Erdoğan Neden Yıkılamıyor?
Atatürk’ün dediği gibi, "Zafer, zafer benimdir diyebilenindir!" Erdoğan, ilerleyen yaşına ve gözlerden kaçmayan yorgunluğuna, hastalığına rağmen, bu ülke insanını, iktidar tutkusu ve inancıyla mıknatıs gibi kendisine çekmeye devam ediyor. Erdoğan’ı çok iyi tanıdıklarını iddia eden bazılarına göre, “Erdoğan, kaybedeceği seçime girmez!” Gerçekten de, dedikleri gibi oldu, Erdoğan, çok sakin bir şekilde girdiği son seçimi, Bay Kemâl'e karşı, "Savunma Sanayisi Sergileri ve Kandil Retoriği” ile rahatlıkla kazanmasını bildi.
28 Mayıs’ın Haklı Galibi Erdoğan
14 Mayıs’ta yapılan seçimin devamı niteliğindeki 28 Mayıs’taki ikinci turdaki iki adaylı Cumhurbaşkanlığı seçimi nihayet bitti, ülkemiz pek rahat olmasa da, tekrar nefes almaya başladı. Millet iradesi şu veya bu şekilde sandıkta %52 civarında Erdoğan lehine tescil edilmiş oldu. %48 oy alan diğer aday Kılıçdaroğlu da az farkla kaybetmiş oldu.
Zaman zaman seçimlerin adilliği ve hatta gerçekten bir seçim yapılıp-yapılmadığı boyutunda bile tartışmalar yapıldı. 21 yılık iktidarıyla artık her yönden ‘Devlet’ haline gelen Erdoğan iktidarının, sahip olduğu devlet olanaklarıyla 14 Mayıs’taki seçmen tercihlerini yansıtan oyları bazı sandıklarda değiştirdiği, manipüle ettiği dahi iddia edildi. Islak imzalı tutanaklar, bu iddialara delil niteliğinde özellikle sosyal medyada bolca paylaşıldı. Oy ve Ötesi gibi platformlarla halkın verdiği oyların seçim sonuçlarına mümkün olduğunca en doğru şekliyle yansıtılması, parti temsilcileri ve müşahitler üzerinden sandıklara sahip çıkılması çokça gündeme getirildi. 28 Mayıs’ta seçimlere gölge düşürecek bir manipülasyondan pek söz eden olmaması sevindirici bir gelişmeydi. Dolayısıyla, Erdoğan rejimi meşruiyetini sandıkta buldu ve bir beş yıl daha ülkeyi yönetme hakkı kendisine halkımız tarafından verildi.
Erdoğan Türk Tarihinde Öne Çıkan Bir Lider Olmayı Hak Ediyor
Ömrü vefa ederse, Erdoğan, Türk tarihinde 26 yıl aralıksız iktidarda kalan, iktidarını koruyabilen sayılı sultanlar, padişahlar arasındaki yerini aldı. Bunu başbakan, cumhurbaşkanı sıfatlarını taşıyarak ama her halükârda iktidarın gerçek sahibi olarak başarmasını bildi. Üstelik bunu, geçmişteki Türk devletlerinden farklı olarak, demokrasi ortamında ve seçimle gerçekleştirebilme başarısını gösterdi. Girdiği tüm seçimleri kazanan Erdoğan’ın uzun süreli kesintisiz iktidar başarısını, tarihe kaydedilecek büyük bir başarı olarak görüyorum ve naçizane kendisini kutluyorum.
Bu arada, ülkemizde, sandığın meşruiyet kaynağı olmaya devam etmesini önemli buluyorum. Son seçimde, Kılıçdaroğlu etrafında Millet İttifakı olarak muhalefet bloku oluştu ve Erdoğan’ın oluşturduğu Cumhur İttifakına karşı iktidar mücadelesi verdi. Muhalefet blokunun hatalarını, Kılıçdaroğlu ismi etrafında, dün birçok köşe yazarı, haklı-haksız ithamlarla birlikte kaleme aldı. Bu konu televizyonlarda tartışıldı, tartışılmaya da devam edeceğe benziyor.
