İttifakların Seçime Doğru Yol Haritaları
Toplumdaki kutuplaşmanın bir daha uzlaşamaz biçimde derinleştikçe insanların “karşı taraf” olarak algıladığı insanlara ve kitlelere karşı şiddet ve merhametsizlik eğilimleri içine girdiği gözlenmektedir. İnsanların kendisi gibi düşünmeyenlere karşı her türlü kötülüğü ve cezayı haklı gördüğü, hukukun göz ardı edildiği, insanların yargılamayı inançla tamamladığı bir toplumsal doku oluşmaktadır.
Sevgili dostlar, seçim tarihinin 14 Mayıs 2023 olarak belirlenmesinin ardından, seçime yönelik hesaplar siyasetin birinci gündemini oluşturmaya başladı. Seçimin iki boyutu var. Türkiye hem cumhurbaşkanını hem de milletvekillerini seçecek. Gündem daha çok cumhurbaşkanlığı seçimi etrafında şekillense de milletvekili seçimlerinin de parlamenter sisteme dönüş için kilit rol taşıdığının bilinmesi gerekiyor. Bu noktada Millet İttifakı, basına açıklanmış olan “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”e dönüşü de içeren Anayasa Değişiklik Teklifinin halkoyuna götürülebilmesi için 360 milletvekilini hedeflediğini çeşitli açıklamalarda ifade etmiş bulunuyor. Bu rakam, Anayasanın 175. Maddesinde Anayasa değişikliği için gerekli olan beşte üç nitelikli çoğunluğa denk düşüyor. Eğer değişikliğin kabulü, üçte iki çoğunluk olan 400 milletvekilinin oyu ile olursa, bu durumda Cumhurbaşkanının değişiklik teklifini halkoyuna sunması tamamen kendi isteğine kalıyor. İşte bu hesaplar nedeniyle meclis aritmetiği de mutabık kalınan “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”e geçiş için önem arz ediyor.
Bunun yanında iki büyük ittifak olan Cumhur ve Millet İttifaklarının dışında sayısal olarak seçimin seyrini etkileyebilecek olan Emek ve Özgürlük İttifakı’nın gerek cumhurbaşkanlığı gerekse milletvekili seçimlerinin öncesindeki ve sonrasındaki tutumunun belirleyiciliğinin de göz ardı edilmemesi gerekiyor. Zira yaklaşık %10-15 arasında bir oy potansiyeli olan Emek ve Özgürlük İttifakının denklemde yok sayılamayacak bir parametre olduğu görülüyor. Şimdi ittifakların son durumlarına ve nasıl bir iletişim stratejisi izlediklerine bakabiliriz.
Cumhur İttifakı Nasıl Bir Strateji İzliyor?
Cumhur İttifakı temelde algı üzerinden yürütülen bir propaganda stratejisini benimsemiş görünüyor. Ekonomik ve sosyal dengelerdeki bozulmaya Kahramanmaraş depreminin de eklenmesi, Cumhur İttifakı’nın gerçeklere dayalı bir propaganda süreci yürütmesini zorlaştırıyor. Kurulu medya düzeni üzerinden kendi kitlesini konsolide etmeyi bir ölçüde başararak seçim sürecine girmiş olan İttifakın bütün çabası, rakiplerinin toplumdaki algısını yönetmek üzerinde yoğunlaşmış durumda. Buradan bir başarı hikâyesi çıkarmanın toplumsal bir karşılığı olmayacağının artık herkes farkında!
