahvehanenin bir hafızası yoktur. Bugün yapılan tartışma biter, yarın yeni bir tartışma yapılır. Devlet, hafızası olan bir örgüttür. Kuruluşundan itibaren bütün tarihsel gelişmelerin sorumluluğunu taşır ve hükümetlerin bu gelişmeleri devlet tartışmasına dönüştürerek topluma yansıtması kabul edilemez bir hatadır.
Eminim başlığı gördüğünüz anda birçoğunuzun aklında “böyle saçma şey mi olur?” sorusu oluşmuştur. Genellikle devlet dendiğinde aklımıza ana, baba, güç, adalet, şefkat gibi kavramlar geliyordur. Bunun nedeni, devletin tarihsel süreçte bireyin can ve mal güvenliğini korumayı öngören temel işlevini sürdürmesi olarak görülebilir. Neticede devlet, belirli bir toprak üzerinde bir halkın egemenlik çatısı altında birleşmesiyle ortaya çıkan siyasal bir örgüttür. Bir siyasal örgüt olarak devlet nasıl yönetilmelidir? Tarih boyunca bu sorunun cevabını arayan sayısız çalışma vardır. Her özgün çalışmanın vurguladığı değerli öneriler bulunmaktadır. Ancak bizim başlıkta sorduğumuz sorunun cevabı, bu çalışmaların verdiği yanıtlardan ziyade, devleti yönetme kültürü ne olmalı sorusuna bir boyutuyla cevap arayışı niteliğinde olacaktır.
Hayatımızın bir döneminde kahvehaneye gitmemiş olanımız neredeyse yoktur. Kâğıt oyunları, okey, domino, tavla gibi eğlence alternatifleri arkadaşların bir arada keyifli zaman geçirebildiği bir ortam yaratır. Bu ortamda çay, kahvenin sigara dumanı altında renklendirdiği sohbetler, kimi zaman devlet ve hükümet meselelerinin, kimi zaman hayata dair güncel konuların herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın tartışıldığı bir serbest kürsü gibidir. Herkes bilsin bilmesin, o anda aklına geleni büyük bir özgüvenle söyler. Etrafta bilgisi olanlar bulunsa bile, ortamın adabına uyar ve söylenenlerin saçmalığı, ortamın sür reel yapısı içerisinde eriyip gider. Elbette sigara konusunda haklı olarak kapalı yerde içme yasağı getirildikten sonra ortam biraz değişmiştir.
Kahve ortamında bazen tartışmalar çok alevlenebilir. Futbol takımları arasındaki rekabet ya da siyasi partilerin tutumu, tartışmaların alevlenebilme ihtimalini yükselten konular olarak kahvehane kültürünün bir parçasını oluştururlar. Hatta bu ihtimal bazen o kadar büyük bir risk oluşturabilir ki, belirli görüşe sahip insanların buluştuğu ve belirli takım taraftarının toplandığı kahvehaneler, herkes tarafından bilinir ve müşteri profili buna göre oluşur. Bazen de kahvehane duvarları, işletme yönetiminin tartışma ve kavga ortamının önüne geçmek için yazdığı sınırlandırıcı uyarı yazılarına zemin olur. Bir anlamda yazılı olmayan kahvehane kültürü, yazılı belgelere dönüşür.
Bir kahvehaneyi yöneten işletme sahibi, mekânı yerinden yönetmek zorundadır. İşletme sahibi, çoğu zaman ses ve gerilim katsayısının yükselmeye başladığının farkına varır ve ustalıkla olayı yatıştırır. Çıkabilecek bir kargaşanın hem mekâna verebileceği zararı hem de müşteri kaybına yol açabileceğini görebilecek kadar tecrübelidir. Bu nedenle belirli kahvehanelerin müdavimleri, neyle karşılaşacağını bildiği mekânı tercih eder. Kimse sürpriz huzursuzluklarla karşılaşmak istemez. İşletmeciler de bunu bilir, insanları rahatsız edecek ani değişiklikler yapmaktan kaçınırlar.
Devlet, siyasi bir örgüt olarak kurumsallaşmanın üst basamaklarına çıkmış bir örgütlenme biçimidir. Bu aşamada kararların gayrı şahsi ilişkiler bağlamında ortaya çıkması beklenir. Devletin yönetimi, önceden belirlenmiş kurallara göre oluşan bir hükümetin sorumluluğundadır. Hükümet, yine önceden belirlenmiş ve vatandaşların onayını almış bir kurallar bütünün çerçevesinde, belirli bir süreyle görevini sürdürür. Yazılı Anayasası olan ülkelerde bu kurallar bütünü, anaysa metni altında toplanır. Ancak halk egemenliğini esas alan her ülkenin yazılı olsun ya da olmasın fiili olarak bir anayasası vardır. Anayasa metinleri halk egemenliğinin senedidir ve egemen gücü mutlak olarak sınırlandırır.
Kahvehane kültürü ile devlet yönetim kültürü arasındaki en temel fark, kahvehane kültüründe hemen her şeyin konuşulabilir ve tartışılabilir olmasıdır. Çünkü orada konuşulan orada kalır. Oysa devlet yönetiminde hükümet, anayasanın çizdiği sınırların dışına çıkamaz. Devleti yönetme görevi olan bir hükümet, herkesin aklına geleni ortaya atabildiği bir kurumsal yapı değildir. Kahvehanede konuşulan konuların hiçbir yaptırım gücü yoktur. Oysa iktidarı oluşturan hükümetin her beyanı, bir politika tercihini gösterir. Bu nedenle devlet sorumluluğunun ve anayasanın gereği olarak hükümet birimleri, her beyanın bir politik söylem olduğunun bilincinde olmalıdır. Hükümetin politika gündeminde olmayan hiçbir konu, yetkililer tarafından dile getirilemez. Diğer bir ifadeyle, dile getirilen her konu politik bir yönelimi gösterir.
