Kararlı Olmak
Öncelikle insanlara eğer oylamaya katılmazlarsa durumun ilk turda önde olana yarayacağını iyice anlatmalıyız. Aradaki fark orana vurursak daha da büyür. Matematik!
Diyelim ki 100 kişiyiz. Aşağı yukarı eşit üç gruba ayrılmış olalım. Hadi aramızdan bir kişi de çıkıntılık yapsın, kendi başına olsun. Aramızda bir seçim yapıyor olalım. Bizi temsil edecek birini seçeceğiz mesela.
Kural geçerli oyların en az yarısından bir fazlasını alan kazanır. İlk turda kazanan olmazsa ilk ikiye kalanlar arasında oylama tekrarlanır. Yine kurala göre bu durumda da geçerli oyların en az yarısından bir fazlasını alan kazanır.
Sandığı koyduk, herkes seçimini yaptı, birinci gruptan aday olan Ali 37 oy aldı, ikinci gruptan Veli'nin 35 oyu var, üçüncü gruptan Hüseyin'e de 27 oy çıktı. Mahmut da kendine oy atmış olsun, onun oyu da sadece 1 adet.
Kimsenin oyu geçerli oyların yarısından bir fazla değil. Mecburen ikinci defa sandığı ortaya koyuyoruz, ilk ikiyi tekrar oylayacağız.
Bu arada da Ali ve Veli, kulis yapıyorlar, birtakım vaatlerde bulunuyorlar. Ali beni seçerseniz size benden birer havuç diyor mesela, Veli gariban, onun verecek havucu yok, bir tek ümit dağıtıyor. Beni seçerseniz sizi daha iyi temsil ederim diyor.
Hüseyin ve Mahmut üzgün. Çünkü ikinci tur seçime katılma hakları yok. Mahmut tümden küsmüş zaten, ben oylamaya katılmayacağım diye açıkça söylüyor. Hüseyin'e oy verenler de duruma üzgünler ve çok bozulmuşlar, aynı zamanda da biraz kızgınlar. Kimsenin onları temsil edeceğini düşünmüyorlar. Belli ki onlar da oylamayı boykot edecekler.
Tekrar oylama yapılıyor ve sandık açılıyor.
Ali'ye sandıktan bu sefer 39 oy çıkıyor, havuç işe yaramış, oylarını az da olsa artırmış. Veliye ise yine ilk oylamadaki gibi 35 oy var. Hüseyin'e ilk turda oy verenlerin 2'si hariç gerisi küsmüş, boykot etmişler, kimseye oy vermemişler. Mahmut da dediği gibi oy kullanmamış, ne kendine ne de başkasına oy atmamış. Küsmüştü zaten.
Ali kazandım diyor, seviniyor. Veli ise üzgün. İtiraz edecek, ama kural belli, geçerli oyların %50'si+1 kişi.
İşte bence en kötü senaryo bu. Seçimin boykot edilmesi.
Toplam katılım 74 kişi, oranlarsak Ali geçerli oyların %52.7 sini alarak kazanıyor, Veli ise %47.3 ünde kalarak kaybediyor.
Bu matematiktir. Bu aşamada artık hayıflanmanın bir yararı olmaz.
Veli küskünleri ikna edebilse, en azından bir kısmını, seçimi kazanacak belki. Ali'nin oyu aslında 100 kişinin 39'u, yani diğer bir açıdan bakarsak Ali'yi istemeyen 61 kişi var.
Ama seçimi Ali kazanıyor. Niye? Çünkü insanlar küsüyor ve oylamaya katılmıyor.
Peki bunun olmaması için ne yapmak lazım?
Öncelikle insanlara eğer oylamaya katılmazlarsa durumun ilk turda önde olana yarayacağını iyice anlatmalıyız. Aradaki fark orana vurursak daha da büyür. Matematik!
Evet, önde olan, ya da şu anda başta olan diyelim, imkanlarını kullanıp havuç dağıtabilir, birtakım insanlar da bu havuçlara kanabilirler ve şahsi çıkarlarını gözeterek taraf değiştirebilirler.
Ama bir grubun seçime katılmaması, o birkaç kişinin verdiği zarardan daha büyüktür.
Eğer olay ülke kaderiyle ilgili bir seçimse, ki öyle, insanlara seçime katılma sorumluluğunu iyi anlatmak lazım. Bu yapılması gereken öncelikli ilk iştir.