Bu siyasi ve toplumsal gerçeği görerek algılar üzerinden ayrıştırıcı bir propaganda sürecini tercih eden Cumhur İttifakı, tehlikeli bir oyunun tarafı olmuş görünmektedir. Muhalefeti bir blok olarak tanımlamak mümkün olmasa da, Cumhur İttifakı’nın iletişim stratejisi, muhalefetin adeta mono blok olarak algılanması isteğine dayanıyor. Bu stratejinin en önemli ayağını HDP üzerinden toplumda yaratılan algı ve buna bağlı olarak Millet İttifakının HDP ile birlikte hareket ettiği iddiaları oluşturuyor. Oysa HDP açık ya da örtülü şekilde Millet İttifakı ile işbirliği içerisinde olamaz. Buna siyasi yapı müsaade etmez. Sorun bunun doğruluğu yanlışlığı da değildir. Çünkü HDP, ayrı bir oluşum olan Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bir parçasıdır.
HDP’nin ötekileştirildiği bu stratejide, HDP ile terör örgütü arasında sanal bir organik bağ kurulup, muhalefetin terörle işbirliği yaptığı algısı yaratılmaya çalışılıyor. Bir terör örgütüyle organik bağ, bir siyasi parti için açık bir kapatılma nedenidir. Bunlar yapılırken, bir başka terör örgütünün siyasi kanadı olduğu neredeyse çok açık şekilde bilinen ve ittifaka dışarıdan destek vereceğini açıklayan HÜDA-PAR’ın milletvekili adaylarının AKP listelerinden seçime gireceği açıklanıyor. Asimetrik iletişimde AKP’nin medya üstünlüğünü, devlet gücünün de desteği ile kullanmaktan çekinmediği görülüyor.
Diğer bir husus, Cumhur İttifakı’nın din eksenli muhafazakâr bir aşırı sağ ittifaka dönüşme tercihinde bulunmasıdır. Özellikle önce ittifaka katılmayı reddedip son anda ittifaka katılan Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığını çekmesiyle ittifaktaki pazarlıkların görünürlük kazandığı bir sürece girildiği söylenebilir. Zira anketlerde geride görünen Erdoğan’ın belirgin biçimde kamuoyunda tartışılan konularda din eksenli siyaset yürüten yapıların tezlerine daha yakın tercihlerde bulunduğu görülmektedir. Erdoğan’ın ittifak çatısı altına aldığı partilerin oy oranlarının seçimde dengeleri bozacak kadar yüksek olmadığı bilinmektedir. Burada seçilen partilerin oy oranından çok, toplumsal örgütlenme boyutuyla tercih edildiği izlenimi toplumda yaygın bir kanaat olarak öne çıkmaktadır. Bu durum elbette seçime kadar olan süreçte ve sonrasında, sokakta (sahada) daha sertlik yanlısı ve örgütlü bir seçmen kitlesinin daha baskın, daha görünür olması, seslerinin daha fazla çıkması anlamına gelebilir.
AKP’nin algıya dayalı ve çarpıtılmış gerçeklik üzerine kurduğu propaganda stratejisi din ve milliyetçilik ayakları üzerinden yürütülmektedir. Bunun için inanca ve duygulara hitap eden söylemler tercih edilmektedir. Elbette kutuplaşmaya dayanan bu propaganda tercihinde; “bir tarafta dine karşı gelen ve dini tanımayanlar” diğer tarafta “mütedeyyin inançlı kitleler”; “bir tarafta vatanı bölmeye çalışan teröristlerle birlikte hareket eden vatan hainleri” diğer tarafta “vatansever, tarihine saygılı ve onları koruyup kollayan liderin peşinden giden kahraman insanlar” bulunduğu varsayılmaktadır. Parlak ve genel anlamlı sözcüklerle doğrunun asla bilinemediği ve sadece inanarak doğrunun kavranabildiği mesajlar, bombardıman halinde topluma verilmektedir. Bütün bunların üzerinde “devletin sahibi” görülen patrimonyal bir lider figürü, “baba” yerine konumlandırılmakta, babanın şefkatine mazhar olmak için onun her söylediğine inanılması ve güvenilmesi gerektiği dikte edilmektedir. “Baba”ya inanmayanlar, dinden çıkmakla, vatan hainliğiyle suçlanmaktadır.
