Kılıçdaroğlu Neden Persona Non Grata (İstenmeyen Kişi) Haline Geldi?
Kılıçdaroğlu'nun bir partiye vermiş olduğu üç bakanlık ve mit müsteşarlığı sözü gerçekten skandal olarak nitelendiriliyor. Sayın İmamoğlu cephesinde ise ihanet olarak görülüyor. Kılıçdaroğlu kendi partisinde istenmeyen kişi durumuna sürükleniyor.
Devletler arası ilişkilerde bir ülkeye girmesi veya o ülkede kalması ülkenin merkezi hükûmeti tarafından yasaklanan yabancı kişi veya kişiler için kullanılan diplomatik bir terim.
Bu terim de Avrupa dillerinin birçoğunun ana kaynak dili olan Latinceden geliyor.
*
Tarihte bu şekilde birçok diplomat persona non grata ilan edilerek görev yaptıkları ülkelerden kovulmuşlar. Tabii bu durum ülkeler arasındaki ilişkilerin de yeterince bozulmasına sebep olmuş.
***
Seçim yenilgisi sonrasında muhalefet içinde fırtınalar kopuyor.
Özellikle ana muhalefet partisi olan CHP içinde kimileri “Değişim!” diyerek genel başkan sayın Kılıçdaroğlu’nun bunca seçim yenilgisinden sonra artık istifa etmesi gerektiğini ve partinin yeni ve genç bir genel başkan ile yenilenerek yoluna devam etmesi gerektiğini söylüyorlar.
Bu konuda en ciddi aday olarak da sayın İmamoğlu öne çıkıyor.
*
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ise ben bu partinin genel başkanıyım ve gemi-kaptan metaforu ile partiyi güvenli bir şekilde limana yanaştırmanın asıl vazifesi olduğunu savunuyor.
Yerel seçimlerin ufukta olması bu parti içi türbülansın daha sakin bir şekilde çözüme kavuşturulmasına engel oluyor gibi görünüyor.
Peki neresi bu güvenli liman?
Kendi deyimi ile kongre!
***
Evet, kimileri için sayın Kılıçdaroğlu “persona non grata” konumunda.
Seçim yenilgisinin tüm suçu onun omuzlarına yüklenmiş durumda.
Bu suç bir tek onun suçu mu?
Değil tabii ki, ancak onun da az suçu yok doğrusu.
*
Özellikle son televizyon röportajında üstü kapalı olarak açıklamak zorunda kaldığı Zafer Partisi’ne vermiş olduğu söz, üç bakanlık ve mit müsteşarlığı sözü gerçekten skandal olarak nitelendiriliyor.
Sayın İmamoğlu cephesinde ise ihanet olarak nitelendirilerek sızdırılan son zoom toplantısı da, artık parti içinde kılıçların çekilmiş olduğunun ve safların belli olduğunun bir göstergesi.
Bir yandan da kongre çalışmaları başlatılmış durumda.
***
Bugün değişim diye bayrak açmış kimi il ve ilçe başkanlıklarının görevden alınması ile ilgili itirazların da değerlendirileceği parti meclisi toplantısı yapılacak.
Bu toplantının parti içinde ne gibi gelişmelere yol vereceği henüz belli değil, ancak muhalefet cephesinde cadı kazanının çoktan kaynamaya başladığı da bir gerçek.
Değişim yanlıları genel merkezin bu aşamada böyle görevden alınmaların haksızlık olduğu görüşündeler.
***
Peki gerçekten sayın Kılıçdaroğlu’na karşı yürütülmekte olan “istenmeyen kişi” sendromu sonucunda durum onun istifası ile sonuçlanırsa her şey çözüme kavuşturulabilecek mi?
Sayın Kılıçdaroğlu’nun mesela tamam, ben bu kongrede genel başkanlığa aday olmuyorum demesi çözüm olacak mı?
***
Aslına bakacak olursanız Kemal Bey ılımlı kişiliğine nazaran bu süreçte oldukça çok yıpranmış ve hatalar yapmış görünüyor.
Hata yapmaya da devam ediyor.
*
Ancak bunu derken tüm yetkiyi kendi eline alarak iki seçim arasında Zafer Partisi’ne verdiği gizli tavizlerden bahsetmiyorum.