Ancak, şu unutulmamalıdır: Kılıçdaroğlu, önceki seçimlerin aksine, bu son seçimde samimiyetle mücadele etti, altı birbirine benzemez parti liderini bir arada altılı masa etrafında bilgelikle tuttu, hatta Akşener’in biraz mızıkçı tavrına ve bir Cuma akşamı masadan kalkmasına rağmen, hepsiyle birlikte, fire vermeden yürümeyi ustalıkla becerdi. Samimi ve örnek bir liderlik sergilediğine inanıyorum. Türk siyasetinde Kılıçdaroğlu’nu, oldukça dürüst, halkına kendini adamış, mutfağını paylaşacak kadar mütevazı, yapmacıksız ve namuslu bir siyasetçi olarak görenlerdenim. Ama siyaset kulvarında bu yüksek insani vasıfların çoğunlukla geçerliliğinin olmadığını da görecek kadar yaşını başını almış fanilerden birisi olduğumu da belirteyim.
Başka bir lider, örneğin, Mansur Yavaş veya Ekrem İmamoğlu olsaydı, bu seçimi Erdoğan karşısında kazanabilir miydi? Hulki Cevizoğlu’nun ‘Hazreti Peygamber gelse Erdoğan karşısında kazanamazdı!’ densiz çıkışını paylaştığımı söyleyemem ama şu bir gerçek ki, Yavaş ve İmamoğlu da olsa, mevcut şartlarda inisiyatifi hep elinde bulunduran Erdoğan karşısında kazanmak “garanti” görülemezdi. Yine de denenmediği için bunu bugün bilmemiz, ‘kazanırlardı’ diye iddia etmemiz olası değil.
Erdoğan Silahlarını İyi Kullandı: Savunma Sanayisi ve Kandil Retoriği
Erdoğan; siyasi bürokrasinin yanında tüm devlet bürokrasisiyle hareket etti. Devlet erkini yanına alarak seçime gitti. Devletin hazine dahil tüm imkanlarını sorgusuz sualsiz seçimleri kazanmak için kullanabilen, neredeyse ülkedeki tüm medya gücünün desteğiyle hareket edebilen bir siyasi lider olan Erdoğan, halkın karşısına Kılıçdaroğlu gibi sade bir parti lideri olarak çıkmadı. Hem Cumhurbaşkanı hem Parti Başkanı olarak çıktı. Her türlü töreni, siyasi propaganda için kullanmaktan geri durmadı. Parti başkanı sıfatıyla bile sarf ettiği bazı siyasi söylemlerini, siyaseten tarafsız olmaları beklenen Silahlı Kuvvetlerin Komutanları dahil devlet bürokrasisinin ekseriyetine adeta alkışlattı veya onlar alkışlayan tarafta olmak istediler.
Ayrıca, daha seçim yarışı başlamadan önce yarışı ne zaman başlatacağını ilan etme hakkı Erdoğan’da oldu. 18 Haziran’da yapılması beklenen seçimler, 10 Mart’ta yapılan açıklamayla, sadece Cumhurbaşkanının iradesiyle, 14 Mayıs tarihine alınabildi. Bu tartışmalı kararı, muhalefet ‘güle oynaya’ kabullendi. Bu kararı sorgulamak da siyasetin dışındakilere düştü.
Erdoğan’ı çok iyi tanıdıklarını iddia eden bazılarına göre, “Erdoğan, kaybedeceği seçime girmez!” Gerçekten de, dedikleri gibi oldu, Erdoğan, çok sakin bir şekilde girdiği son seçimi, Bay Kemâl'e karşı, "Savunma Sanayisi Sergileri ve Kandil Retoriği” ile rahatlıkla kazanmasını bildi.