İkincisi ise insanları dinlemektir, insanlar ne istiyorlar öğrenmek ve eğer bunlar makul isteklerse, herkesin ihtiyacına uygun, doğru çözümleri şimdiden bularak tek tek anlatmaktır.
Veli ikinci tur oylamaya katılmayan 26 kişiden en az 5 kişiyi daha ikna edip kendisine oy vermelerini sağlayabilse, 40 oy ile seçimi kazanacak. Düşünebiliyor musunuz, topu topu 5 oy!
Tabii amaç oylamaya katılmayan 26'nın hepsi olmalı, yani ilk turda Hüseyin'e oy verenlerin, veya aslında diğer tüm oyların, Ali'nin de oylarının hepsinin talibi olmak.
Bu da ancak ortak bir akıl ile olur. Herkesin ihtiyaçlarına ortak çözüm ile olur. Mümkün olduğunca herkesi etrafınızda toplamanız gerekir. Ama Hocanın hikayesindeki gibi değil, hani hoca herkese sen de haklısın der ya, öyle değil, herkesin isteklerindeki ortak paydayı bularak olur. Makul olmayan istekleri kategori dışı tutuyorum.
Ama hepsinden önce oylamaya katılımın maksimum düzeyde olmasını sağlamak gerekir!
Bu da ancak ümit ile olur, güvenle olur. İnsanların hepsinin bu ülkenin vatandaşı olduğunu hissettirmekle olur. Ayrıştırarak değil, ötekileştirerek değil. Herkesin eşit vatandaş olduğunu hissetmesiyle olur.
Biraz insanların ne istediklerine konsantre olalım. Bir ülkede birlikte yaşayan insanlar aslında ne ister?
Sanırım öncelikle insanca yaşamak isterler.
Sonra refah isterler. İyi bir kazançları olsun isterler. Öyle bedavadan yaşamak değil, alın teri dökerek haklı kazanç. Kimse geçim derdi çeksin istemez. Dengeli bir gelir dağılımı isterler. Herkese eşit fırsat isterler. Eşit iş imkânı isterler.
Kültürlerine, ananelerine, örflerine saygı isterler. İnançlarına ve yaşam tarzlarına saygı isterler. Baskısız bir hayat isterler. Özgür bir yaşam isterler.
Ülke içinde hukuk ve adalet isterler. Öyle itilip kakılmak istemezler. Güven isterler, adalete güvenmek isterler.
Ama aynı zamanda güvenli bir yaşam da isterler. Güvenli bir gelecek! Gelecek çekinceleri olmadan yaşamak isterler.
Ülke bekasına tehditler olduğunda tüm ekonomik sıkıntılar unutulur. Birlik olunur. Tehditlere karşı durabilmek için ise ülkece güçlü olmak gerekir.
Uluslararası konjonktür bu günlerde çok karışık, dünyada adeta derinden bir soğuk savaş sürüyor. Rusya-Avrupa-Amerika arasında Ukrayna topraklarında sürmekte olan sıcak savaşın arkasındaki gizli enerji paylaşımı rekabeti, hatta Amerika'nın Rusya'yı parçalama çabaları bir yanda, Amerika-Çin arasındaki ticari savaşın görünen yüzü diğer yanda. Amerika Çin'in dev bir finansal güç olmasından çekiniyor, bunu engellemek için elinden ne geliyorsa yapıyor. Ama bir yandan da Rusya'nın büyük toprakları iştahını kabartıyor.
Üstelik tüm bu dış politika hamleleri yanında Amerika'nın kendi içindeki güç yarışlarının dünyaya yansımaları da tüm dünyayı etkiliyor.
Amerika'nın bu dünya düzenine hâkim olmak için yaptığı vahşi uygulamalar arasında Türkiye kendi ülke çıkarlarına uygun olarak bu kaygan uluslararası ilişkiler arasında kendince en doğru yolu bulmaya çalışıyor. Bugüne kadar çok hata yaptı, halen daha kimi hatalarına devam ediyor, ama dünya konjonktürü de çok karmaşık. Kiminle ne tarz ilişki kuracaksın belli değil, şartlar hemen her gün değişiyor.
İşte bu kargaşa içerisinde doğru yolda ilerlemek de o kadar kolay değil. Bunu becerebilmek ancak güçlü bir liderle mümkün.
Ülke ekonomisinin kırılgan yapısı ve toplumun fay hatlarının sürekli birileri tarafından kaşınması, ülkenin istenilen seviyede refaha kavuşmasına da engel oluyor.
