Avrupa’da Aşırı Sağın Yükselişi AB’nin Sonunu Getirir mi?
Aşırı sağ, siyasetin sınırlarından ana akıma doğru ilerleyerek sadece siyasi merkezi etkilemekle kalmadı, aynı zamanda iktidar arenasına da girdi. Sağ, geleneksel Avrupa yanlısı partiler ile Avrupa karşıtı milliyetçi partiler arasında bölüşüldü. Pek çok sağ parti seçmenlerinin ilgisini çekmek adına popülist politikalar üreterek göçmen ve azınlık karşıtı, yabancı söylem düşmanlığı kullanmaya başladı.
Avrupa genelinde aşırı sağcı partilerin oylarının yükselişte olduğuna dair son dönemde gündeme gelmeye başladı. Nitekim, Fransa ve İsveç'te aşırı sağın elde ettiği başarılı sonuçların ardından İtalya'da da aşırı sağın temsilcisi Meloni zafere ulaştı.
Fransa'nın aşırı sağcı Ulusal Ralli Partisi lideri Marine Le Pen, "Avrupa'nın her yerinde insanlar kaderlerini yeniden kendi ellerine almak istiyorlar!" dedi.
Aslında Avrupa'da yeni bir sağcı radikalizm dalgasının sardığını kimse iddia etmiyor. Avrupa’daki aşırı sağcı partilerin oyları, Rusya'nın 24 Şubat’ta Ukrayna'yı işgal etmeye başlamasıyla birlikte tırmanışa geçmedi. Avrupa çapında yapılan değerlendirmelere göre, bu dönemde sağcı partilere seçmen yönelişinin ortalama yüzde bir puan bile artmadığı biliniyor. Öte yandan aşırı sağ partilere verilen destekte bir artış olduysa da bunun birkaç yıl önce gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
Aşırı sağın ayak sesleri 2014 yılındaki Avrupa Parlamento (AP) seçimlerinde duyulmaya başlanmıştı. 6 Mayıs 2014 tarihinde AP seçimlerinde aşırı sağ partiler beklenen ama bir o kadar da kabullenilmeyen bir sonuca imza atmışlardır. Zira liberal demokratik değerler ve onları temsil eden kurumlar büyük çapta Batı Avrupa ülkesinde gelişip derinleşirken söz konusu bu değerler üzerine inşa edilmiş Avrupa’da günümüzde aşırı sağcı popülist söylemlerin dahi sosyal demokrasinin anavatanı sayılan İskandinav ülkelerine kadar ulaştığı görülmektedir.
İsveç’te sağ oylar yükselişe geçti. İsveç Demokratları ülke genelinde 2014 seçimlerinde oylarını yüzde 10 seviyesine çıkarmıştı. Zamanla yükseliş trendini koruyan bu parti, bu yıl yapılan seçimlerde oylarını yüzde yirmi seviyesine çıkarmayı başardı.
Almanya'da ise aşırı sağcı çizgideki Almanya için Alternatif partisi, 2017 Almanya federal seçimlerinde oylarını yüzde 12.6’ya çıkardı ve federal mecliste 94 sandalye kazandı.
Aşırı sağ, siyasetin sınırlarından ana akıma doğru ilerleyerek sadece siyasi merkezi etkilemekle kalmadı, aynı zamanda iktidar arenasına da girdi. Sağ, geleneksel Avrupa yanlısı partiler ile Avrupa karşıtı milliyetçi partiler arasında bölüşüldü. Pek çok sağ parti seçmenlerinin ilgisini çekmek adına popülist politikalar üreterek göçmen ve azınlık karşıtı, yabancı söylem düşmanlığı kullanmaya başladı.
Avrupa aşırı sağ partilerin politikaları zamanla “normal” görülür oldu. Bu tür uçtaki partiler siyasi yelpazenin ayrılmaz bir parçası olarak görülünce, seçmenler ve geleneksel partiler tarafından da kabul görmeleri kolaylaştı. Merkez sağ partiler ile aşırı sağ arasındaki iş birliği toplum tarafından yadsınmamaya başladı. Bu da sağ kesimdeki tüm partilerin birbiriyle ittifak içine girmesinin önünü açtı. Böylece, sağ kesimin bir bütün olarak görülmesi, diğer kesimdeki partiler tarafından da siyaset arenasında aşırı sağ uçtaki partilerin siyasi sistemin ayrılmaz bir parçası olarak yer almalarına onay vermelerini sağladı.
İtalya'nın aşırı sağın tetikleyicisi olarak görülen Giorgia Meloni’nin partisinin kökeni eski faşistlerin kurduğu gruplara dayanması nedeniyle dikkatleri üzerine çekti ancak son seçimlerde oyların %26’sını İtalyan Kardeşliği partisi, Meloni liderliğinde AB'nin üçüncü büyük ekonomisine liderlik etme, hükümeti kurma hakkını kazandı.
İsveç'te merkez sağ parti, büyük olasılıkla aşırı sağcı İsveç Demokratlarının desteğini almak zorunda kalacak bir azınlık hükümeti için koalisyon görüşmelerine başladı. Avusturya, Finlandiya, Estonya ve İtalya'da da aşırı sağcı partiler hükümete girdi. Diğer ülkelerin de onları takip etmesi muhtemel görünüyor.
Romanya'da, Romenlerin Birliği için İttifak (AUR) isimli aşırı sağcı partinin lideri George Simion, Meloni'nin İtalya'daki zaferini kutladı ve partisinin onların izinden gideceğini söyledi.