Kılıçdaroğlu, Kandil Retoriğini Aşamadı
Erdoğan’a karşı seçimde başarı kazanabilmek için HDP oylarına şiddetle ihtiyaç duyan Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın güvenlik ekseninde ustaca ortaya attığı Kandil retoriğine alternatif bir çıkış geliştiremedi. Biraz da ana akım medyanın desteğinden yoksun olduğu için, kendini yeterince ifade edemedi diyebiliriz. Ama bu ‘beceriksizlik’ kendisine seçimi kaybettiren en büyük faktör oldu. Hatta Bahçeli’nin alay konusu olan ‘conili, keklikli’ ifadelerine, bağlamdan kopuk siyasi söylemlerine rağmen, Cumhur İttifakının ikinci büyük ortağı MHP’nin oylarının artmasına (Akşener’in Bahçeli’ye oy kaptırması saklı kalmak üzere) neden oldu.
Ayrıca, savunma sanayisindeki gelişimi ve çoğu henüz prototip aşamasındaki askerî ürünleri, platformları ustalıkla abartan ve halkın gurunu okşayacak şekilde büyük bir ‘böbürlenme’ ile halka sunma beceresini gösteren Erdoğan karşısında, Kılıçdaroğlu’nun şahsında olmasa da Millet İttifakı temsilcileri zayıf kaldılar. Bilgiye dayanmayan acemice ve yersiz çıkışları, faydadan ziyade İttifaka zarar verdi. “Savunma ürünlerini kötüleyen, sözde PKK işbirlikçisi Kılıçdaroğlu”, halkın güvenlik kaygılarına bir tehdit olarak Erdoğan tarafından ustalıkla sunuldu. Böylelikle Erdoğan, rakibi Kılıçdaroğlu’nun kolaylıkla ofsayta düşürdü, güvenlik kartını kullanarak, anket firmalarına göre geride gözüktüğü Kılıçdaroğlu’nu alt etmeyi becerdi. Bu arada, Erdoğan’ın bir gaf sonucu ifade ettiği montajlama itirafı bile halktaki Kılıçdaroğlu’na yönelik güven erozyonunu geri getiremedi.
Neticede, Macaristan’ın otokrat lideri aşırı sağcı Fidesz’in başı mevcut Başbakan Viktor Orbán’ın sadece “güvenlik” söylemine dayanarak 3 Nisan 2022 gecesi zaferini nasıl ilan ettiğini gören Erdoğan da, benzer söylemleri öne çıkararak, 28 Mayıs akşamı kendi zaferini ilan edebildi.
Kılıçdaroğlu Bırakıyor mu? İmamoğlu Ne Diyor?
Şimdi İmamoğlu diyor ki, “Toplumun en büyük arzusunun sandıklara yansımasını sağlayacak bir gönül seferberliğini tam olarak kuramadık. Değişim iradesini sil baştan inşa etmek zorundayız. Elbette bu gerçekle yüzleşeceğiz. Sebepleri bulup çözeceğiz. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın.” diyor.
Bu sözleriyle, CHP başkanlık koltuğunu bırakması neredeyse kesinleşen Kılıçdaroğlu’nun (kendisi pek istekli olmasa da), koltuğunu kapma yarışını da başlattığı iddia edilen İmamoğlu, ola ki başkan olursa, değişim iradesini sil baştan inşa edebilir mi bilemiyorum ama Bahçeli’nin şahsında kemikleşen milliyetçi yapının Erdoğan’a desteği devam ettiği müddetçe, İmamoğlu’nun da işinin çok zor olacağını, pek çoğunuz gibi, şimdiden ben de görebiliyorum.
