Sağlık Politikasının Sonuçları Üzerine
Sağlık politikalarında topluma iyinin sunulduğunu hissettirmek, dünyanın her yerinde bütün iktidarların propaganda stratejilerinin önemli bir parçasını oluşturur.
Sağlık politikalarında topluma iyinin sunulduğunu hissettirmek, dünyanın her yerinde bütün iktidarların propaganda stratejilerinin önemli bir parçasını oluşturur. Türkiye’de 2002 Kasım seçimlerinde %34 ile TBMM’de 550 sandalyeden 363’ünü alan AKP iktidarı için de hareket noktasının sağlık politikaları olacağını öngörmek zor değildi. Neredeyse halkın yarısının oylarının TBMM’de temsil dışı kalması nasıl bir anlayışın sonucuysa, AKP için böyle bir sonucu taşımak adına tercih edeceği politik yönelimin tahmin edilmesi aynı sonuçların fonksiyonu olmaktan ibaretti.
İktidara gelirken hastanelerin önündeki kuyruklardan popülist söylemler üreten AKP, 2004 yılından itibaren afili bir sloganla “Sağlıkta Dönüşüm Programı”nı (SDP) başlattı. Küresel sermayenin Türkiye’deki sağlık sisteminden aldığı payın yükseltilmesi, 1980’lerden itibaren bütün uluslar arası sağlık konferanslarının gündem maddelerinden birini oluşturuyordu. Bunun için öncelikle koruyucu sağlığı önceleyen ve birinci basamak hizmetlerin yaygınlaştırılmasını ve etkinliğini artırmayı amaçlayan 224 Sayılı “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun” ile kurulmuş düzenin tamamen ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bu gerçeklik, SDP’nin yol haritasının başlangıç noktasıydı.
Aslında sorun sevk zincirinin kurulması ile 2’nci ve 3’üncü basamaktaki yükün azaltılması ve birinci basamak hizmetlerinin geliştirilmesi ile çözülebilecekken, çok daha pahalı ve sonuçları tahmin edilenin ötesinde yıkıcı olabilecek bir alternatif politik tercihte bulunulmuştu. Üstelik “Genel Sağlık Sigortası”, “katkı payı” gibi uygulamalarla artan maliyetler kamu hizmetinden yararlananların sırtına yükleniyordu. SDP’nin kâğıt üzerindeki amaçlarından biri “artan kişi başına sağlık harcaması maliyetlerini düşürmek” olarak açıklanırken, uygulamanın hayata geçmesiyle birlikte sağlık harcamaları Dolar bazında 10 yılda beş kat artmıştı.
Tedavi yönelimli sağlık sistemleri, toplum sağlığını koruyamadığı gibi ülkelerin sağlık harcamalarında da büyük artışlara yol açıyordu. Rusya’da devrimden sonra devletin gücünün sembolü olarak inşa edilen büyük hastaneler, 1980’lerde sağlık sisteminin çöküşüne yol açmıştır. Türkiye ise 2004 yılında önceki yıllardaki tercihin aksine, koruyucu sağlığı ve birinci basamağı neredeyse devre dışı bırakan tedavi yönelimli sisteme doğru adımlar atmaya başlamıştır. Halkın politikayı kabul etmesi için önceki dönemin yetersiz olarak görülen (gösterilen) 2 ve 3’üncü basamak sağlık hizmetleri propaganda amacı olarak kullanılmıştır. Bu propagandada hizmetin niteliği değil niceliği ön plana çıkarılmıştır. Çünkü nitelik oldukça iyidir. Ayrıca “2 ve 3’üncü basamak hizmetlerinde nicelik ne olmalıdır?” sorusu ciddi bir tartışma konusudur.
SDP’nin uygulamaya başlanmasıyla oluşan 2’ncibasamak sağlık hizmetleri açığı, özel hastanelerle yapılan anlaşmalarla kapatılmıştır. Böylece herkes kolaylıkla ikinci basamak hizmetlerine ulaşabilir hale gelmiştir. Ancak burada etkili bir denetim sisteminin tesis edilememiş olması, iki önemli sonuç doğurmuştur. Birincisi, bu özel sağlık kuruluşlarıyla yapılan sözleşmelerin yetersizliği nedeniyle devletin zarara uğratılmasıdır. İkincisi ise sağlık çalışanlarının kamu çalışanı statüsünün kaybı ile sağlık alanındaki kalifiye işgücünün proleterleşmesi olgusudur. Bu kurumlardan sağlık hizmeti alan halk açısından ortaya çıkan aksaklıklar ise kolaylıkla tespit edilemeyen ve yetersiz sağlık hizmetinin bir sonucu olarak ciddi sonuçlar üreten çıktılar olarak kalmıştır.
