Site İçi Arama

siyaset

Renklerin Siyaseti, Siyasetin Rengi

Renkler genellikle kültürle birlikte yorumlanır. Bunun yanında her rengin evrensel olarak ifade ettiği anlamlar da mevcuttur. Tutkunun rengi olarak bilinen kırmızının devrimlerle ilişkilendirilmesi ise, onun öfke ve yıkımla kurulan bağlantısından dolayıdır.

Bazen büyük bir sistemin içerisinde yaşadığımızı hatırlamamızda fayda vardır. Althusser’in ideoloji, Gramsci’nin hegemonya olarak tanımladığı, çevremizi ve bütün yaşantımızı şekillendiren bu büyük sistem, bize kendimize ait sandığımız bir benlik verir. Bu benliği sahiplenir, özgür ve bağımsız kararlar aldığımızı sanırız. Hatta bu büyük sistem, bizim sisteme olan karşıtlığımız bile inşa eder. Sistemin geleceğine ilişkin kararlar sistem tarafından verilirken bizler sistemi kökten değiştirme hayaliyle onun içerisindeki renkleri oluşturduğumuzun çoğunlukla farkında bile değilizdir. 

İnsan beyninde algıları, uzun bilimsel makaleler, tumturaklı politik söylemler, kitaplar, en sevdiğimiz gazetenin her gün okuduğumuz köşe yazarları ve televizyonda hiç kaçırmadığımız haber programlarından daha çok, kodlanmış kısa mesajlar oluşturur. Bu mesajlar insan beyninin çalışma algoritmasına uygun olarak uzmanlar tarafından kodlanır. Bu alanda tesadüflere çok yer yoktur. Seçimler bilinçli olarak yapılır. Kodlamanın en önemli unsurları renkler, kelimeler, kıyafetler, davranışlar gibi günlük hayatımızda siyasetçiler, devlet yetkilileri, ülke liderleri tarafından sergilenen görsel ve işitsel olgulardan oluşur. Renkler bu konuda oldukça belirleyici içeriklere sahiptir. Bu yazımda bu konunun tekniğinden ziyade, günlük hayattaki örnekler üzerinden bir değerlendirme yapmaya çalışacağım. Yazıda “batı” ile tanımlanan ülkeler, ABD ve Avrupa ülkelerini içermektedir. 

Renkler genellikle kültürle birlikte yorumlanır. Bunun yanında her rengin evrensel olarak ifade ettiği anlamlar da mevcuttur. Tutkunun rengi olarak bilinen kırmızının devrimlerle ilişkilendirilmesi ise, onun öfke ve yıkımla kurulan bağlantısından dolayıdır. Bir devrim kim tarafından tanımlanıyorsa onun baktığı renk tonlarıyla kodlanır. Örneğin batılı kaynaklarda komünist devrimler kırmızı ile sembolize edilirken, batı yanlısı “devrimler”/”darbeler” farklı renklerle tanımlanabilmektedir. 

Örneğin Ukrayna’da 2004 Kasım seçimlerinde Cumhurbaşkanı adayı olan Yuşçenko kaybettiği seçimin ardından taraftarlarını, gösteriye ve direnmeye çağırmıştır. Ocak 2005’e kadar süren gösteriler sonucunda seçimler iptal edilerek yenilenmiş ve %77 katılımla gerçekleşen seçimi %51 oyla Yuşçenko kazanmıştır. Batı bu gösterilere Yuşçenko’nun seçimdeki oy renginden dolayı “Turuncu Devrim” tanımlaması yapmıştır. 

Turuncu nasıl bir renktir? “Kırmızı gibi dikkat çekme olasılığı fazla olan bu renk, onun aksine dost canlısı bir izlenim verebilir. Ek olarak turuncu renk, uygun fiyatlı ürünler ile de ilişkilendirilebilir” (1). Ukrayna’nın batı yanlısı renkli devriminden önceki Gürcü devrimi ise, “Gül Devrimi” olarak adlandırılmıştı. 22 Kasım 2003’te Şevardnadze parlamentoda konuşma yaptığı sırada, yanında kırmızı güller taşıyan göstericilerle içeri giren Saakaşvili, onu çekilmeye zorladı. Batı açısından kırmızı kelimesi yerine “gül” kelimesi kullanmak daha anlamlıydı. 

Bu devrimleri takip eden dönemde Kırgızistan’da Cumhurbaşkanı Akayev, ailesi ve yandaşlarının yolsuzlukları nedeniyle 22 Mart-11 Nisan 2005 tarihlerinde yaşanan toplu gösteriler, batı tarafından “Lale devrimi”, “Sarı devrim”, “limon devrimi” gibi isimlerle adlandırıldı. Sarı, yüksek enerjiyi temsil eden bir renk olarak bilinir. Ancak Kırgizistan’da yaşanan devrimin diğerleri gibi tek bir kişi etrafında şekillenmediğini söyleyebiliriz. 2010 ve 2020 yıllarında yaşananlar ise 2005 devriminin ülkeye istikrar ve huzur getirmediğini göstermiştir. 