Türkiye’de Siyaset ve İdeolojiler Değişime Uğramıştır
Şunları da görmemiz gerekiyor. Türkiye’de siyasetin sosyolojisi değişti. Hatta kalmadı bile denebilir. Bizim gençlik yıllarımızda emek örgütlüydü. Bir emek bilinci, işçi sınıfı örgütlenmesi vardı. Sağ partilerden farklı olarak CHP, toplumun yoksul ve emekçi kesimi tarafından fazlasıyla destekleniyordu, Karaoğlan Ecevit bu kesimler için bir umuttu, öyle görülüyordu. Partinin lideri olan Ecevit gençti. İnönü’yü bile devirerek partinin başına geçen, değişimin öncüsü olarak görülen bir liderdi. 1977 seçimlerine girerken, “Biz milliyetçiliği sokak duvarlarına değil, Kıbrıs’ın topraklarına, Ege’nin deniz yataklarına yazmışız. Biz milliyetçiliği Batı Anadolu’nun haşhaş tarlasına yazmışız.” diyecek kadar kendine güveni yüksek bir liderdi ve neredeyse aldığı %42 oy oranıyla rekor kırarak Türk halkının ekseriyetinin teveccühünü kazanabilmişti.
Şimdilerde emeğin örgütlü yapısı Türkiye şartlarında geçerliliğini yitirdi. 1980’lerde başlayan neoliberal politikaların etkisi, neredeyse tüm dünya emekçi örgütlenmelerini simgesel hale getirdi. Türk işçi kesimi de bundan nasibini aldı. Dolayısıyla, CHP de bu yönüyle, emekçilerin birincil tercihi olabilecek bir siyasi yapılanmadan zamanla uzaklaştı. Bazılarına göre günümüz CHP’si, yüksek tahsilli ve yüksek gelirli kesimin tercihi olan bir partiden başka bir şey değildir. Yoksullar ve işçiler ise cemaatler eliyle muhafazakarlaştılar. CHP’den uzaklaştılar. İşçilerin klasik sınıf bilinci adeta yok edildi.
Öyle ki, 28 Mayıs seçimleri sonrasında, Memduh Bayraktaroğlu’nun ifadesiyle, “Erdoğan kazanınca, ülkenin en zenginlerinin yaşadığı (İstanbul) Bağdat Caddesi sessizliğe bürünürken, soğan bulamayan fukara Sultanbeyli sakinleri keyiften havai fişek patlattılar.” Gerçekten de Türkiye’nin ilk beş büyükşehrine bakıldığında, 28 Mayıs sonuçlarına göre, Kılıçdaroğlu %53,7 oy alırken, Erdoğan’ın %46,3 oyu ancak alabildiği görülüyor. Bir başka deyişle, halkımızın ekseriyeti büyük şehirlerde Kılıçdaroğlu’nu, küçük şehirlerde, varoşlarda ve kırsalda Erdoğan’ı oylarıyla desteklemiştir. Oysaki özellikle varoşlar, sol partilerin kalesi olarak biliniyorken, Türkiye şartlarında AKP’nin kalesi haline gelmiştir.
Reis Sevdası, Tayyipçi Zihniyet Eleştirisi
Halen Türkiye’nin ekonomik göstergeleri bozuktur. Seçime girilirken, ekonominin çarklarının sağlıklı döndüğünü iktidar bile iddia edemiyordu. Henüz 6 Şubat depreminin yaraları tam sarılamamıştı. Buna rağmen Türkiye’nin emek ve sermaye kesiminden seçimde yarışan adaylara yönelik lehte veya aleyhte hiçbir ses çıkmıyordu.