Sağlık harcamalarının maliyeti arttıkça özel sağlık kuruluşlarından alınan hizmetin maliyeti de vatandaş için artmaya başlamıştır. Katkı payları dönemsel olarak sürekli bir artış göstermektedir. Sonrasında tedavi yönelimli sistem, kendi dinamikleriyle kendi ihtiyaçlarını dikte ettirmeye başlamıştır. Bunun sonucunda uygulandığı ülkelerde yarattığı sonuçlarla büyük bir hata olarak görülen “Şehir Hastaneleri” yapılmaya başlanmıştır. Türkiye’de bu hastanelerin yapımında tercih edilen KOİ (kamu özel ortaklığı) yöntemi ise hazineyi yıllarca sürecek bir borç sarmalına sokmuştur. Bu hastanelerin sağlık kuruluşları için öngörülen optimum büyüklüğün çok üzerinde olmasının yarattığı sorunlardan başka kurumsal kültürü ile etkin hizmet veren hastanelerin kapatılmasına yol açması nedeniyle de sağlık sisteminde yarattığı sorunlar yıkıcı olmuştur.
Kamu hizmeti sunumunda sağlık ve eğitim gibi mutlaka devlet tarafından verilmesi gereken hizmetlere idari nitelikte kamu hizmeti denir. Bundan amaçlanan, söz konusu kamu hizmeti sunumunun özel sektöre bırakılmasının yaratacağı sorunlardan kaçınmaktır. Hizmet sunumunda özel sektörün de yetkili olmasında bir sakınca görülmese de, bütün kontrolün kamuda olması ve ne olursa olsun kamunun bu hizmeti mutlaka vermeye devam etmesi esastır. Kamu hizmetini sunma konusunda yetkili özel sektör, mutlaka kamunun etkin ve sürekli denetimi altında bu hizmeti vermelidir. Zaten kamu hizmetinin tanımı gereği böyle olması gerekir.
Aslında sağlıkta dönüşüm programı başlatıldığında politika metinlerinde kamunun uygulayıcı olmaktan çok politika yapıcı rolüne vurgu yapılmış ve kamunun uygulamadan mümkün olduğu kadar çekilmesine gerek duyulduğu ifade edilmiştir. Bu yönüyle SDP, idari nitelikteki kamu hizmetlerinin idari niteliğini yıpratıcı bir yaklaşımı benimsemiş görünmektedir. Şunu belirtmekte fayda vardır ki, kamu politikası alanında hiçbir şey tesadüfen olmaz. Kamu politikasının sonuçları da büyük ölçüde öngörülebilir ya da beklenen sonuçlardır. Öngörülemeyen sonuçlar ortaya çıktığında bunun politika yapıcılar tarafından derhal gündeme alınması ve çözülmesi gerekir.
İdari nitelikte bir kamu hizmetini piyasa kurallarına göre işleyen bir mekanizmanın dişlileri arasına attığınızda, onu denetlemek ve kontrol altında tutabilmek zordur. Tarih boyunca para hırsı, en sert kuralları un ufak edebilecek kadar tehditkâr ve ısrarcı olmuştur. Bundan dolayı kamu politikası süreçleri, paydaşların katılımı ile olgunlaşırsa etkili olur. Eğer sadece sermayenin (ve onun arkasında duran küresel sermeyenin) çıkarlarına göre şekillenirse, sonuçların nereye varacağını kestirmek zor olabilir. Bundan dolayı kamu politikası süreçleri kamu yararı gözetilerek sürdürülmelidir.
SDP gündeme geldiğinde nasıl, nerede ve kim tarafından hazırlandığı belli olmayan bir paket, sağlık gibi çok ciddi bir alanda kamu politikası olarak uygulanmıştır. Uzun vadede ortaya çıkan kamu politikası sonuçlarına bakıldığında aslında politika süreçlerinin neden atlandığı anlaşılabilmektedir. Aşağıda yazdığım her bir sorun, sağlık çalışanlarının hakları için mücadele eden dernek ve sendikalara sorularak teyit edilebilir. Ancak ben yine de çok azını yazabildiğimi düşünüyorum.