Batı yanlısı devrimlerin ardından başa geçen yönetimlerin yolsuzluklara bulaşması ve otokrat bir yönetim tarzı benimsemesi ise batının harekete isim koyarken gösterdiği özeni esirgediği sonuçlar olarak görülebilir. Diğer bir deyişle, renkli soslarla servis edilen demokrasi ve özgürlük hayali, hukukun üstünlüğü, laiklik, kuvvetler ayrılığı gibi değerlerden bağımsız olarak uygulanamaz. Bu anlamda demokrasi ve özgürlük hayalinin gerçekleşmesinden çok, kendisiyle işbirliği yapmayan yöneticileri hoş görmeyen batının değişiklik isteği öne çıkmaktadır. Burada kültürün de önemli payı olduğunu belirtmek gerekir.  

Devrimlere isim bulan (mesajı kodlayarak ileten) batı, değişiklik sonrası yönetimin niteliğinden çok kullanışlılığına odaklanmıştır. Burada halk hareketlerinin doğruluğu veya yanlışlığını tartışmak amacında değilim. Yani giden yönetici iyi, gelen kötü demek gibi bir amacım olmadığının bilinmesini isterim. Zaten tarih yeterince açık bir şekilde kendi yolunda akıyor. Ama “Özgürlük ve Demokrasi” söylemiyle çıkılan dönüşümün küresel anlamda nasıl algılanması isteniyorsa, hareketler öyle isimlendirilmiştir. Bu devrimlerin ardından küresel rekabette neler değişmiştir, sermaye hareketlerinin yönü ne olmuştur gibi sorular ise mesaj verme amacı taşıyan isimlendirmelerin arka planında kalmaktadır. 

Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da özgürlük ve demokrasi talepleriyle 2010 yılında başlayan ve hızla yayılan halk hareketleri “Arap Baharı” olarak adlandırılmıştır. Hareketlerin ardından gerçekleşenler halkın isteklerine cevap vermekten hayli uzak kalmıştır. Birçok bölgede daha derin bir istikrarsızlık sürecine girilmiştir. Kültür yine ağır basmıştır. Bunun yanında batı bloğunun istedikleri olmuş mudur? Büyük ölçüde olası bir planın işleyişinin küçük sapmalarla devam ettiğini söyleyebiliriz. 

Bu kadar “şirin” isimlendirmelerle küresel meşruiyeti sağlanmaya çalışılan halk hareketlerinin gerçekleştiği coğrafyada Türkiye için de bir dönüşüm düşünüldüğü açıktır. Ancak Türkiye’nin konumu, diğer Arap ülkelerinden farklıdır. Bir NATO üyesi olan Türkiye, (2017 öncesinde) demokrasi ile yönetilen parlamenter bir sisteme sahiptir. Zaman zaman ABD ile çıkarları çatışma durumunda olan böyle bir ülkede, yönetimin ABD çıkarları ile hizalanması için öncelikle devletin örgütsel yapısının, yönetim anlayışının ve anayasasının değişmesi gerekmektedir. Köklü değişimler, kültürel değişim gerektirir. Kültür değişmeden örgütsel değişim başarılı olamaz. O zaman kültürü temsil eden ne varsa önce onlar değişmelidir. Batı tarafından kodlanan renk bulunmuştur; Turkuaz.

Aynı coğrafyada renkli devrimler gerçekleşirken Türkiye’de demokratik yolla, yeni bir düzenin kurulması tercihi ne kadar Türk vatandaşlarınındır bilinmez. Ancak AKP’nin kuruluşunda yaşananlar ve Kasım 2002 seçimleri sonrasında hiçbir resmi unvanı olmayan Erdoğan’ın ABD’de en üst düzey protokolle karşılanması, tüzüğünde “Ak Parti” olarak isimlendirilen bu partinin başarısı için hangi algıların yönetilmesi gerektiği konusunda bir fikir veriyor. 

Türkiye’deki dönüşümün taşıyıcısı için bulunan renk beyaz (AK) olmuştur. Daha önceki döneme karşı büyük bir karalama kampanyası medya eliyle yürütülmüş, halk “bembeyaz” yeni bir sayfa açmak için sandığa gitmiştir. Sonrasını hepimiz biliyoruz. AKP’nin iktidara gelişinden sonraki sürece uygun görülen renk ise turkuaz olarak belirlenmiştir. Bu renk halen devletin birçok resmi mekânında ve makamında kullanılagelmektedir. Bu rengin kodlanmasında Türkiye’de terör örgütü olarak tescil edilmiş olan FETÖ PDY’nin ne kadar etkisi olduğunu bilmiyoruz. Ancak bu terör örgütünün Türkiye’de devlet kültürünün köklü değişimini savunduğu, herkesin malumudur.  

