Soytarılara makam verirseniz, Malatya’yı sirke çevirirler
Geleceğe yazılı belge bırakan yegâne varlık insandır. Çünkü diğer varlıklardan tek farkı insan denen yaratıklara bahşedilen akıl gibi bir değere insanların sahip olmasıdır. Aklın olduğu yerde, düşünsel özgürlük, düşünsel özgürlüğün olduğu yerde de bilgi ve ona da bağlı olarak gelişim ve yeni icatlar vardır. "Tarih tekerrürden ibarettir" sözünü incelediğimizde, değişmenin sadece mekân ve sonsuzluk içinde geçerli olan bir zaman boyutu olduğunu görürüz.
Tarih Bilinci:
Bugün ne yazayım diye düşünürken, uzun bir zamandır tarihi şahsiyetleri ve olayları anlatmayı ihmal ettiğimi fark ettim. Aslında tarih karanlıkta olduğumuz zamanlarda, elimizde bulunan bir el feneri gibidir. Doğru yolu bulmamızda bize en iyi yol göstericidir. Tarih siz istemeseniz de zaman içinde kendini yenilemekte, geleceğe ışık tutmaktadır.
Geleceğe yazılı belge bırakan yegâne varlık insandır. Çünkü diğer varlıklardan tek farkı insan denen yaratıklara bahşedilen akıl gibi bir değere insanların sahip olmasıdır. Aklın olduğu yerde, düşünsel özgürlük, düşünsel özgürlüğün olduğu yerde de bilgi ve ona da bağlı olarak gelişim ve yeni icatlar vardır. "Tarih tekerrürden ibarettir" sözünü incelediğimizde, değişmenin sadece mekân ve sonsuzluk içinde geçerli olan bir zaman boyutu olduğunu görürüz. Tekrar eden olayların sırrını sadece ve sadece aklın yolunu bilgiyle harmanlayalar anlayabilir. İbn-i Haldun bu konuları mukaddemesinde gayet yalın bir şekilde anlatmıştır. Sadece ve sadece okumanız ve olayları zaman içinde yerli, yerine oturtmanızla alakalıdır. Haydi bunu tarihten bir örnek le anlatalım.
Saray Soytarıları:
"Saray soytarıları" olgusu, günümüzde de mekân ve kılık değiştirerek aynen devam ediyor diyenleriniz olabilir. Belki de haklısınız, sadece oyuncular değişiyor zaman denen bu yolculukta. Size, Osmanlı toplum yaşamındaki soytarıların işlevini anlatmak istiyorum. Eğer yapmak istiyorsanız, günümüze dair yorum yapmayı veya yapmamayı sizlere bırakıyorum.
Saray soytarılığı, bir zamanlar önemli bir meslekti. Soytarılar hükümdarları en sıkıntılı zamanlarında bile güldürür, o yüksek kattaki gerginlikleri azaltır ve tabii, bol bol da bahşiş alırlardı. Osmanlı sarayında soytarı bulundurma geleneğinin Yıldırım Bayezid tarafından başlatıldığı rivayet edilir. İlk önceleri, cüceler, kamburlar ve hadımlar Osmanlı Sarayında en çok rağbet gören soytarılar oldular. Tanzimat'a kadar devam eden bu gelenek, Osmanlı'nın batılılaşma çabasıyla beraber unutulup gitti.
Birçok soytarı, tarih boyunca önemli roller oynamıştı. Bizdeki saray soytarıları daha çok Araplardan veya Habeşlilerden seçilirdi. Bu insanlar, ya esir pazarlarından satın alınır veya saraya hediye olarak gönderilirdi. Soytarının padişah katında değer görebilmesi için gerçekten de on parmağında on marifet olması gerekirdi. Padişahın sinirli olduğu zamanlarda kendisini ne yapıp, edip güldürmeleri, yeri geldiğinde de anlattıklarıyla ve yaptıklarıyla düşünmeye sevk etmeleri beklenirdi.