Kahvehanenin bir hafızası yoktur. Bugün yapılan tartışma biter, yarın yeni bir tartışma yapılır. Kimse bugün savunduğunu ertesi gün savunmak zorunda değildir. Tutarlılık sadece kişinin kendisini bağlar. Herkes yadırgasa da tutarsızlığın bir yaptırımı yoktur. Devlet, hafızası olan bir örgüttür. Kuruluşundan itibaren bütün tarihsel gelişmelerin sorumluluğunu taşır ve hükümetlerin bu gelişmeleri devlet tartışmasına dönüştürerek topluma yansıtması kabul edilemez bir hatadır.
Kahvehanede abartma, yalan söyleme ve kanıtsız konuşma son derece sıradandır. Hatta bunların üzerine birçok fıkra mevcuttur. Daha da ötesi, yalanı ortaya çıkan pişkin pişkin gülerek bunu geçiştirebilir. Bunun yanında hükümet üyelerinin bir ölçüde abartması siyasetin cilvesi olarak kabul edilebilirse de yalan söylemesi halka karşı saygısızlıktır ve kabul edilemez.
Kahvehane sohbetlerinde masadan hesap ödemeden kaçmak büyük ayıp sayılır. Bunu yapanla bir daha kimse aynı masaya oturmak istemez. Ama hükümetler genellikle yaptığı yanlışların hesabını ödemeden sıvışmak arayışındadır. Buna engel olabilecek unsur, bağımsız ve adil işleyen bir yargı düzenidir. Eğer bu yoksa aynı iktidar tekrar tekrar aynı masaya oturabilmektedir. Konuyu tutarlılık bağlamında biraz somutlaştırmak için son dönemde yaşanan tartışmaları ele alabiliriz.
Türkiye Cumhuriyeti için en kritik dönemde İngiltere’nin kışkırtmasıyla bir “Kürt-İslam” ayaklanması başlatıp, Musul ve Kerkük üzerindeki politikamızın değişmesine neden olan ve isyan bastırılınca idam edilen Şeyh Sait’in Türkiye Cumhuriyeti için bir hain olduğu, tartışma götürmez bir gerçektir. (Tırnak içerisinde yazdığım kavram bana ait değildir. Rahmetli Gazeteci Uğur Mumcu’nun yazdığı çok önemli bir kitabın başlığıdır). Bölgenin feodal özellikleri nedeniyle bütün ayrılıkçı Kürt hareketlerinin din üzerinden aldığı desteğin görülmesi gerekir.
Ana muhalefet partisini teröre destekle suçlayan hükümetin Şeyh Sait konusundaki söylemlerinin ve kendi bünyesinde TBMM’ye soktuğu HÜDA-PAR’ın bu konudaki görüşlerini görmezden gelmesinin altında yatan temel unsur da dindir. Din konusunda büyük bir görüş birliği olan kesimlerin etnik kimlik konusundaki görüşlerinin çok büyük ölçüde farklılaşması beklenemez. Hükümet kendi içerisindeki bu tutarsızlığı, muhalefete saldırarak örtme çabasındadır. Ne yazık ki, siyaset kahvehane kültürünün ötesine geçememektedir. Yani herkes her şeyi sorumsuzca söylemekte ve herhangi bir yaptırım olmamaktadır. Tutarsızlık normal karşılanır hale gelmiştir.
Sosyal medya da tam anlamıyla kahvehane kültürünün geçerli olduğu bir mecradır. Herkes, kulaktan dolma bilgilerle İktidarın propaganda stratejisine alet olabilmekte ve ana muhalefet partisini teröre destek vermek gibi hiçbir dayanağı olmayan bir suçla itham edebilmektedir. Bu suçlama paylaşımları, kahvehanede söylendiği gibi boş ve sanaldır. Hukuksal temeli olan paylaşımlar değerli olsa da ortam, bunların nihai sonuç üretebileceği bir ortam değildir. Oysa iktidarın terörün geldiği aşama konusunda yapması gereken özeleştriye rastlamak mümkün değildir. Kahvehanede hesap ödemeden çay kahve içip de en hararetli konuşan kişiyi alkışlayanlarla sosyal medya trolleri arasında bir fark yoktur.
Yazıyı okuyup da bana “ne kadar saçma, hiç devlet yönetimi ile kahvehane kültürü bir olur mu?” diyenleri duyar gibiyim. Bence de olmaz. Eğer bu konuda samimiyseniz, yaşadıklarımızı bir de devlet ve yönetim kültürü açısından değerlendirin. İşte bu nedenle hükümet yetkililerinin sanki kahvehane masasında konuşuyormuş gibi devlet yönetiminde söz sahibi olmaları eğer sadece benim algımsa herkesten özür dilerim. Ama devlet yönetiminde kahvehane kültürü ile hareket eden yetkililerin her yaptığı karşılıksız kalıyorsa o zaman, bu hükümetin nasıl göreve devam edebildiğini anlamak için kendinizi değerlendirmenizi tavsiye ediyorum.