İttifak partileri de dahil olmak üzere parti zaten o günlerde tüm yetkiyi ona vermişti.
O da bu yetkisini kullanmış.
O yüzden bugün bu konuların skandal olarak nitelendirilmesini ben pek fazla anlamıyorum.
*
Eğer ortada bir skandal varsa Sayın Ümit Özdağ’ın iki kişi arasında varılan bu anlaşmayı açığa vurması bence daha büyük bir skandal.
Bunu niye yaptığını da doğrusunu isterseniz ben anlamadım.
*
Bence sayın İmamoğlu’nun partililerle zoom toplantıları yapması da bir skandal değil doğal olarak.
Parti içi meselelerin bir çözüme kavuşturulması için onun pozisyonunda ve popülaritesindeki bir kişinin daha farklı davranmasını beklemek saflık olurdu herhalde.
Bir rüzgâr yakalamış ve sonuçta o da bir siyasetçi.
Bu rüzgârı sonuna kadar kullanacağı kesin.
Bana kalsa İstanbul’da yapacağı çok iş var, bu aşamada İstanbul’a odaklanmasını ben şahsen tercih ederdim.
Ancak o bir siyasetçi! Siyasetçiler biz mühendislerden daha farklı yorumluyorlar hayatı.
*
Ancak yaptığı zoom toplantılarını gizlice kaydetmek ve sonra da bunu bir skandal ve ihanet olarak basına sızdırmak, evet aslında bunu yapmak tamamen bir ihanet göstergesi!
Parti içinde böyle bir şeyi düşünebiliyor olmak bile kendi başına bir skandal.
*
Bu konu sayın Kılıçdaroğlu’nun bilgisi dahilinde mi yapılmıştır?
Sanmıyorum!
Ancak bakın eğer öyleyse gerçekten bu da bir skandal olurdu.
*
Bir başka skandal ise sayın Kılıçdaroğlu’nun bu gibi toplantıları kınıyor olması. Hadi skandal demeyelim de, bence yaptığı bir başka hata diyelim.
Hatta bu yapılan sızdırma olayını gerçekte eleştirmeden, yapılan toplantılara içerlemiş olması da bence yanlış yaptığının bir göstergesi.
Ben olsam kim bu saçmalığı yapmayı düşünen diyerek, bunu yapanların derhal parti ile ilişiklerini keserdim.
***
Evet, öyle ya da böyle, birileri tarafından “istenmeyen kişi” olarak görülmek psikolojik olarak da zor bir durum olmalı.
Bu baskı altında hayatınızı hiçbir şey olmamış gibi sürdürebilmek gerçekten zor olmalı.
Dışarıdan öyle görünmeye çalışsa da, yine de kimi davranışları artık kendini ele vermesine sebep oluyor.
*
Anlıyorum, sorumluluğu çok büyük.
O yüzden ne kadar kendine hâkim olmak istese de, ister istemez bir şekilde hislerine o da hakim olamıyordur.
Kolay değil, kalben inandığı bir seçimi yine kaybetti. Sonuçta o da bu duruma çok üzülmüştür.
*
İşte sebebi bu, bu yüzden artık eski sakinliği de pek kalmamış gibi.
Bence onun konumundaki insanların görevleri esnasında bir şekilde psikolojik yardım almaları şart!
*
Evet, Sayın Kılıçdaroğlu gerçekten aşırı baskı altında.
Televizyon röportajında bile ruhsal olarak oldukça çökmüş olduğu belli oluyordu.
Bazı sorulara verecek cevabı olmadığında, kendince çevir kazı yanmasın moduna giriyordu.
*
Özellikle de, “değişim” diyenlere siz “yenilenme” diyorsunuz, ne demek istiyorsunuz? dendiğinde sözü ağzında gevelemeyi tercih ettiğinde.
Adeta yeniliyoruz işte kadroları, daha ne istiyorsunuz demek ister gibiydi.
*
Tabii bir de seçimi bir yenilgi olarak kabul etmek istememesi de ayrı bir söz geveleme yöntemiydi.
*Kazanamadık!
Çünkü? Bla bla bla…
*
Mesela “Erdoğan bugün tekrar seçim yapabilir mi?” sorusu!
Yapsın da görelim!
İç dünyasında muhtemelen seçim sonuçlarını içselleştirememiş.
İçi içini yiyor.