İspanya gelecek yıl sandık başına gidiyor ve sosyalist Başbakan Pedro Sánchez'in yeniden seçilmesinin zor olabileceği konuşuluyor. Muhafazakâr Halk Partisi, yayınlanan tüm anketlerde İspanyol sosyalistlerinin beş ila yedi puan önünde yer alıyor, ancak tek başına iktidar çoğunluğunu elde etmek için yeterli oyu alması halihazırda pek olası görünmüyor. Bu da, lideri Santiago Abascal'ın Meloni'nin müttefiki olduğu aşırı sağcı parti Vox ile bir anlaşmaya varmak zorunda kalabileceği anlamına geliyor. Halk Partisi daha önce Vox ile hükümet kurmayı reddederken, geçtiğimiz bahar yeni seçilen lideri Alberto Núnez-Feijóo, aşırı milliyetçi grupla bir koalisyon anlaşmasına yeşil ışık yakabileceğini söyledi.
Avrupa’da sağ kesimde, özellikle aşırı uçtaki değişim şüphesiz bir gecede gerçekleşmedi. Sağın aşırılık yanlıları, neo-Nazi imajlarından sıyrılmak için özel bir çaba gösterdiler. Örneğin, İsveç Demokratları ile ilgili bazı haberlerde, iktidara gelir gelmez trenlerdeki insanları sınır dışı edeceklerini düşünenler vardı. Aşırı sağ, imajını düzeltmeye ve bazı konularda dikkatli davranmaya çalıştı. İtalya'da Meloni, 'Tanrı, vatan, aile' sloganına sadık kalarak partiyi daha radikal unsurların gölgesinden kurtarmayı başardı ve böylece seçmenden geniş oranda onay almanın bir yolunu bulmuş oldu.
Belçika'nın kuzeyindeki Flanders bölgesinde etkin olan Vlaams Belang (Flaman Menfaati) isimli aşırı sağ etiketle yaftalanan sağcı parti, aşırı uçta olduğunu açıkça reddediyor. Tıpkı İtalya, İsveç ve Fransa'daki benzer parti başkanlarının yaptığı gibi, partinin başkanı Van Grieken, partiyi kuranların aşırıya kaçan duruşlarından uzaklaştıklarını söyledi.
Avrupa’da görünen o ki, açıktan ırkçılık söyleminin aslında bir tabu haline geldiği görülüyor. Bunun yerine aşırı sağ partilerin kullandığı retorik, açık kapı göç politikasını eleştirmeye dönüştü. Aşırı sağ, merkezdeki seçmenlere dikkatlice hitap ederek pastadan daha büyük bir dilim almayı hedeflerken, bir yandan da düzen karşıtı hoşnutsuzluktan faydalanmaya devam ettiler.
Avrupa sağ partileri, küreselleşmenin olumsuz etkilerini kendi seçmen kitlelerini büyütmek için eleştiriyorlar ve milliyetçi kesimin küreselleşmeden uzaklaşması, aradaki fay hattının kırılması pahasına milliyetçiliğin kutsanması vazgeçilmez bir politika olarak görülüyor.
Avrupa rekor enflasyonla mücadele ediyor. Rusya’nın savaş politikaları ve Rusya’ya yaptırımların küresel etkisi, AB ülkelerinde yaşayan sıradan insanların ceplerine yansıyan fahiş ısınma faturalarının büyümesine neden oluyor. Mevcut durumda karamsar bir hava Avrupa geneline yayıldı. Bu duruma çözüm bulamayan hükümetler sarsıntı geçiriyor.
Dolar karşısında tarihi düşüş yaşayan Euro, çok derin ve kapsamlı sonuçlara neden olma tehlikelerini içinde barındırmaktadır. Zira krizlerle temelleri sarsılan ve yorulan Avrupa sorunlarına her geçen yükselen milliyetçilik, bölgeselcilik, işsizlik, göçmenlik sorunları katlanarak eklenmektedir.
Nihayetinde Ukrayna'daki mevcut savaş, küresel finans problemleri, göç ve pandemi gibi art arda yaşanan krizler aşırı sağa artan desteği anlamlı kılıyor. Bu tür varoluşsal krizler istikrarı bozuyor, insanlarda korkuya yol açıyor. Geleneksel olarak korku faktörü aşırı sağın üreme alanı olarak nitelendiriliyor. İnsanlar kolaylıkla bu korku ve öfkeyi radikal oy verme davranışına dönüştürme eğilimine girebiliyor. Bu ortamda aşırı sağ, küreselleşen krizlere milliyetçi, korumacı çözümler sunmasıyla öne çıkabiliyor.
Günümüzde Avrupa Birliği ülkelerinden hem milliyetçilik hem de bölgeselcilik açıkça yükselişe geçmiştir. Bu eğilim İngiltere, Fransa, İspanya ve İtalya’da dikkati değer nitelikle görülmüştür. Halihazırda Fransa, Almanya ile geliştirdiği iş birliğini korumaya, aşırı sağ iktidara gelse de AB’nin özünün korunmasını Fransa’nın gelecekteki beklentileriyle eşgüdümlü görmeye devam etmektedir. Bu birliktelik esasında AB’nin zorunlu özünü teşkil etmektedir. Franko-Alman ilişkisinin güçlenmesi oranında Avrupa’nın bir arada kalabilmesi mümkün olabilecektir. Eğer İspanya, İtalya gibi ülkelerde milliyetçiliğin veya bölgeselciliğin yükselmesine karşı gereken Avrupa bütünlüğünü korumaya yönelik adımlar atılmazsa, sonuçta, AB’nin bütünlüğünün bozulabileceği, hatta AB’nin sona erebileceği bile söylenebilir.