Ayrıca bu seçim yarışında ideolojiler de konuşmuyordu. Hoş Sağ ve Sol da karışmış gibiydi. Millet İttifakı CHP’nin liderliğinde sağ partilerle birlikte hareket ederken, Cumhur İttifakı da Ecevit’in partisi DSP yanında eski Maocu Perinçek ekibini, Cevizoğlu gibi eski bıçkın Atatürkçüleri saflarına katmış, hatta Hizbullah’la özdeşleşen HÜDAPAR’ı yanına almıştı. Gerçekte bunların hiçbirinin önemi kalmamıştı. Eskiden Türk halkı, verilen vaatlere ve ideolojilere göre oy kullanırdı. Şimdi neredeyse futbol takımı tutar gibi parti tutan bir anlayış zuhur etti. Oylar buna göre verilir oldu. Özellikle de artık bir fenomen haline gelen “Reis Sevdası”, oyların ana eksenini belirleyici olmaya devam etti, ediyor.
Bu konuyla bağlantılı olarak sosyal medyada şöyle bir tweet gözüme çarptı. “Erdoğan neden kazandı biliyor musunuz? Bodrum'da oturduğum apartmandaki komşularıma sorsanız, hepsi demokrasiden ve hukukun üstünlüğünden yana olduklarını söylerler. ‘Ben eski solculardanım’ diyen bir komşum manzarasını kesiyor diye güzelim ağacı kökünden kestirdi. Atatürkçü bir doktor komşum aynı sebepten site dışında kamuya ait olan zeytin ağacını kestirmeye kalktı… Bu ülkede şikâyet ettiğiniz ne varsa bir parçası sizsiniz. Çoğunuz içinizde küçük ‘Tayyipler’ taşıyorsunuz. Karınızı aşağılıyorsunuz, talanı eleştirip imar aflarıyla evinize kat çıkıyorsunuz, çalışanlarınıza haklarını vermiyorsunuz, başkalarının düşüncelerine saygı duymuyorsunuz, hayvanlara bir kap su vermiyorsunuz örnekler çoğaltılabilir. Ezcümle eleştirdiğiniz zihniyeti taşıdığınızın farkında bile değilsiniz. Benim en çok midemi bulandıran da bu ikiyüzlülük. Ve elbette sustuklarınız ve korktuklarınız. Siz değişmezseniz Erdoğan yine kazanır. İsmi değişir belki ama siz değişmezseniz Türkiye kazanamaz.”
Bu serzeniş dolu ifadeleri manidar buluyorum. Meşhur söz, “siz nasılsanız, öyle yönetilirsiniz!”, galiba ülkemiz insan yapısı için fazlasıyla geçerliliğini korumaya devam ediyor.
Muhalefet Bu Seçimi Dahi Kazanamıyorsa, Acaba Hangi Seçimi Kazanabilecek?
Erdoğan her haliyle yorgun ve bitap bir görüntü sergiliyordu. Sanki isteksizce bir seçime, laf olsun diye giriyordu. Şimdi, Kılıçdaroğlu’na, “Bu seçimi de kazanamıyorsanız hangi seçimi kazanacaksınız?” sorusu haklı olarak soruluyor. Zira pandeminin artçıları devam ederken iyice bozulan ekonomi ve depremde yaşanan sıkıntılara rağmen seçimi kazanamayan bir muhalefet, gerçekten de sorgulanmayı fazlasıyla hak ediyor.
2002 yılın Kasım ayında iktidara gelen AKP veya AK Parti, nihayetinde girdiği seçimlerde bir tutkusu olduğunu gösterebilen, iktidara susamışlığı hiç bitmeyen ve halkın değişim isteklerine daima cevap verme iddiasında olabilen bir parti olmuştur. Bu parti, Erdoğan’ın iddialı kişiliğinde bunu başarıyla sergileyebilmiş ve halkın desteğini bir şekilde kazanmaya devam edebilmiştir. Özellikle AK Partinin seçimi kazanma inancını, bu inancını bir tutku ile sarmalayabilmesini önemli görüyorum. Örneğin son seçime “Türkiye Yüzyılı” söylemiyle girilmesini böyle okumak gerekiyor. Yine AK Partinin bozduğu şeyleri bile “Bunu düzeltirse, yine Erdoğan düzeltir!” algısını oluşturabilen bir parti ve liderlik anlayışına sahip olunmasını, siyaset bilimi yönüyle de ayrıca değerli buluyorum.