*
Halbuki ne kadar da yakındı iktidara.
Tüm anket firmaları anketlerde onu daha ileride gösteriyordu.
Anketlerde nihayet bunca zamandır kendisine getirilen eleştirilerin başında olan o “sen kazanamıyorsun!” söyleminin tersini ispat edebilecek çoğunluğa ulaşmış gibi görünüyordu.
Nasıl oldu da başaramadı?
*
Çünkü bu seçim adil bir seçim olmadı,
Çünkü montaj videolar gösterildi,
Çünkü bakanlar tüm devlet imkanlarını sonuna kadar kullandılar…
Bla bla bla…
Kendi iç dünyasında sanırım bu tartışma ve kabullenemezlik sürüp gidiyor olmalı.
***
Peki onun iç dünyası içindeki çatışmaları ona bırakalım isterseniz.
Biz seçmenler olarak CHP gibi bir partinin bu duruma düşmüş olması kolay kabul edilebilecek bir durum mu sizce?
Potansiyel genç parti başkanı adayı olan sayın İmamoğlu doğru kişi mi?
Hadi daha ilginç bir soru sorayım.
Artık CHP’nin başına kimin geçeceğinin bir önemi var mı?
Sayın Kılıçdaroğlu kurultayda her ne olursa olsun bu parti tüzüğü ile tekrar başkan seçilirmiş mesela…
Bunun da bir önemi var mı?
***
Gerçek şu ki, 21 yıldır sürdürülen düzen devam ediyor.
İster derin devlet deyin ister dış güçler deyin ister müesses nizam deyin, sayın Erdoğan bir kez daha seçimden zaferle çıktı işte ve insanlar bir kez daha ona ülkeyi yönetme yetkisi verdiler.
Şimdi elim kırılaydı da oy vermeyeydim diye dövünmenin bir anlamı var mı?
Döviz yine yükselişte, enflasyon canavarı yine görev başında, hayat pahalılığı mı dersiniz, yoksulluk mu dersiniz önemi yok, ücretlerin yeterince artırılmaması mı dersiniz yoksa, artık ne deseniz deyin.
ÖTV’si, MTV’si, KDV’si de artacak, Avrupa’dan gelen turist kazancı ile ülkenin sefasını çıkartacak, sen normal vatandaş, sen de eski tas eski hamam, toplumsal ahlakını yitirmiş olarak birbirini yemeye devam edeceksin.
Bu arada da hacı hoca takımı, tarikat şeyhleri, cemaatler ülkeyi ele geçirmek için hiç bir zaman olmadığı kadar var güçleriyle çabalayacaklar.
Çünkü baştakiler için onlar kendileri ile aynı menzile gidiyorlar, varılmak istenen yer neresiyse artık, tüm bu cemaatler, tarikatlar, yani hedef herkes için aynı yer.
***
Adına yenilenme mi dersiniz, değişim mi dersiniz hiç bir önemi yok bence.
Kaptan o mu olacak, bu mu olacak, bunun da bu saatten sonra bence bir önemi yok.
Konu kaptansa, gemisini yürüten kaptandır.
Görünüşe göre ufukta yürüyen gemi başka bir gemi, muhalefet gemisi çoktan okyanusun dibini boylamış görünüyor.
Şimdi kaptana değil, gönül rahatlığı ile binilerek hayat yolculuğu yapılabilecek yeni bir gemiyi inşa edecek mühendislere ihtiyaç var.
Evet, sayın Kılıçdaroğlu yıllara sâri bu yorgunluğunu da dikkate alarak herkes tarafından açıkça “istenmeyen kişi” olarak ilan edilmeden, kendi isteği ile o görevi bir an önde bırakmalıdır.
Hemen olmasa da, en azından çıkış yolunu şimdiden açıkça ilan etmelidir, ki muhalefet bu süreçte yeniden yapılanabilsin.
Gerçi bu benim şahsi düşüncem. Ben olsam bu dediğimi kim bilir kaç seçim öncesinde yapardım zaten.
Ama ben siyasetçi değilim, mühendisim.
Siyasetçilerin akılları biz mühendislerden çok farklı çalışıyor. Kolayca dün dündür diyebiliyorlar.
Pek ümidim yok, ama umarım her şey çok güzel olur.
Moskova’dan herkese saygı ve sevgilerimle.