Uyumu, dengeyi ve yaratıcılığı sembolize eden ve huzur veren bir renk olan turkuaz, bazı çevrelerce kültürel olarak Türk Milletinin yeniden kodlanmasının bir unsuru gibi görülmüştür. Amaç, Atatürkçü ideoloji ile ve Cumhuriyetin kuruluş ilkeleri ile olan kültürel bağları zayıflatmak olarak tanımlanabilir. Bu amaçla Türk Milli takımının Cumhuriyet kurulduğundan beri değişmeyen ay yıldızlı forma rengi bile turkuaz yapılmıştır. Eleştirenlere ise “statükocu” yaftası yapıştırılmıştır. Bütün satılık kalemler, köşelerinde ağız birliği etmişçesine “değişim” güzellemeleri yapmıştır. Elbette bu dönemin nasıl zenginleştiği belli olmayan kalem erbabı gazetecileri, Renault 12 arabaya binen rahmetli Uğur Mumcu kadar sıradan bir hayat sürecek değildir.

Bütün örgütlerde (devlet de dâhil), örgütü değiştirmek için önce örgüt kültürünü değiştirmek gerekir. Ancak devlet ticari değil siyasi bir örgüttür ve devlet kültürünün değişimi için istekli olmak, devleti ayakta tutan sütunları yıkmakla eşdeğerdir. Türkiye Cumhuriyeti kuruluş felsefesi Atatürk tarafından oluşturulmuş, anayasasında bu niteliği vurgulanmış bir devlettir. Öyleyse Türkiye Cumhuriyetinin batının istediği yönde değişmesi, öncelikle Atatürkçü düşünce ile olan bağlarının koparılabilmesine bağlıdır. Ama bunların devrimsel bir hareketle olması Türkiye’nin kültüründen dolayı mümkün değildir. Öyleyse “Turkuaz Dönüşüm” batı açısından daha rasyonel bir seçim olarak öne çıkmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Sarayın ve TBMM’nin turkuaz dönüşümü, kültürel değişimi sahiplenen siyasetçiler tarafından yönetildiğimizi göstermektedir. 

Eğitim politikalarının tarihsel değişimine bakıldığında, Türkiye’yi laik çizgisinden koparacak eğilimlerin politikaların içerisine enjekte edildiği gözlenmektedir. ABD tarafından Ortadoğu bölgesinde NATO üyesi bir Türkiye’nin İslam çizgisinde yeniden tanımlanması ne ifade etmektedir? Bu sorunun cevabını verebilecek yetkinlikte birçok vatansever Türk aydını bulunmaktadır. ABD bu konudaki eğilimini ve isteğini saklamamakta ve sakınmamaktadır. ABD ve Avrupa Türkiye’nin bir ulus-devlet olmasından rahatsızdırlar ve Türkiye için beka sorunu olan sığınmacı sorunu konusunda Türk halkından farklı düşünmektedirler. Türkiye ile yapılan anlaşmalarla hem sığınmacılar Türkiye’de tutulmuş, hem de kültürel özelliklerin değiştirilmesi ve aşındırılması için fırsat yaratılmıştır.

Kültürün taşıyıcısı olan dilde farklı dillerin hâkimiyeti söz konusu olmaya başlarsa, kültür değişir. Kültür değişince örgüt değişir ve yeni belirlenen amaçlar için yeniden şekillendirilir. Değişim için yapılan kodlama göz ardı edildiğinde ya da hoş görüldüğünde dilde ve dolayısıyla kültürde yaşanan değişim, Milli kimliği dönüştürme ve ortadan kaldırabilme potansiyeli taşımaktadır. Bu kodlamayı kabul etmemek içinse akıl, ahlak, erdem, vatan sevgisi ve yurttaşlık bilinci lazımdır. Buradan bir komplo teorisi üretme arayışında değilim ama bunlar benim yaşanan süreci değerlendirdiğimde gördüklerimdir. Renge dair bir karşıtlığı ifade etmekten ziyade, kültürel bir dönüşüm için rengin kullanıldığı düşüncesinde olduğumun bilinmesini isterim. Yoksa evimin duvarının turkuaz rengi olması beni hiç rahatsız etmez. Zaten orası benim evimin duvarıdır, devletin alanı değil. 

(1) https://terappin.com/blog/renklerin-psikolojik-etkileri

Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Tüm Makaleler

  • 26.05.2024
  • Süre : 4 dk
  • 561 kez okundu

Google Ads