Üstelik bu puslu ortamda şahsi çıkarları peşinde koşan hainler de az değil, çoğu da iktidar etrafına kümelenmiş durumdalar.
Yani uluslararası ortamda güçlü bir lider olması ve doğru kararların çabuk alınması zorunlu iken, ülke içinde de bu tek elde toplanmış güç karşımıza bazı sorunlarla çıkıyor. Her şeyden önce iktidar kimseye güvenemiyor. Bir paranoya içinde adeta. Netice olarak da sadece kendisine biat seviyesinde bağlı kadrolarla çalışmayı tercih ediyor. Bu durum da liyakatin ikincil öneme sahip olması demek. Yani aynı zamanda ülke yönetiminin kötü yapılması demek, kötü yönetim demek.
Biat kültürü ise diğer yandan dediğim dedik kültürü, en iyisini ben bilirim kültürü, diğer bir deyişle ise en iyisini siz bilirsiniz kültürü, dalkavukluk öne çıktığı için sonuçta ortaya hem baskıcı bir iktidar çıkıyor hem de çok hata yapan bir iktidar.
Böyle bir çekim merkezi olunca ise iktidar etrafında kötü niyetlilerin toplanması eşyanın doğası gereği oluyor. Netice yolsuzluklar, hukuksuzluklar, dolayısıyla da kötü yönetimden kaynaklanan adil olmayan bir gelir dağılımı ortaya çıkıyor.
Yani bir yandan güçlü bir lidere ihtiyaç var, diğer yandan tek elde toplanmış güç çeşitli sıkıntılar doğuruyor.
Güçlü olmayan bir lider yani ortak akıl ile kararların alınması, dengeli bir ülke içi yönetim, dengeli bir gelir dağılımı, yani adalet ve hukuk demek olsa da, kimilerine uluslararası arenada sanki bir zayıflık yaratacakmış gibi geliyor. Sonuçta eğer ortak akla değer veren bir lider, şahsi hevesleri ve kendini üstün görüşü olmayacağı için ona buna da eyt! demeyecek. Karizmatik bir lider olmayacak sonuçta.
Peki gerçekte bu çelişkili görünen durum doğru mudur?
Ortak akıl uluslararası arenada zayıflık mı demek?
Ortak akılla bugünkü konjonktürde kıvraklık gerektiren uluslararası ilişkiler yürütülemez mi?
Buna "uluslararası arenada kıvrak ilişkiler ne kadar doğrudur?" sorusunu da eklemeliyim belki de.
Daha önce de yazmıştım, uluslararası arenada var olmanın yolu güç ve birliktir. Güçten kastım tek elde toplanmış güç değil, birlikten doğan güç. Bir de yüzyıllık planların olacak demiştim. Prensipleri hiçbir zaman değişmeyen, uzun vadeli planlar. İktidara kim gelirse gelsin bu uzun vadeli planı değiştiremeyecek. O yüzden son soruya benim cevabım belli. Uluslararası ilişkilerde dansözlük yapmaya gerek yok. Kıvraklık belli olan hedefinize tehdit olduğunda kullanmanız gereken kıvrak zeka olmalı. Bel kıvraklığı değil. Bugün böyle, yarın başka hiç değil.
Sanırım bu cevap diğer sorulara da cevap teşkil ediyor. Amacınız ülkenin güçlü olması olunca, yani kendi şahsi gücünüz değil, ülkenin gücü, arkanızda ortak akılla üretilmiş iyi bir program olunca uluslararası arenada neye nasıl reaksiyon vereceğinizi bilirsiniz, tehditlere karşı gerekli önlemleri de zamanında almasını bilirsiniz.
Asıl olan kararlı olmaktır ve bu kararlılığı hainlik peşinde olanların gözlerinin içine baka baka haykırmaktır. İnanın insanoğlu o kadar da cesur değil, uluslararası arenadaki kem gözlü devletler de o kadar cesur değil. Kararlı olduğunuzu gördüklerinde mecbur kalacaklardır, geri adımı onlar atacaklardır.
Yani kararlı bir ortak akıl uluslararası arenada zayıflık değildir. Tersine birliğin gücü olduğu için kötü niyetlilerin heveslilerine gerçek bir engeldir.
Son söz olarak Veli'ye seslenmek istiyorum, başarı istiyorsan kararlı olmayı öğrenmelisin. Bir de unutma, birlikten güç doğar!
Moskova'dan herkese sevgi ve saygılar.