Bütün bunları neden tehlikeli oyun olarak adlandırdığıma gelince, bu yaklaşımın şiddet eğilimini beslediğini söyleyebiliriz. Toplumdaki kutuplaşmanın bir daha uzlaşamaz biçimde derinleştikçe insanların “karşı taraf” olarak algıladığı insanlara ve kitlelere karşı şiddet ve merhametsizlik eğilimleri içine girdiği gözlenmektedir. İnsanların kendisi gibi düşünmeyenlere karşı her türlü kötülüğü ve cezayı haklı gördüğü, hukukun göz ardı edildiği, insanların yargılamayı inançla tamamladığı bir toplumsal doku oluşmaktadır. Türkiye’nin cemaatlerin baskısı ile hukuki süreçleri de esneterek tek taraflı olarak çıktığı İstanbul Sözleşmesi ardından, 6284 Sayılı Yasanın da tartışma gündemine oturması, kadınlarda ve çağdaş yaşam tarzını benimsemiş insanlarda endişe yaratmaktadır. Cumhur İttifakı’nın mevcut durumuna bakıldığında bu endişelerin haksız olduğu söylenemez.
Bunların yanında Türkiye’nin demografik yapısını değiştirecek şekilde, Suriye, Afganistan ve Pakistan’dan gelen sığınmacıların kentlerde gettolaştığı gerçeği, Cumhur İttifakı’nın gelecekte izleyeceği politikalar konusunda Türk vatandaşlarındaki endişeleri haklı olarak artırmaktadır. Yaşanan ve görülen gerçek, sığınmacıların her alanda Türk vatandaşlarının yaşam şartlarının zorlaşmasına neden olduğu ve kişi başına düşen GSMH’nın giderek düşüş gösterdiğidir.
Cumhur İttifakı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın seçilmesi halinde, bu kutuplaşmanın olumsuz sonuçlarının toplumda daha yoğun yaşanacağı bir sürece girilebilir. Bu süreçte cemaat, tarikat ve benzeri dini örgütlenmelerin gerek devlet yönetiminde gerekse sosyal hayatta bugünkünden çok daha etkin bir yerde konumlanacaklarını söylemek de mümkündür. Bu yeniden konumlanma, Türkiye’de muhafazakârlığın ve otoriter yönetimin daha da artması anlamına gelecektir. Daha da otoriterleşen bir yönetim karşısında bireyin hak ve özgürlükleri, “baba”nın izin verdiği veya uygun gördüğü kadar olacaktır.
Sonuç
Algıya dayalı bir iletişim stratejisi üzerinden zaman zaman insanların gerçeklik algısının bile sınırlarını zorlayan bir propaganda süreci yürüten Cumhur İttifakı’nın dikkatinden kaçan tek nokta, yaşadığımız çağda, yalanların ömrünün kısalmış olduğudur. Her ne kadar seçmen kitlesi, sadece belirli televizyon kanalları üzerinden sanal gerçeklikle konsolide edilse de, bunun çok uzun ömürlü olmasını beklemek aşırı iyimserlik olur. Ancak muhalefet açısından, Cumhur İttifakı’nın gerçeğe aykırı propaganda teknikleri kullanmasının iyi anlaşılması ve hafife alınmaması gerektiği unutulmamalıdır. Basitleştirilmiş imgeler üzerinden insanların beyninin esir alınması, Post Truth çağının gizli silahıdır. Artık gerçeğin ne olduğundan çok, inanılanın ne olduğu önemlidir.
Bir sonraki yazıda, Millet İttifakı’nın son durumu, iletişim stratejisi ve HDP’nin durumunun analizi üzerinde duracağım. Seçime bir buçuk ay kala, gördüklerimizin görme ihtimalimiz olanlardan çok daha az olduğunun bilinciyle, herkes uyanık olmak zorundadır. Zira Türkiye Cumhuriyeti, Cumhuriyet tarihinin en kritik seçimi ile karşı karşıyadır.
Saygı ve sevgiyle…