Her şeyden önce sağlıkta bireysel harcamalar artmış ve sigorta şirketleri ile özel sağlık kuruluşları bundan kârlı çıkmıştır. Koruyucu sağlık uygulamaları geri plana itilmiş, bunun sonucunda ilaç kullanımı ve pahalı tetkiklerde patlama yaşanmıştır. Aynı dönemde Türk ilaç sanayisinin büyük bölümü yabancı ilaç şirketlerinin eline geçmiştir. Ciddi kronik hastalıklarda hasta haklarında gerileme gözlenmiş, bazı hastalıklarda parası olmayan için tedavi imkânsız hale gelmiştir. Uzman doktorlara muayene olabilmek, eskisinden daha zor hale gelmiş, bunun yanında sağlık çalışanları her alanda hak kaybına uğrayarak proleterleşme sürecine girmiştir. Sağlık çalışanları, kamu hizmeti sunulan kitlenin önüne atılmış ve tamamen politik tercihlerle sağlıkta şiddetin artmasına göz yumulmuştur. Tıp eğitimi büyük bir darbe almış, fakültelerdeki hocalar, özel sektörü tercih etmek zorunda bırakılmıştır. Genelde memur emeklileri ile birlikte sağlık çalışanları, gasp edilen emekli hakları nedeniyle emekli olmaya korkar olmuş, mecburen çalışamaya devam etmek zorunda kalmıştır. Uluslararası ilaç ve tıbbi cihaz tekellerinin Türkiye’den elde ettiği kârlar patlamıştır. Eskiden SSK bir ilacı piyasanın 10’da birine mal ederken bu sistem çökertilmiş, ulusal ilaç sanayisi ve yerli girişimciler yok edilmiştir. Askeri ilaç fabrikaları kapatılmış, devlet çok büyük zarara uğratılmıştır.
Özel sağlık kuruluşları, sağlık çalışanı istihdamında eskisinden çok daha rahat bir şekilde çok ucuz fiyatlarla kalifiye eleman temin edebilme imkânına kavuşmuştur. Bundan daha vahimi, özel sağlık kuruluşlarındaki yolsuzluklarda büyük artışlar yaşanmıştır. Bunun en son örneği, insanlığın yüz karası bir çetenin para için dünyaya yeni gelmiş masum canları öldürmekten geri durmamış olmasıdır. Detaylarını öğrendikçe insanlığımızdan utandığımız bu tabloyu yaratanlar, SDP’nin mimarlarıdır. Şimdi kimse politik sorumluluktan kaçıp halka “aaa kuşa bak” diyemez. Takke düşmüş ve sadece kel değil, ardındaki kötücül beyin de görünmüştür. Türk Halkı bugüne kadar görmezden gelinen bir yağma düzeninin politik sonuçlarıyla yüzleşmek zorundadır. Bunun da “Allah onları kahretsin” demekle olmayacağını herkes bilmelidir.
Sağlık alanında faaliyet gösteren sendikalar, dernekler, meslek kuruluşları, odalar, bir araya gelerek SDP’nin yarattığı politik enkazdan çıkış yollarını aramalıdır. Yoksa Türk Halkının sağlığı bir daha geri getirilemeyecek şekilde bozulmak üzeredir. SDP’nin yanlışlarını ortaya koymak için turnusol kâğıdı, KAMU YARARI kavramıdır. Yapılan hangi uygulama kamu yararına hizmet etmiştir? Profesör unvanı alıp bu sistemin yerleşmesi için çırpınan bilim düşmanı çıkar sahipleri buna cevap vermelidir.
Bugün eğer özel hastanelerin kamulaştırılmasını tartışıyorsak (ki katılıyorum), bununla birlikte kapatılan devlet hastanelerini, dispanserleri, göz ardı edilen koruyucu hekimliği, tedavi yönelimli sağlık sisteminin Türkiye’yi soktuğu bataklığı, şehir hastanelerini ve buralardan elde edilen haksız kazançları, kamu yararı çerçevesinde tartışmalıyız. Hem de olabildiğince gür bir sesle. Yani mesele sistemin sadece aksadığını görebildiğimiz yerini düzeltmeye çalışmaktan çok daha öte bir mücadele gerektirmektedir. Sağlık politikasındaki dönüşümü kamu politikasının anlamını bilmeyen çıkarcılara uygulatmaya kalkarsanız, ne kamu yararı kalır ne de kamu sağlığı…