Kanımca, siyasi partiler yaşayan organizmalardır. Bir yönüyle insan doğasının bir yansıması olan örgütlerdir. Tutku, hayatımızı anlamlandıran bir yakıt gibidir. Tutkusuz bir siyasi hayat, sadece varoluşa mahkûm olmaktır. Sanki Kılıçdaroğlu’nun iktidar olma tutkusu (son seçim saklı kalmak üzere) yok gibidir. Oysa Erdoğan her zaman iktidar ve güç için doğduğunu vurgulamaktan çekinmiyor. Sahip olduğu tutkusunun kendisini, etrafındakileri ve halkın ekseriyetini büyülemesine izin veriyor. Hayallerini paylaşıyor ve onları gerçekleştirmeye koşacağına dair bir hava oluşturuyor. Bu hayallerin birçoğu ‘yalan’ bile olsa onlara inanmış gibi bir tavır ve liderlik sergiliyor, kendini Reis olarak kabul ettiriyor. Bu siyasi karizma belki İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı olduğu dönemde inşa edildi, edilmediyse bile 2002 yılından itibaren iktidarının ilk yıllarıyla birlikte bu karizma genel kabul gördü. Her yönden esen rüzgârı “Erdoğan Karizmasını İnşa Etmek” için başarıyla kullandı. Bu hareket tarzı, kendisine eşsiz bir konum kazandırdı. Sadece hükümetler kurmadı, etrafında kurguladığı oligarşik düzenle birlikte muktedir bir Cumhurbaşkanı olarak ülkeyi idare etmeye devam etti, güçlü bir lider oldu. Bu iktidar tutkusu; Erdoğan’ın siyasi karakteri, kendisinin sunduğu iktidar nimetlerinden yararlanan herkesin biricik hayat damarı oldu.
Atatürk’ün dediği gibi, "Zafer, zafer benimdir diyebilenindir!" Erdoğan, ilerleyen yaşına ve gözlerden kaçmayan yorgunluğuna, hastalığına rağmen, bu ülke insanını, iktidar tutkusu ve inancıyla mıknatıs gibi kendisine çekmeye devam ediyor. Düşüş eğilimindeki AKP oylarına rağmen kendisine payanda olanların sayısını artırmayı biliyor. Öyle ki muhalifleri arasında yer alanları, başta Bahçeli olmak üzere, Perinçek, Soylu, Destici, Erbakan, Cevizoğlu, Oğan gibilerini bile kolaylıkla yanına çekmeyi başarabiliyor. Onları birer siyasi ‘dönek’ haline getirse de onlar bundan hiç gocunmuyorlar. Erdoğan’dan daha fazla Erdoğancı kesilen, kraldan fazla kralcı olan bu payandalara yenilerinin katılması bekleniyor. Hatta, Erdoğan iktidarında mahpushanelere düşen eski Genelkurmay Başkanlarından İlker Başbuğ’un bile bugün Erdoğan’ın yeni kabinesinde Savunma Bakanı olabileceği konuşuluyorsa, gerisini siz düşünün artık…
Sonuç
Muhalefete liderlik edebilecek olası bir genç lider, eğer Erdoğan’la baş edebilecek bir strateji geliştirmek istiyorsa, öncelikle, bu “payanda siyasetini” öğrenerek siyasi mücadelesine başlaması gerektiği kanaatindeyim. İktidarın nimetlerine maşuk payandalar birer birer yıkılmadan, AKP’nin oyu %25’e de düşse, Erdoğan’ın ve hatta yerine gelmesi halinde yeni liderin, AKP ile bütünleşen oligarşik yapıyı iktidarda tutmaya devam edeceğini değerlendiriyorum. Siyasi gidişat bize bunu söylüyor.