Padişaha bu derece yakın oldukları için, haliyle soytarıların güvenilir kişilerden seçilmelerine özen gösterilirdi. Osmanlı'da 16. asrın sonlarından itibaren devlet kurumlarının giderek yozlaşması üzerine işleri gayrimeşru yollardan halletmek günlük bir alışkanlık hâline gelmiş ve çarkın içine soytarılar da dahil olmuştu. Bu soytarıların başında, Üçüncü Murad'ın Nasuh ve Cûhud isimli cüceleri gelmekteydi.
Cüce Nasuh ile Cüce Cûhud, saraydan dışarıya pek çıkmayan Üçüncü Murad'ı avuçlarının içine almışlar ve memleketin önemli makamlarına yapılacak atamalarda dahi etkili hale geldiklerinden, devlet katında nüfuzları artmıştı. Her iki soytarının da gayrimeşru yollardan biriktirdikleri büyük miktarda servetleri vardı. Sonraki senelerde gözden düşüp hapse atıldıklarında yapılan tahkikatta soytarıların kurduğu büyük bir rüşvet ağı ortaya çıkmıştı. İşgal ettikleri devlet makamlarını soytarılara verdikleri rüşvetlerle elde eden birçok devlet görevlisi bunun üzerine azledilmek zorunda kalınmıştı.
Osmanlı tarihçiliğinin önde gelen isimlerinden olan Peçevi, kendi ismini taşıyan tarih kitabında, Üçüncü Murad'ın soytarılarıyla ilgili garip bir olayı hikâye eder ve hadiseyi günümüz Türkçesi ile şöyle anlatır:
"Maskaranın biri padişah ihsanda bulunacağı zaman 'yok hünkârım bugün altın istemem 100 değnek isterim'' dedi. Sebebi sorulunca, ''hele ellisini vurun ondan sonra sual buyurun'' diye cevap verdi. Sultan, ''vurulsun'' buyurdu ve soytarı elli adet sopayı yedikten sonra ''durun, bir ortağım var, ellisini de ona vurun'' diye bağırdı. Ortağının kim olduğu sorulunca da ''beni her gün sultanımın huzuruna davete gelen bostancı, huzurdan ayrılışında 'seni ben getirdim, aldığın bahşişin yarısı benimdir'' deyip paramın yarısını elimden alıyor. Dolayısıyla, bugün yediğim dayağın yarısı da bostancının hakkıdır'' cevabını verdi. Üçüncü Murad, soytarının bu latifesinden hoşlanıp ihsanını artırdı ve bostancıya da elli değnek vurdurduktan sonra ''bir daha böyle işler yapmamasını'' tembih etti. Soytarı, maskaralıkla kazandığı parasına el koyan bostancıdan zekâsını kullanarak böylece kurtulmayı başarmıştı.
Sonuç:
Soytarılar dünya var oldukça kendilerine hep bir yer bulacaklardır. Her ülkenin soytarısının sayısı, bulunduğu ülkenin yüksek makamlarının kendilerine açtığı oynama alanı ve bundan dolayı vereceği değer oranında artacak veya azalacaktır. Tercih, toplumun, daha doğrusu toplumu yöneten, Osmanlı örneğinde olduğu gibi, sarayındır.
Hakikaten demokrasi ilkeleri ve kurumları ile yönetilen devletlerde, bu tipten soytarılığı meslek edinen konumlar, şahsiyetler kendilerine yer bulamazlar. Çünkü sistem soytarılıklara hayat hakkı tanımaz.
Çünkü, akıl, mantık bu rol çalanları sorgular. Sorgulayan toplumlarda, soytarılara da yer olur mu? Kim kabullenebilir bunu? Ama şunu da unutmayalım. Ortalık boş bırakılırsa, bu soytarı takımı her an her yerde hazır ve nazır olmaya çok iyi bilirler. Ancak, halkın oyuyla iktidarı halk adına geçici olarak ele alan siyasiler, soytarılıklara prim vermedikleri takdirde, soytarılık ve soytarılar kendilerine yaşam alanı bulamazlar. Aynı şekilde, soytarılığa prim verenlerden de soylu bir yönetim beklenemez.
Derler ki, “Soytarıların yüzünü görmek için sirkin bitmesini beklemek lazımdır!” Demek ki her zaman soytarıları teşhis etmek mümkün olmuyor, oyunun sonunu görmek gerekiyor.